LightReader

Chapter 108 - 8

"Oğullarınız nerede?" Sesi fazla aleni çıkmıştı. Kral bir an duraksadı, "Her birinin işi var. Biri sağda solda sınırları kolaçan ediyor, diğeri diplomatik görüşmelerde, öbürü bildiğim kadarıyla henüz saraya dönmedi," diyerek konuyu geçiştirdi. Kraliçe kısa bir "Hıh" sesi çıkarıp, "Büyük oğlum Zandar da gelmek istedi fakat Conrackt'te kalması zorunluydu. Küçüklerim Saric ve Meric ise bakıcılarıyla eğitim halinde." dedi ve konuyu kapattı gibi göründü.

Bu sırada Kral, bakışlarını kraliçenin aslan figürlü tacına kaydırdı; işçiliği öyle inceydi ki kıvrımlarda neredeyse canlıymış gibi duran aslan pençeleri seçilebiliyordu. Kraliçenin saçları da tam bu tacın altından dökülüyor, siyah gözleriyle uyumlu bir parıltı yapıyordu. Zarif ve tehditkâr bir karışımı andırıyordu. Kral, "Buyurun, bu odaya geçelim," diyerek sarayın daha özel bir kabul salonuna yönlendirdi. Burada, orta boy bir masa, etrafında iki geniş koltuk ve birkaç ek oturma düzeni vardı. Duvarlarda Tamul Krallığı'nın zaferlerini anlatan kabartma resimler, tavan kenarlarında altın simli işlemeler dikkat çekiyordu.

Hizmetliler, hemen şarap sürahisi ve meyve tabaklarıyla içeri girdi. İkisi de koltuklarına oturunca, sessizce yiyecek ve içecekleri masaya yerleştirdiler. Kraliçe, oturur oturmaz bir bardak şarap aldı, küçük bir yudum alıp fincanı masaya koydu. Kral da benzer şekilde bir kadeh aldı, ama hemen ağzına götürmedi. Bakışları kraliçedeydi, "Görünüşe göre acil bir mesele var," dedi tane tane. "Bu ziyaret, daha önce hiç yapmadığınız türden. Sizinle eskiden düşman konumundaydık. Şimdi bir ittifak mı peşindesiniz?"

Kraliçe dudak büktü, "Düşmandık, evet. Minho sağlıklı olsa yine düşman olurduk belki, kim bilir." Sesinde alaycı bir titreme vardı. "Ama geldiğimiz noktada bambaşka bir durum var. Bu durumu sizin de bilmeniz lâzım. Daha önemlisi, belki birleşik bir ordu ile hareket etmemiz bile gerekebilir." Bir meyve parçası alıp ısırdı; gerilimin içinde hafif bir hışırdama duyuldu. Bu sırada kral, "Nasıl yani? Neymiş bu?" diye hızla cevapladı

Kraliçe derin bir nefes aldı, sonra dik durup açıkladı: "Sizin Prenses Selly'niz… Durumu biliyorsunuzdur." Kral'ın kaşları hafifçe çatıldı. "Ne diyorsunuz, benim Prenses Selly adında bir kızım yok," dedi özgüvenle. Bir an "Acaba gayrımeşru bir çocuk mu söz konusu?" diye zihninden geçirdi, ama en ufak fikri yoktu. Bir an "Ya geçmişte olduysa ve bana söylemedilerse?" diye bir şüphe kabardı, ama belli etmedi. Sadece durakladı.

Kraliçe, bardağı masaya öyle bir sert bıraktı ki şarap hafifçe sıçradı. "Bana cahil numarası yapmayın Kral! Conrackt'te herkes konuşuyor. Sözde Tamul Krallığı prensesi Selly, şimdilerde sürgünde imiş. Ayrıca conrackt'li Ehter adındaki bir soyluyla evlilik yapmış. Bu Ehter, benim emirlerime de karşı gelmiş bir hain. Bir manga askerimi ortadan kaldırdı. Sanor Kalesi'nde saklanıyorlar! Bu haber sizin kulağınıza hiç gelmedi mi?"

Kral, "Ehter" ismini de ilk defa duyuyor gibiydi. Gözleri kocaman açıldı, "Siz neler söylüyorsunuz, bu gerçek mi? Bizim sarayda asla duyulmadı böyle bir prensesin varlığı. Pembe saçlı, hatta tavşan diye dalga geçtiklerini duydum diyorsunuz, öyle mi?" "Aynen öyle!" diye parladı kraliçe. "Üstelik bir cadı olduğu söylentisi de var, normal bir varlık olmadığı! Sanki karanlık büyüyle uğraşıyormuş. Bu kadar söylentinin dumanı yoksa ateşi de olmazdı."

Kral elindeki bardağı nihayet ağzına götürüp uzunca bir yudum aldı. "Benim kızım falan yok hanımefendi, yemin ediyorum. Öyle bir çocuğum olsa mutlaka haberim olurdu. Hele pembe saçlı bir prenses, bu diyarda pek gizlenemezdi. Anlayamıyorum bunu." Kraliçe, onun ciddiyetini görünce biraz durakladı, gözlerini devirdi. "Demek ki bu işte bir tuhaflık var. Biri Tamul'un adını kullanarak conrackt'i kışkırtmak istiyor. Ehter denen şu soylu bozuntusu da onlarla işbirliği yapmış. Hangi akla hizmet, bilmiyorum. Ama net olan şey, Sanor Kalesi'nde yatıp kalkıyorlar ve orayı merkez tutmuşlar. Hatta oradan asker devriyelerimize pusu kurdukları bile anlatılıyor."

Kral derin bir nefes çekti. "Sanor Kalesi… Conrackt Krallığı'nın güneydoğu ucunda, Hannol Nehri'ne komşu, o uzak karakol kalesi değil mi?" Kraliçe başıyla onayladı. "Aynen öyle. Pek kimsenin gitmediği, sınırda sayılabilecek bir yer. Kimilerine göre lanetli. Ehter ve yanındaki isyancılar orayı mesken tutmuş. Dedim ya, bir manga askerimiz de orada yok edildi. Şimdi bana yardım edebilir misiniz, edemez misiniz, onu konuşmaya geldim."

Kral, eline uzatılan bir dilim ekmeği kopararak ağzına attı, çiğnerken düşünceye daldı. Bu işte bir parmak olmalı, zira Tamul Krallığı'nın adını kullanan bir kadının, yani sözde "Prenses Selly"nin varlığı, krallıkları birbirine düşürmeye yetebilirdi. "Zaten eskiden de düşmandık," diye içinden geçirdi. "Biri ya da bir grup, Tamul-Conrackt arasında kaos mu yaratmak istiyor?" Gözlerini kısarak kraliçeye döndü. "Bir anda ordu birliği kuramayız. Dediğiniz olayın doğruluğunu araştırmam, kendi istihbaratımı yollamam gerek. Böyle bir prenses gerçekte yoksa, bir sahte prenses mi devreye sokuldu, onu öğrenmeliyim."

Kraliçe sabırsızca nefes verdi, hafifçe sinirli bir yüz ifadesiyle masadaki meyve kasesinden bir parça daha aldı. "Benim de sabrım kalmadı. Ehter'i yakalamak, o kızı bulmak, eğer conrackt askerlerinin kanını dökmeye devam ediyorlarsa da cezasını vermek zorundayım. Minho sağlıklı olsa, çoktan sefer emri vermişti bile! Biliyorsunuz, Minho oldum olası Tamul'a düşmanca bakardı; ama en azından ikimizi de tehdit eden bir durum varsa, ortak düşmana karşı hareket edebiliriz. Sanor Kalesi'ne saldırı düzenlemek istiyorum."

Kral bu sırada uzun, dalgın bakışlarla tabakta duran peynir dilimini alıp ağzına attı, yavaşça çiğnedi. "Birlik kurmak," diye yineledi. "Düşmanlık olsa da, demek ki şimdi bir çeşit müttefiklik…" Kadehini masaya koyarken kafasını salladı. "Ortak düşmana karşı belki. Fakat ben yine de gerçeği öğrenmeden, ordumu tehlikeye atmam. Hannol Nehri çevresi tehlikelidir, arazisi de zordur. Sizinle beraber oraya bir heyet göndermek, önce durumu teyit etmek isteyebilirim."

Kraliçenin yüz ifadesi öfkeden hafif yumuşayarak sabırsızlığa döndü. "Elbette siz bilirsiniz, ama çok oyalanmayın Kral. Her gün o kale güç kazanıyor olabilir." Bir yandan vurgulayarak fincanını aldı, bir yudum daha aldı, sonra masaya sertçe koydu. "Bir de size tavsiyem, ya da uyarım: Eğer bu sözde prenses gerçekten sizin hanedan isminizi lekeliyorsa, belki adınız daha çok gölgelenir. Haberdar olun. Ben kendi adıma, Ehter denilen soysuzun kellesini alacağımdan eminim."

O sırada kapı hafifçe açıldı, bir hizmetli içeri girip selam verdi. Elinde çay benzeri bir içecek tepsisi ve birkaç tabak daha vardı. "Affedersiniz, ekselanslar. İçecekleriniz yenilendi, bir de atıştırmalık soğuk et tabakları getirdik," diyerek masaya yerleştirdi. Kral, "Tamam, bırak çık," diyerek onu gönderdi. Hizmetli odadan çıkınca, kraliçeyle konuşmalar daha da alçak sesle, belki entrika dolu biçimde sürdü. Kral, "Ben saray danışmanlarımla görüşeyim. Ardından sizi bilgilendiririm," dedi soğuk bir netlikle. Kraliçe de başını salladı. "Umarım çok bekletmezsiniz," dedi. İçerideki hava, sanki büyük bir savaş planının ilk kıvılcımlarına benziyordu.

Aynı saatlerde, saraydan uzakta, Yonari pazara geri dönmüştü. Ama bugün, her zamanki gibi gizlice kristali kullanarak sahte para ürettiği bir yerde, bu kez şanssız bir duruma yakalandı. Elleriyle yere uzanmış, avuç içinde ışıltılı bir toz belirmişti. Kristale fısıldayarak küçük metal paralar kopyaladığı o anlardan biriydi bu. Normalde sessiz bir köşede işini halledip hemen kaybolurdu. Fakat anlaşılan bir adam, onun ne yaptığını görmüştü. Adam, gözleri fal taşı gibi açılarak elindeki odun parçasını düşürdü ve "Cadı! Cadı bu! Büyü yapıyor!" diye çığlık attı. Anında çevredeki insanlar irkildi, dönüp Yonari'ye baktılar. Birkaç kişi geri çekildi, birkaçı öfkeyle "Cadı mı?!" diyerek üstüne yürüdü.

Yonari'nin kalbi küt küt attı. "Hay aksi!" diye mırıldandı. Bu diyarda açıkça büyü yapmanın pek de hayırlı bir şey olmadığı ortadaydı; daha önce Adak Sunağı'nda gördüğü ritüellere dayanarak, 'cadılık' suçlamalarının ne kadar tehlikeli boyutlara varabileceğini anlamıştı. Orada durmanın tehlikeli olduğunu biliyordu; iri yarı bir adam "Buraya gel!" diye bağırarak onu yakalamak için atıldı. Yonari, zarif bir hamleyle geri sıçradı ve kristali avcuna sımsıkı kavradı. "Kaçmalıyım!" diye düşündü.

Kaçış, dar sokaklarda tam bir kovalamacaya dönüştü. Peşindeki çığlıklar, "Cadıyı durdurun!" diye bağıranlar, hatta yaklaşan birkaç muhafız sesi… Burası, belayı üstüne çekeceği en yanlış andı. Yonari, kristalin ufak bir hız büyüsünü etkinleştirmeye çalıştı; bacaklarında hafif bir karıncalanma oluştu ve her adımında sanki rüzgâr destek veriyormuş gibi daha hızlı hareket etmeye başladı. Sokağın köşesinden döndüğünde, bir okçu tehlikesini sezip yere eğildi; arkadan ıslıkla uçan ok, saçlarının yanından geçip bir duvarın ahşap kısmına saplandı. Kalbi ağzına geldi, "Beni öldürecekler!" diye içinden geçiriyordu.

Biraz ileride surların yükseldiği kısma doğru koşmaya başladı. Buraya geldiğinde, dış kapıya ulaşmanın zor olduğunu gördü. Kapıdan geçmek de tehlikeliydi, okçular orayı tutuyordu. Kısa süreli bir tereddüt… Sonra zihninde çakan bir kıvılcımla en çılgın kararı verdi: "Surları aşarım!" Bu kulağa çılgınca gelse de kristalin son gücünü kullanarak ufak bir 'fırlatma' büyüsüyle kendini yukarı itebileceğini umdu. Daha önce böyle bir denemeyi hiç yapmamıştı, ama bu kez ya tutarsa…

Etrafındaki ayak sesleri iyice yaklaştı, "Cadı, dur!" diye birisi bağırdı. Yonari, gözlerini kısarak göğsüne bastırdığı kristale tekrar fısıldadı, "Ne olur… Bir kez daha işe yarar…" Bacaklarında ve bel kısmında ani bir ısınma hissetti. Bir yoğun itici güç… Kendini surun duvarına doğru fırlattı. Ayakları kısa bir süre yere değmedi, sanki yerçekimi ortadan kalkmış gibi hissetti. Duvarın tepesine yakın bir noktada taşlara tutunmaya çalıştı, fakat elleri kaydı. "Ah!" diye haykırdı. Yine kristale çağrıda bulundu. Biraz daha yükseldi, surun üst kenarına tutunmayı başardı. Aşağıdan okçuları duyuyordu, "Nerede o? Görünmüyor!" diye bağırıyorlardı. Son bir hamleyle kendini yukarı çekip surun öteki tarafına aktı. Dengesini kaybedip aşağı doğru süzülürken, yine kristalin hâfif gerilimini hissedip hızını kesti. Toprağa neredeyse emniyetli bir şekilde indi ve hızla koşmaya başladı. Arkasında gürültüler, karışık bağırışlar kalmıştı. "Denek 07 Yonari, iyi halt ettin, koş bakalım!" diye kendi kendine söylendi. "Başka çarem yoktu," diye de ekledi, nefes nefese.

Kuzeye doğru toprak yolda koşmaya devam ederken, bir an gökyüzünde tuhaf bir uğultu duydu. Önce devasa bir kuş sürüsü sandı, ama ses giderek arttı. Başını kaldırıp baktığında, dört katlı gibi görünen, parlak turuncu renkli, metal gövdeli garip bir gemi havada süzülüyordu. Üzerinde mavi benek benek ışıklar yanıp sönüyor, kenarlarında da Y.G.K arması olduğunu hemen seçebiliyordu. "İnanamıyorum!" diye nefesini tuttu. Belli ki Akademi'nin gemisiydi bu. Yıllardır orada eğitimi, denek statüsü derken, tanıdığı semboller kafasında netti. "Beni buldular mı gerçekten?" İçinde bir panik, bir heyecan ve aynı anda sevinç de yaşadı. "Beni almaya mı geldiler, yoksa başıma daha büyük dertler mi açacaklar?" diye merak etti ama yine de durduramadı kendini, ayakları gemiye doğru ilerliyordu.

Gemi açık bir alana doğru alçaldı, alt kısmındaki itici motorlar hafif bir rüzgâr estirip tozları savurdu. Turuncu gövde, güneş ışığında daha da parlıyor, kapalı kapıları yavaşça açılırken yan tarafında morumsu kablolar ve ışıltılar seçiliyordu. Yonari ardına baktı, henüz kimse onu yakalayamamıştı; surun diğer tarafında kalmışlardı. Birkaç dakikaya kadar ise muhakkak buralara ulaşacaklardı. "Bu benim fırsatım!" diye söylendi. Zaten kristalde doğru düzgün güç kalmamıştı, daha fazla kaçsa eninde sonunda yorulacaktı.

Gemi kapısı zemine değince, içinden uzun boylu, beyaz saçlı bir adam çıkıp etrafı süzdü. Adamın gözlerinde dingin, güven veren bir ifade vardı; üzerinde gri-beyaz renkli, hafif zırh benzeri bir giysi göze çarpıyordu. Peşinden bir kadın indi: Uzunca siyah-mor karışımı saçları, mora çalan teni, sırtında omurga boyunca belirgin hafif çıkıntıları ve gözlerindeki keskin mor parıltı dikkat çekiyordu. Biraz egzotik bir ırktan olduğu besbelliydi. Kadın elini havaya kaldırdı, avucunda beliren alev topu gibi bir kıvılcım oluştu ve kısık sesle, "Sorun mu var?" diye sordu beyaz saçlı adama.

Yonari tüm hızıyla koşarak nefes nefese onlara ulaştı. Beyaz saçlı adam, Yonari'ye dönüp biraz ürkütücü sakinlikle, "Denek 07… Sen misin?" diye sordu. Yonari, gözleri sevinç ve korkunun karışımıyla parlayarak onayladı: "Evet, benim! Buradan lütfen beni acil götürün! Peşimde biri değil, bir sürü kişi var. Cadı diye yakalamaya çalışıyorlar." Kadın bakışlarını ufka doğrultup, "Gerekirse yakarız," diye mırıldandı. Adam, omzuna hafifçe dokunup, "Sakin ol," dedi. Sonra Yonari'ye "Akademi seni bulmamızı istedi. Gelmek istiyorsan gemiye alacağız. Ama çabuk ol."

Yonari, "Evet! Lütfen, beni bu diyardan kurtarın!" diyerek neredeyse yalvarıyordu. Bu sırada arkasına baktı: Ufukta toz bulutu, yaklaşan atlılar, muhtemelen okçu birlikleri gözükmeye başlamıştı. Durum kötüleşiyordu. "Acelemiz var!" dedi panikle. Üçü de hızla geminin açılan kapısından içeri daldı. İçeride görece steril bir ortam, metal zemin, kablolar ve panel ışıkları vardı. Yonari'nin burnuna tanıdık bir teknoloji kokusu geldi, "Oh," diye iç geçirdi. Beyaz saçlı adam kaptan koltuğu benzeri bir yere oturdu, kadına döndü: "Hadi, kalkış motorlarını çalıştır." Kadın, elindeki alevi söndürerek kontrol paneline yöneldi. Dışarıdan anında "Durun!" diye bağıran birkaç ses geldi ama çok geçti. Geminin alt motorlarından yükselen titreşim, toprağı sarsarak devreye girdi.

Penceremsi görüş alanından Yonari baktığında, en az on-atlı muhafızın gemiye yetişmek için koşuştuğunu, ama pervane etkisine benzer hava akımları karşısında geri çekildiklerini fark etti. Kısa süre sonra turuncu gövde yükseldi, pervazdan, surlardan aşağıya doğru bir manzara kaldı. Şehrin surları ve oradaki insanlar hızla küçülüyordu. Yonari, kalbi ağzında çarparak, "Evine dönüyorsun Yonari… Belki bu sefer kurtuldun," dedi kendi kendine.

Geminin içi birkaç bölümden oluşuyordu; kabin kısmı, arka tarafında laboratuvar benzeri alanlar, koridorun sonunda belki bir yatakhane odası… Hepsi steril ve modern, Akademi'nin tanıdığı atmosferi andırıyordu. Yonari, yorgun ama şaşkın bir gülümsemeyle bunlara göz gezdirirken, beyaz saçlı adam sakince "Korkma. Biz. Y.G.K Akademisi'nden seni aramakla görevlendirilmiştik. Yaşadığın talihsizlik için üzgünüz," dedi. kadın, göz ucuyla Yonari'ye baktı, "Kafamda sorular var. Ama önce seni güvene alalım," diyerek yüzünde hafif bir gülümseme oluşturdu.

Gemi, itici motorlarını son vitese alarak hızla yükseldi. Yonari küçük pencere açıklığından yukarıdaki gökyüzüne baktı, mavi göğün yerini kısa sürede koyulaşan bir sema alıyordu. Bir yandan da aklına, Tamul Krallığı'nda bıraktığı Moneric Zin geldi. Hafif bir hüzün ve vicdan sızısı hissetti: kadına belki veda bile edemeden, uydurduğu yalanlarla orada yaşamıştı. Ama orada daha uzun kalsa, belki Adak Sunağı'na kurban gidecek veya 'cadı' diye yakılacaktı. "Böyle olması gerekiyordu," diye kendi kendine fısıldadı.

Aşağıdaki insanlar, gökyüzüne tedirgin bakıyor, kimisi korkuyor, kimisi "Gökkuşağı cini mi geldi?" diye hurafeler anlatıyordu belki. Lakin gemi şimdiden bulutların arasına süzülmüştü bile. Yonari, koltuğuna tutunarak derin bir nefes aldı. İçinde bir rahatlama hissi vardı: Bir kabustan uyanır gibi. Elbette Akademi'nin kendisini götürmesi ne anlama geliyordu? Tekrar denek statüsüne mi girecekti? Bunu şimdi düşünmeye gücü yoktu. Esas amacı hayatta kalmaktı ve bu gemi ona güvenli bir çıkış sunuyordu.

Turuncu gövde, motorlarını stabilize edip ufka doğru yol aldı. Yonari pencereden son kez bu yabancı diyara, Kızıl Adak Sunağı'nın korkunç sahnelerine, Tamul'un surlarına ve bugüne dek yaşadığı maceralara göz ucuyla veda ediyormuş gibi baktı. Evet, bu krallıkta pek çok entrika, pek çok gizemli savaş, prenses söylentileri, komplo planları dönecekti. Kral ve Kraliçe muhtemelen Hannol Nehri tarafında bir saldırı hazırlığına girişecek, "Prenses Selly" ve "Ehter" hakkındaki skandalı açığa çıkarmak için uğraşacaktı. Ama Yonari, onlardan çok uzakta, yeniden akademik sistemin kucağına doğru yol alıyordu.

Şimdi turuncu gemi, mavi benekli yan ışıklarıyla havayı yara yara yükselerek bulutları geride bıraktı. Uzaklardan, dağın eteklerinden, ormanlardan ve bataklıklardan geriye hiçliğe karışan bir manzara kaldı. Kaptan "Tam yörünge çıkışına geçiyoruz. Kısa süre sonra yıldızlararası hıza çıkacağız," diye anons yaptı. Yonari, koltuğunda derin bir soluk aldı, "En azından şimdi güvendeyim," diye fısıldadı.

Ve böylece, Denek 07 Yonari, Tamul Krallığı'nda yaşadığı tuhaf, tehlikeli ve sürprizlerle dolu günlerin finalini yaparak göklerde kayboldu. Ardında karmaşa, krallıklar arası ihtilaflar, 'cadı' diye bağırıp onu yakalamaya çalışan insanlar ve belki de bir hüzünlü "veda" bıraktı. Geminin içindeki metalik vızıltılar, gelecekte ne yaşayacağını haber vermezdi ama şimdilik en azından Akademi'ye, yani evine dönüyor; kendisini bekleyen yepyeni bir maceranın ilk sayfasını daha açıyordu.

Geminin metalik gövdesinin içinde yankılanan motor uğultusu yavaşça sönükleşirken, görüş sanki geriye çekilir. Önce turuncu dış kabuğu ve mavi ışıklarıyla kaybolan Y.G.K gemisini izleriz; sonra bakış, gezegenin atmosferine doğru alçalarak yeniden Tamul Krallığı'nın surlarına iner. Kalın, gri taşlar üstünde rüzgâr uğuldar, surun içinde askerlerin hareketleri siluet olarak seçilir. Ardından, sarayın karanlık odalarıyla çerçevelenen o geniş topraklar, gökyüzünde alçalan bir güneşin son ışıkları altında yavaş yavaş gölgelenir.

Bakış devam eder, Tamul Krallığı'nın sınırlarını aşarak güneyine doğru uzanır. Dere tepe aşıldıkça, uçsuz bucaksız bir su hattı — Hannol Nehri — ansızın ufku ikiye böler. Suyun kolları, kilometrelerce genişliğinde gri-mavi bir perde gibi uzanırken, akıntının ortasında sisler yükselir. Geceye dönen ışıkta nehir neredeyse siyaha bürünür, içindeki girdaplar belirsiz karanlıkları çoğaltır.

Derine, çok daha derine indiğimizde, nehrin dibindeki karanlıkta aniden mor çizgiler ve parıltılar yanıp söner; sanki gizli bir nabız atıyormuş gibi bir dalgalanma olur. Yosunların, iri kayaların arasından devasa bir gölge kımıldar. Ucu bucağı görünmeyen karanlıkta duran muazzam varlık, bu parıltıların etkisiyle belki de uykusundan uyanıyordur. Su altındaki sesler boğuk bir uğultuya dönüşür; büyüsel bir titreşim dalga dalga yayılır. Ve sonra her şey, yeniden soğuk ve karanlık sessizliğe gömülür.

More Chapters