Handa tütün dumanı duvarlara sinmişti. Nefes almak bile eziyete dönüşüyordu.
İnsanlar Tanrı'nın Parmakları hastalığından muzdaripti. Sanki bu illet, insanı insan yapan her şeyi söküp alıyor, geriye yalnızca boş bir kabuk bırakıyordu.
Barın yüksek sandalyesinde Baldor'un bira getirmesini bekliyordum. Baldor ile konuşmanın başka yolu yoktu.
Her gece olduğu gibi birkaç köylü zoraki dansını mükemmel şekilde sürdürüyor, yaşlı hancı Baldor kusursuz bir şekilde bira dağıtıyordu, piyano çalan kadın harika çalıyordu.
— Bir türlü sarhoş olmayan köylüler: "Bira! Buraya da bir daha! Bira, bira!"
Baldor yanıma geldi ve bir tahta kupa bira uzattı:
— Hoş geldiniz…
Umutsuzca sordum:
— Albert'i gördün mü, Baldor? Onlar nerede?
Baldor aynı tuhaf gülümsemeyle cevap verdi:
— Harika pişmiş etlerimiz var… Takas yapalım.
Birayı bir dikişte bitirdim, boş tahta kupayı masaya çarptım; ahşap çatırdadı.
Baldor gözünü bile kırpmadı.
Köylüler de sağır bir duvar gibi bakmadı, aynı hengâmelerine devam ediyorlardı.
Baldor yine aynı mükemmel gülümsemesiyle dedi:
— Harika pişmiş etlerimiz var… Takas yapalım.
Köydeki diğer insanlara ne olduğunu öğrenmenin yolu kalmamıştı.
"Artık burada kalamam," diye düşündüm.
Masaya bir bozuk para attım.
Dışarı çıkmak için başımı çevirdiğimde, kupanın çıkardığı sese gözlerini diken iki kişiyi fark ettim.
Her gece tabureye çıkıp handakilere bedava bira ısmarlayan küçük maceracı ve güzel, kızıl saçlı elf hizmetkârı…
Bir haftadır hep aynı şeyleri yapıyorlardı.
Onları da hasta sanmıştım.
Ama bu gece farklıydı.
Elf hizmetkârın elinde boş bir H-Pot parlıyordu.
Böyle bir serveti, ölümün eşiğinde bile kimse kolay kolay harcamazdı.
Ayağa kalktım ve adımlarımı heyecanla onların masasına çevirdim.
Elf hizmetkâr kılıcına uzandı. Kasları gergin, duruşu dengeliydi; efendisini korumaya hazır bir kalkan gibi hareket ediyordu.
Ellerimi pelerinimden çıkarıp sakinleşmeleri için kendimi tanıttım:
— Ben Orion. Efendim Deadline René'nin sadık hizmetkârıyım. Köyden bir yardım çağrısı aldım.
Küçük maceracının gözleri büyüdü. Neşesi bir anda yok oldu; boğazı kurumuş gibi yutkundu.
Elf hizmetkâr kılıcını kavrarken ürperdi. Tüyleri diken diken olmuş, bakışları görünmez bir tehlike ararcasına keskinleşmişti.
Ama etrafta hiçbir şey değişmemişti.
Köylüler hâlâ dans ediyor, piyano aynı melodiyi çalıyordu.
Baldor'un gülümsemesi ise donmuş bir maske gibiydi.
