Sabah gözlerimi açtığımda başımda her zamanki gibi bir ağrı vardı. Dün gece yine fazla kaçırmışım. Yataktan kalkıp mutfağa yürüdüm. Musluğu açtım, hiçbir şey gelmedi. Birkaç kere daha denedim, belki biraz su gelir diye. Yok.
"Lanet olsun," diye mırıldandım.
Plastik kovayı alıp kapıya yöneldim. Ayakkabılarımın bağcıkları çözüktü. Eğilip bağlamaya üşendim. Öylece sürüyerek merdivenlerden inmeye başladım.
Kapı aralandı. Jane Teyze'nin suratı göründü. "Yine su yok mu?"
"Evet teyze."
"Sen geçen ayın aidatını da ödemedin. Böyle gidersen ohoo..."
"Biliyorum teyze, biliyorum," diyerek sözünü kestim ve inmeye devam ettim.
Dışarı çıktığımda güneş gözlerimi kamaştırdı. Sokak her zamanki gibiydi. Karşıdaki bakkalın önünde birkaç çocuk, yolun ortasında top oynuyordu. Bizim apartmanın önünde park etmiş arabaların üzerinde sefil bir kedi yatıyordu.
Çeşmeye doğru yürürken eski ilkokulumun önünden geçtim. Tam orada, babam okulun ilk günü beni bırakmıştı."Seni çıkışta alacağım" demişti. O gün okul çıkışı kapıda bir saat beklemiştim. Sonunda öğretmenim beni eve bırakmıştı.
Çeşmenin başında sıra vardı. Arkada beklemeye başladım. Önümdeki yaşlı adam elindeki gazeteyi okuyordu. Başlık dikkatimi çekti: "Son 5 yılda 20 kayıp vakası". Gözlerimi hemen kaçırdım.
Sıra bana geldiğinde kovayı doldurdum. Ağırlaşan kovayı iki elimle tutarak geri dönmeye başladım. Yolda parkta oturan Sean Amca'yı gördüm. Elinde her zamanki gibi içki şişesi vardı.
"Oğlum Travis!" diye seslendi. "Gel buraya, bir şey söyleyeceğim."
Yanına gittim. "Ne oldu amca?"
"Baban gibi olma sakın," dedi sarhoş sarhoş gülerek. "O da senin yaşlarındayken böyleydi. Bak sonra ne oldu."
"Babam içki içmezdi." dedim sertçe.
Sean Amca alaycı bir şekilde gülümsedi. "Demek öyle biliyorsun."
Kovayla eve doğru yürümeye devam ettim. Apartmanın merdivenlerini çıkarken bir ses duydum. Yukarıdan ayak sesleri geliyordu. Bizim kattan yukarısı boştu. Zaten en üst kat bizdik.
Durup dinledim. Sesler kesildi. Belki de kulağıma öyle gelmişti.
Kovayı mutfağa bıraktım. Yol boyunca ağırlığından dolayı sallaya sallaya getirdiğim suyun yarısı dökülmüştü. Buzdolabının üzerindeki fotoğrafa baktım. Babamla ben, ben sekiz yaşımdayken çekilmiş bir fotoğraf. İkimiz de gülüyorduk.
"Keşke şimdi burada olsaydın," dedim fotoğrafa. "Ne yapmam gerektiğini söylerdin belki."
Fotoğraftaki babam gülümsemeye devam ediyordu. Cevap vermiyordu tabii.