LightReader

Chapter 36 - GÖLGENİN ÇAĞRISI

(Ateş'in Anlatımı)

Gece her zamankinden daha ağırdı.

Karanlık, benim dostumdu; sessizliğe alışkındım. Ama o gece sessizlik bile bana huzur vermedi. Gölgelerin içinde dolaşırken zihnimde bir uğultu vardı. Sanki görünmez bir el, ruhumun kapılarını aralıyordu.

Ve o uğultunun içinden bir ses geldi.

Fısıltı kadar hafif, ama yüreğimi sarsacak kadar güçlü bir ses:

"Gel…"

Bir an donakaldım.

Kendi aklım bana oyun mu oynuyordu? Yıllardır gölgeler arasında yaşamış, insanların korkularını yüzlerinde okumuş biriydim. Benim için sesler, çığlıklar, korkular yabancı değildi. Ama bu farklıydı. Bu ses kanıma işliyordu.

Gözlerimi kapattım. Onu gördüm.

Yine o kız…

Gözlerinde korku ile merakın birbirine karıştığı, her bakışında bana meydan okuyan ama aynı anda benden kaçamayan o kız. Benim karanlığımın içine doğmuş gibi duran biri.

"Beni çağırıyorsun," diye mırıldandım kendi kendime. Sesim neredeyse kükremekle fısıldamak arasında kaldı.

Ama o burada değildi. Yine de hissettim: Sanki parmak uçlarımdan, zihnimin en derin köşelerine kadar onun izleri dolaşıyordu.

Kendi kendime sormalıydım:

O gerçekten mi beni çağırıyordu? Yoksa bu, içimde sakladığım arzuların bana oynadığı bir oyun muydu?

Derin bir nefes aldım. İçimdeki iki Ateş çarpışıyordu.

Biri, onun varlığını kendi karanlığımın içine çekmek isteyen yanım.

Diğeri, ona yaklaşmamam gerektiğini bilen, ama buna engel olamayan yanım.

Onu düşünmek bile huzursuz edici bir zevkti. Korkuyordu, evet. Ama o korkunun ardında başka bir şey daha vardı: Bir bağlılık, bir davet… Sanki kendi gölgelerimden kaçmıyordu, aksine adım adım onlara doğru yürüyordu.

Bir an için hayal ettim:

Ellerim onun tenine değse, bakışlarım ruhuna dokunsa… Beni durduracak ne vardı?

Hiçbir şey.

Ama aynı anda, zihnimde sert bir ses yankılandı:

"O senin karanlığına dayanamaz. Ona dokunursan, yanar."

İçimde fırtına koptu. Gölgeler duvarlarda kıpırdandı, sanki ruh halimle birlikte onlar da şekil değiştiriyordu. Benim gibi. Kararsız. Kendi karanlığına zincirlenmiş.

Ama ne yaparsam yapayım, kulağımdan o fısıltı gitmedi.

"Gel…"

Beni çağırıyordu. Belki farkında olmadan, belki bilerek.

Ve ben ilk kez, kendi gölgelerimin değil, bir başkasının fısıltısına esir olmuştum.

Başımı gökyüzüne kaldırdım. Gece, her zamanki gibi yıldızsızdı. Ama içimde biliyordum: Onun gözleri, bana yıldızsız geceleri bile unutturacak kadar parlaktı.

Kendi kendime, hiç kimseye söyleyemeyeceğim bir söz fısıldadım:

"Eğer gerçekten beni istiyorsan… bunun bedeli olacak."

Ve o an, fark ettim.

Ben artık sadece Azra'yı izleyen biri değildim. O, kendi elleriyle beni hayatına çağırmıştı.

Ve ben, çağrılan hiçbir yere boş dönmezdim.

---

More Chapters