Haru ayağa fırladı, donakalmıştı. Kekeleyerek konuştu:
— S-sen ne diyorsun? B-ben Aki falan değilim!
Akira, yere bakmaya devam ediyordu.
— İtiraz etmene gerek yok. Seni krallık kurallarına göre cezalandıracağım.
Haru hemen karşı çıktı:
— B-ben masumum! A-Aki'ye ne olduğunu bilmiyorum!
Akira, sert bir bakışla Haru'ya döndü:
— Merak ettiğim tek şey… Neden kendini öldürerek ruh tekniğini kullandın ve abinin bedenine girip onu öldürdün?
Haru'nun elleri titremeye başladı. Dişlerini sıkarak fısıldadı:
— Ben yakalanmış olamam… hayır… hayır!
Elinden mavi bir enerji çıkmaya başladı.
— Seni burada öldüreceğim! Böylelikle kimse öğrenmeyecek!
Akira, Setsuna'yı çekti ama hâlâ oturuyordu.
— Beni mi öldüreceksin?
Haru, mavi enerjiden bir zincir oluşturdu.
— Evet! Ben askerler arasında bile çok yetenekliydim. Senin gibi bir velet beni yenemez!
Zinciri sertçe Akira'ya doğru savurdu. Fakat Akira, zinciri eliyle zorlanmadan tuttu. Yavaşça ayağa kalktı; Setsuna'sı ve vücudu mor renge bürünmeye başlamıştı. Yan bir şekilde Haru'ya baktı. Haru korkunç bir aura sezdi… Bu, yüzlerce insan öldüren bir katilin aura'sıydı. Korkudan tüm vücudu titremeye başladı.
— S-sen… Setsuna'nın z-zalim sahibi V-Valen'sin!!
Akira soğuk sesiyle konuştu:
— Şimdi anlat.
Haru, savaşırsa kazanamayacağını anlamıştı. Sadece baskısı ve korkunç auradan dolayı zaten kaybetmişti. Yine de ölmek istemiyordu.
— B-beni rahat bırak!
— Bir katili neden bırakayım ki?
Haru bağırdı:
— Sen yüzlerce insan öldürdün!
Akira ciddi bir ses tonuyla konuştu:
— Aramızdaki fark, ben bu işi isteyerek yapmıyorum.
Haru şaşırdı.
— O zaman neden?
Akira soruya cevap vermedi, geçiştirdi:
— Her neyse… Seni öldürmeden önce bunu neden yaptığını öğrenmek istiyorum.
Haru sessiz kaldı, sonra yumruklarını sıktı.
— Çünkü abimi kıskanıyordum…
— Kıskanmak mı?
Haru devam etti:
— İlkokuldayken bir kızla tanıştım. Liseye kadar birlikte okuduk, iyi arkadaşlardık ama ben onu arkadaşlıktan öte seviyordum. Ona olan hislerimi hiç söylememiştim. Lisenin sonunda, mezuniyette tüm cesaretimi topladım ve ona sevgimi itiraf ettim. Fakat beni reddetti. Abimle tanıştığından beri onu sevmeye başlamıştı. Sevdiğim kız askerlere meraklıydı. Ben de yetenekliydim, bu yüzden asker oldum ve ona yaklaşmaya, beni sevmesini sağlamaya çalıştım. Ama iki sene sonra abim Haru ile evlendi… Yıkılmıştım. Tüm hayatım boşa gitmiş gibi hissediyordum. Bir yıl boyunca hayatım boş geçti, artık hiçbir şeyi umursamıyordum. Fakat bir gün sarayda bir dedikodu duydum: Saraydan biri kendini öldürüp ruh tekniği kullanarak başkasının bedenine girmiş…
Akira düşünceli bir ses tonuyla konuştu:
— Ve sen de bu yüzden kendini öldürdün.
Haru elini gözlerine götürdü:
— Abimi çok severdim ama son zamanlarda ondan nefret etmeye başlamıştım. Her şeyi planladıktan sonra onun yanına gittim ve beni takip etmesini sağladım. Köyden uzaklaştıktan sonra kılıcımla kendimi öldürdüm. Ölmeden önce yasaklı tekniği kullandım. Abim geldiğinde ölü bedenime baktı ve gözyaşlarına boğuldu. O sırada ben onun bedenine girdim ve ruhunu öldürdüm… Sadece bedenini değil, hafızasını da ele geçirdim. Ve iki ay boyunca abimin kişiliğini taklit ettim. O iki ay, hayatımın en güzel zamanıydı…
— O zaman sevdiğin kadın Yuzuki oluyor…
— Evet… Onu her şeyden çok seviyorum.
Akira, elindeki kılıcı Haru'nun boynuna doğru götürdü.
— Merakımı giderdiğin için teşekkür ederim… Şimdi seni öldüreceğim.
Haru öldürülme isteğini sezmişti. Anlık bir karar verdi ve odasına kaçtı. Kapıyı kilitledi. Yuzuki yatak odasında değildi. Kapıya yönelip bağırdı:
— Yuzuki! Acil, buradan gidiyoruz!
Kapıyı açmaya çalıştı ama açılmıyordu; sanki bir enerji onu tutuyordu. Arkasından cam kırılma sesi geldi. Bu, bahçenin kapısının sesiydi. Akira yatak odasına girdi ve soğuk sesiyle konuştu:
— Kaçacak bir yerin yok, Aki.
Haru kaçamayacağını anladı. Ölümü kabullenmekten başka çaresi yoktu. Akira mor bir enerji dalgasıyla Haru'yu duvara çarptı ve enerjisiyle onu sabitledi.
Haru tavana bakarken derin bir nefes aldı:
— Keşke bu rüya gibi hayatı biraz daha yaşayabilseydim…
Akira, Haru'ya doğru yaklaşmaya başladı. Tam o sırada yatak odasının kapısı açıldı. İçeri Yuzuki ve Seraphina gülerek girdi. Gördükleri manzara karşısında donakaldılar. Yuzuki hemen Haru'nun yanına gitti.
— Haru, iyi misin? Burada neler oluyor?!
Haru cevap vermedi. Elini Yuzuki'nin yanağına götürdü:
— Seni seviyorum, Yuzuki.
— Ben de seni… Ama neden şimdi böyle dedin ki?
Seraphina, Akira'ya baktı:
— Neler oluyor?
Akira soğuk sesiyle cevap verdi:
— O Haru değil. Bu adam, kendi abisini… yani Yuzuki'nin eşi Haru'yu öldürdü.
Yuzuki hâlâ anlamamıştı.
Akira devam etti.
— O aslında Aki.
Yuzuki bunun bir şaka olduğunu düşündü çünkü Aki ölmüştü.
— Böyle şakalar yapmak iyi değil—
Haru'nun gözlerinden yaşlar akıyordu:
— Özür dilerim Yuzuki… özür dilerim…
Yuzuki donakaldı.
— B-bu olamaz…
Akira enerjisiyle Haru'yu duvara bastırdı.
— Haru iki ay önce öldü. Kaybın için üzgünüm.
Yuzuki'nin gözlerinden yaşlar süzüldü.
— Aki… bunu neden yaptın?!
— Çünkü seni çok seviyorum… Ama sen beni istemedin.
Yuzuki dizlerinin üstüne çöktü, gözyaşları sel gibi akıyordu. Akira ağır adımlarla Haru'ya doğru yürüdü. Kılıcını saplamak için geriye çekti. Haru gözlerini kapattı; artık öleceği kesindi.
Akira kılıcı sapladı. Kanlar yere dökülmeye başladı… ama beklenmeyen bir şey oldu. Yuzuki, Haru'nun önüne geçmişti ve karnına saplanan kılıcı daha ileri gitmemesi için tutuyordu.
Akira ve Seraphina donakaldı.
— Yuzuki!! — diye bağırdı Seraphina.
Haru, Seraphina'nın çığlığını duyunca gözlerini açtı. Karşısında, karnından kanlar akan Yuzuki duruyordu. Haru'nun gözyaşları sel gibi aktı.
— Yuzuki…
Akira anlam veremiyordu.
— Neden?! Neden bunu yaptın! O senin eşini öldürdü!!
Yuzuki titreyen vücudunu durdurdu ve Akira'ya kararlılıkla baktı:
— Çünkü Haru ve Aki… benim yaşama sebebim. Her ne kadar Aki'yi asla affedemeyecek olsam da onun ölmesine müsaade edemem.
— Ama şimdi sen öleceksin!
— Bunun bir önemi yok…
Akira'nın elleri titremeye başladı. Dişlerini sıktı.
— Özür dilerim, Yuzuki.
Akira kılıcını ileri itti. Yuzuki'nin parmakları koptu ve kılıç arkasındaki Haru'nun kalbine saplandı. Haru gözlerini kapatmadan önce son kez konuştu:
— Benim yüzümden sen de öldün… berbat bir insanım…
Yuzuki, gözyaşlarıyla gülümseyerek Akira'ya baktı:
— Çok zalimsin… Umarım mutlu olmuşsundur…
Yuzuki'nin de gözleri kapandı. Akira kılıcını çekti, iki ceset yere düştü.
Sato gülümseyerek içeri girdi. Yerdeki cesetleri görünce şaşırdı.
Akira bahçeye çıkarken Sato'ya baktı:
— Cesetleri temizler misin?
Sato başını salladı. Seraphina ise Akira'yı takip etti. Akira bahçedeki uzun koltuğa oturdu. Ellerini başına koydu, yüzünde korkunç bir ifade vardı.
— Masum birini öldürdüm… Onu ben öldürdüm…
Seraphina, Akira'nın yanına oturdu ve onun başını kendi omzuna yasladı.
— Bu senin suçun değil. O kızın kılıcın önüne atlayacağını bilemezdin.
— Dikkatli olsaydım bu olmazdı!
— O, eşinin katilini korumak için intihar etti. Bu senin suçun değil. Sen sadece işini yapıyordun.
Akira'nın yüzündeki korkunç ifade yavaşça azaldı. Seraphina'ya bakıp gülümsedi:
— Sen olmasan çoktan kafayı yerdim herhalde.
— İyi ki varmışım, kıymetimi bil! — diye gülümsedi Seraphina.
Sato yanlarına geldi:
— Cesetleri gömdüm, kanı da temizledim. Şimdi Bayan Makise'ye rapor vermek için Eldravon'a dönmemiz lazım.
Akira ayağı kalktı.
— Tamam, teşekkür ederim. Artık gidelim.
Böylece köydeki görevlerini tamamladılar ve Eldravon'a doğru yola çıktılar. Gündoğumu olduğu için etraf çok güzel görünüyordu. Üçlü sessiz bir yolculukla On İkili Saray'a vardılar.
Akira saraya girer girmez odasına çıktı, kıyafetlerini çıkarıp duşa girdi. Suyun altında aynaya bakarken uzun uzun düşündü; bu onu rahatlatıyordu. Kanlı kılıcı Setsuna'yı da güzelce temizliyordu. Ancak bir anda yerdeki suyun rengi kan kırmızısına döndü ve duş başlığından kan akmaya başladı.
Akira suratını yere çevirdi; bunu daha önce çok yaşamış gibiydi. Aynaya baktığında arkasında Haru ve Yuzuki'nin cesetlerini gördü. Akira irkildi.
Cesetler Akira'nın vücudunu ısırmaya ve etlerini koparmaya başladı. Korkunç bir sesle konuşuyorlardı:
— Bizi öldürdün!
— Sen bir zalimsin!
Akira'nın bedeni titriyordu ama tepki veremiyordu. Kılıcı Setsuna'dan kanlar akıyordu. Bu sefer birçok farklı ses duydu:
— Hepimizi öldürdün!
— Sen günahkarsın!
Seraphina banyonun kapısını tıklattığında Akira'nın gördüğü kanlar ve cesetler yok oldu.
— Yine halüsinasyon mu görüyorsun? — diye sordu Seraphina.
— Evet.
— Anladım… Bir şeye ihtiyacın olursa bana söyle.
— Tamam, söylerim.
— Bugün bir planın var mı? Birlikte dışarı çıkabiliriz.
— Önce Yui'nin mezarına uğrayacağım, sonra Saki ile buluşacağım.
Seraphina yumruklarını sıktı.
— O zaman seni rahatsız etmeyeyim.
Saki'ye kaybetmemeliyim… diye düşündü.
Odadan çıkmadan önce son bir soru sordu.
— Makise'ye rapor vermeye gidiyorum. Ona bir şey söyleyecek misin?
— Ona raporu ben vermek istiyorum.
— Tamam, odasında bekliyor.
Seraphina, Akira'nın odasından çıktı. Akira da duşu kapattı, kurulandı, giyindi ve beline kılıçlarını takarak odasından çıktı.
Büyük koridorlarda Makise'nin odasına doğru yürürken önünde bir çocuk koşturuyordu. Akira şaşırdı; çünkü Makise gibi birinin saraya çocuk sokması imkânsızdı. Çocuğun yanına gidip el salladı:
— Merhaba, burada ne yapıyorsun?
Çocuk ona baktı:
— Üzgünüm, söyleyemem. Makise abla saraydakilerle konuşmamı istemiyor.
Akira gülümsedi.
— Öyle mi? Ama ben Makise ablanın arkadaşıyım.
Çocuk tam cevap verecekken Makise'nin odasından bir ses geldi:
— İkiniz de buraya gelin.
Çocuk koşarak içeri girdi. Makise, güler yüzle koltuğunda oturuyordu. Çocuğa sarıldı.
— Bayan Makise, bu çocuk kim? — diye sordu Akira.
Makise çocuğun yanaklarını sevdi:
— Sonra anlatacağım. Önce görev raporunu ver.
— Söylediğin gibi Elder Köyü'ne gittik. Sağ gözüm sayesinde ruhu hızlıca buldum. Emin olmak için onların evine gidip bir gün orada kaldık. Emin olduktan sonra ruhu öldürdüm. Fakat ruhun sevdiği kız onun önüne atladı ve bu yüzden bir masum ölmüş oldu.
Makise, Akira'ya döndü:
— Hmm… boşver, önemli değil. Masumlar hep ölür.
Akira çocuğa baktı:
— Artık anlatacak mısın?
Makise başını salladı ve çocuğu kucağına oturttu:
— Bak Himari, bu abin Akira. Benim en değerli askerimdir, çok iyi bir insandır kendisi.
Çocuk ayağa kalktı ve Akira'ya sarıldı:
— Akira abi!
Akira diz çöküp çocuğun başını okşadı:
— Sen ne kadar tatlısın böyle…
Çocuk kıkır kıkır gülüyordu.
Makise gülümsedi.
— Onu ormanda buldum. Ailesi yoktu, tek başınaydı. Saraya getireyim dedim. Aslında o da ailesiyle birlikte ölmüştü. Yetenekli olsa gerek, yanlışlıkla ruh tekniğini kullanıp başka bir çocuğun bedenine girmiş.
Akira'nın suratı bir anda dondu. Elleri titremeye başladı. Sert bir bakışla Makise'ye döndü.
Makise kapıya doğru yürüdü.
— Ama bunun için bir çocuğu yargılayamayız, değil mi? Sonuçta o ne yaptığını bile bilmiyordu.
Akira soğuk bir sesle fısıldadı:
— Ma-ki-se…
Makise ağzını Akira'nın kulağına yaklaştırdı ve kısık sesle konuştu:
— Ortalığı temizlemeyi unutma… benim bir numaralı piyonum.
Makise yavaşça odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Akira çocuğa donmuş bakışlarla bakıyordu.
Çocuk hiçbir şey anlamamıştı. Gülerek söyledi:
— Hadi oyun oynayalım Akira abi!
———
Akira, sarayın terasında tek başına oturmuş, sessizce manzarayı izliyordu. Eliyle kara kılıcının üstündeki kanı yavaşça bir bezle siliyordu. Terasın kapısı açıldığında içeri biri girdi ve sessiz adımlarla Akira'nın yanına oturdu.
Akira kılıcını kınına koydu.
— Ne var, Reina?
Reina derin bir iç çekti.
— Bu sefer nasihat vermek için gelmedim, merak etme.
Akira, Reina'ya döndü.
— O zaman ne için geldin?
Reina cevapladı:
— Arisawa Riven…
Akira'nın sesi bir anda buz gibi oldu.
— Arisawa'ya ne olmuş?
Reina devam etti:
— Biliyorsun, üç senedir hizmetçileri hariç kimse onu görmedi. Ne konsey toplantılarına geliyor ne de odasından çıkıyor. Onun uyuşturucu bağımlısı olduğu söyleniyor.
Akira soğuk ses tonunu koruyarak konuştu:
— Evet… bağımlıydı.
Reina derin bir nefes aldı.
— Beni Akabane gönderdi. Konsey şu anda Arisawa'yı bir üye olarak kabul etmiyor ve onu sarayından atmak istiyorlar.
Akira sordu:
— Benden ne yapmamı istiyorsun?
— Akira, sen Arisawa ile epey yakındın. Akabane, onu yakın zamanda görmüş olabileceğini düşünüyor.
Akira ayağa kalktı.
— Üzgünüm… ama ben de onu üç senedir görmüyorum.
Aşağıya doğru yürümeye başladı. Reina arkasından tekrar seslendi:
— Akira, onu görmeye gidebilir misin? Muhtemelen seni içeri alır.
Akira merdivenlerden inmeye devam etti.
— Hayır. Uyuşturucu bağımlısı bir şerefsizi görmeye gidemem.
Hızlı adımlarla merdivenlerden indi, saraydan çıktı. Eldravon'un sessiz sokaklarının arasından geçerek şehrin dışındaki bir mezarlığa yöneldi. Orada, üstünde "Yui Volt" yazan mezarın önünde durdu ve sessizce yere çömeldi. Yanında getirdiği tohumları mezara serpti, ardından sulamaya başladı. Kendi kendine konuştu:
— Ben geldim, Yui. Bir süredir gelemediğim için özür dilerim… Sürekli art arda görevlerim oluyor, meşgul oluyorum…
Bir süre sessizce mezara baktı.
— Bu sefer büyükannemin verdiği tohumları getirdim. Çok güzel çiçek açtıklarını söyledi. Büyükannemin bu tarz şeylerle uğraşması nedense çok komik!
Akira kendi kendine konuşmaya devam ederken, mezarlığa yapılı bir adam girdi ve Yui'nin mezarına doğru yürüdü. Mezarlıkta birinin daha olduğunu görünce şaşırdı. İçinden geçirdi: "Bu da kim böyle? Yui'nin mezarında ne işi var?"
Elindeki çiçeği mezarın üzerine bıraktı ve çömelmiş halde duran adama baktı. Bir anda mutlu bir ses tonuyla bağırdı:
— Akira!!
Ses Akira'ya bir yerden tanıdık geldi. Adamın yüzüne dikkatlice baktı ve bir anda ayağa fırladı.
— Raiga!
Raiga, Akira'nın omzuna vurdu.
— Görüşmeyeli dört sene mi ne oldu?
Akira heyecanlı bir ses tonuyla konuştu.
— Evet, bayağı oldu… Görüşmeyeli nasılsın?
— İyiyim. Askerliğe nazaran hayatımda kötü giden bir şey yok. Sen nasılsın?
— İyiyim diyemeyeceğim… Bu arada seni burada ilk defa görüyorum.
Raiga hafifçe güldü.
— Biliyorsun, Eldravon'dan ayrılıp uzak bir köye yerleştim. Buraya gelmem uzun sürdüğü için çok nadir geliyorum.
Akira iç çekti.
— Ben de askerden ayrılıp uzak bir yere yerleşmek isterdim.
— Neden, yapamaz mısın?
Akira'nın yüzü bir anda asıldı.
— Karmaşık olaylar yaşandı… ve sonucunda özgürlüğümü kaybettim.
Raiga şaşkınlıkla baktı.
— Adına üzüldüm. Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?
— Hayır, teşekkür ederim.
Raiga'nın gözü Akira'nın armasına kaydı.
— Ünvanın bizim köye kadar ulaştı. Büyük işler başarmış olmalısın.
— Güzel bir ünvanım olduğu söylenemez.
Raiga tekrar gülümsedi.
— Sana neden "Zalim Valen" dediklerini anlamıyorum. Oysa ki çok iyi bir insansın.
Akira belindeki kılıcına dokundu.
— Raiga… Ben çok değiştim. Artık sandığın Akira değilim.
Raiga'nın yüzü ciddileşti.
— Anlıyorum… Zor seçimler yapman gerekmiş olmalı.
— Öyle bir şey…
Bir süre sessizlik oldu. Ardından Raiga sordu:
— Peki, evlendin mi?
— Hayır ama Seraphina ile birbirimizi seviyoruz. Ya sen, evlendin mi?
Raiga gururla konuştu.
— Evet, evlendim. Hatta küçük bir kız çocuğum bile var.
Akira şaşkınlıkla baktı.
— Bu harika. Senin adına sevindim.
Raiga, Akira'ya doğru mutlu bir ifadeyle yaklaştı.
— Evimize misafir olarak gelmek ister misin?
— Bu çok iyi olurdu ama maalesef bugün meşgulüm. Ayrıca gittiğim yerlerde genelde hoş karşılanmam.
— Sorun yok. Onlara ünvanının saçma olduğunu göstereceğim. Zaten karım seni çok görmek istiyor. Yani, istediğin zaman bize gelebilirsin.
Akira düşündü.
— O zaman yarın geleyim mi?
— Tabii ki olur!
Raiga cebinden bir harita çıkardı.
— Bu, köyümüzün konumu. Biraz uzak olduğundan sabah erken çıkman gerekecek. Bir gece de bizde kalırsın.
— Tamam, teşekkür ederim Raiga.
Raiga, Yui'nin mezarına döndü.
— Burada, Yui'nin mezarında tekrar görüşeceğimizi kim bilebilirdi ki…
Akira da mezara döndü.
— Raiga… Onun ölümü için sana kızgın değilim.
— Biliyorum… Ama sonuçta o benim yüzümden öldü ve ben onun mezarına bile nadiren geliyorum.
— O burada olsaydı bizi böyle görmek istemezdi.
Raiga arkasını dönerek mezarlıktan çıkmaya başladı.
— Her neyse… Seni tekrar gördüğüme sevindim. Yarın senin için hayatında hiç yemediğin mükemmel yemekler yapacağım.
Akira hafifçe güldü.
— Sen öyle deyince daha çok heyecanlanıyorum.
Raiga, kapının önündeki atına binip uzaklaştı. Akira ise Eldravon'un yukarı kısımlarından birine doğru yürümeye başladı çünkü arkadaşı Saki ile bir akşam yürüyüşü planlamıştı.
Hava kararmaya başladığında Akira, şehrin içinden geçmeyerek yolu uzatarak buluşma yerine gitti. Çünkü şehirde tanınıyordu ve halk arasında kötü bir ünvan edinmişti. Oraya vardığında Saki onu bekliyordu.
— Hey, Saki!
Saki hemen yanına koştu.
— Akira… Geleceğini düşünmemiştim.
— Neden ki?
Saki'nin yüzü düştü.
— Geçen sefer aramız bozulmuştu…
Akira gülümsedi ve yürümeye başladı.
— Küçük bir şeyi o kadar taktığım için özür dilerim.
— Sorun yok. Ben de sana kötü şeyler söyledim… Özür dilerim.
— Aslında söylediklerinde haklısın. Gerçekten akıl sağlığım yerinde değil.
İkisi, Eldravon manzaralı sessiz yürüyüş yolunda ilerliyordu.
— Öyle deme. Bence gayet normalsin. Halk biraz abartıyor.
Yürüyüş yolunda koşu yapan iki kişi onları görünce yollarını değiştirdi.
— Hey, baksana… Şu Zalim Valen değil mi?
— Kesinlikle o! Ondan uzak duralım. Zarar görmek istemiyorum!
Akira'nın yüzü asıldı. Saki, onun omzuna dokundu.
— Onları kafana takma.
Parmağıyla bankı işaret etti.
— Hadi, oturalım.
İkili oturdu. Karşılarında Eldravon'un gece manzarası vardı. Her yer ışıklarla aydınlanmıştı ve yukarıdan görünüm gerçekten büyüleyiciydi. Şanslarına o gece havai fişekler patladı. Saki yavaş yavaş Akira'ya yaklaştı.
— O gün kavga etmeden önce bana bir şey demek istiyordun, değil mi?
Saki gözlerini havai fişeklerden alamadı.
— Manzara çok güzel, değil mi?
— Güzel…
— Bu Eldravon'da üç ayda bir olur. Rivayete göre aşıklar bugün buluşur ve hislerini birbirlerine anlatırlarmış.
— Ne demeye çalışıyorsun?
Saki, Akira'nın elini tuttu ve ona döndü.
— Akira… Ben seni seviyorum.
Akira şaşkınlıkla ona baktı, ardından gülümsedi.
— Ben de seni seviyorum.
Sağ eliyle Saki'nin yanağını tutup yavaşça dudağından öptü. Saki, iki eliyle Akira'nın başını arkasından kavradı. Fakat bir anda karnında bir şey hissetti. Hemen ayağa kalktı. Karnına baktığında kan aktığını gördü. Donakaldı.
Akira'nın elinde kanlı bir kılıç duruyordu.
Saki gülümsedi.
— Ne zaman anladın?
Akira ayağa kalktı.
— İlk tanıştığımızdan beri biliyordum. Fakat amacını anlamak için seni öldürmedim.
Saki elini karnına götürdü.
— Peki, amacım neymiş?
Akira soğuk bir sesle konuştu.
— Bu bedeni ele geçirdikten sonra kimsenin senden şüphelenmesini istemedin. Bu yüzden herkesin korktuğu benimle yakınlaşmaya çalıştın. Böylelikle kimse senden şüphelenmeyecekti.
Saki, Akira'ya doğru yaklaştı.
— Başta öyleydi… Ama sonra seni gerçekten sevmeye başladım. Bizim yaşadığımız her an benim için gerçekti…
Akira sertçe Saki'ye döndü. Yüzü karanlıkta görünmüyordu. Arkasında devasa iki göz belirdi. Soğuk ve kısık bir sesle konuştu:
— Geber, lanet ruh.
Saki sertçe yere düştü. Akira ise bankın yanındaki ağacın altını kazmaya başladı.