Hayatıma adeta bir asteroid gibi düşmüştü. Ani, şiddetli. Ama sarsıntıları henüz dinmemişti.
Beklediğim kişinin o olduğuna emindim, ama belli ki geç kalmıştım. Şimdi... yanında bir kız vardı.
Osana:
"Tanrı aşkına Senpai! Yine uyanamadın mı? Bu seferki bahanen ne?!"
Taro:
"Affedersin... seni bekletmek istemedim. Sadece... işler yolunda gitmedi. Ve yanına gelirken bir kıza çarpt-"
Osana:
"Ben senin şahsi alarmın değilim! Eğer beraber okula yürüyeceksek, kendin uyanmalısın!"
Şahsi alarm mı? Okula beraber yürümek mi? Cümlelerindeki ton sertti, ama gözleri anında kaçtı. Söyledikleri, hissettiklerini saklamaya çalışan birinin refleksi gibiydi.
Kimdi bu kız?
Aralarındaki bağ neydi?
Yoksa... çıkıyorlar mıydı?
Bir an onu kaybetme düşüncesi tüylerimi diken etmişti, henüz kazanamamış olmama rağmen...
Taro:
"Üzgünüm. Bu durum seni bu kadar rahatsız ediyorsa... belki de artık okula birlikte yürümemeliyiz?"
Osana:
"N-ne? Hayır, kastettiğim şey bu deği- her neyse! Bak, benimle öğle arasında çatıda buluşmanı istiyorum. Tamam mı?"
Taro:
"Ne? Neden?"
Osana:
"Ah, bu kadar yorucu olmayı kes Senpai! Sadece... orada ol, anladın mı?"
Taro:
"Peki... peki... orada olacağım."
Osana:
"Güzel."
Çatıda mı buluşacaklardı? Ama ne için? Aralarındaki etkileşim... sevgiliye benzemiyordu. Kızın ses tonu bir alarm gibiydi, ama bakışları gizlediği bir şeyi ele veriyordu. Çocuk ise tedirginliğini gülümsemesinin ardına gizlemeye çalışıyordu.
Kızın kim olduğundan emin değildim, ama emin olduğum bir şey vardı; bana çok rahatsız hissettirmişti. Şimdiden.
---
İkisi de arkasını dönüp uzaklaşmışlardı. Ama ben hâla oradaydım... donmuş gibiydim. Zaman sadece onlar için akıyor; benim için durmuş gibiydi. Ta ki günün ilk dersini haber veren okul zili kulaklarımda çınlayıp düşüncelerimi yarana dek.
Kendimi toparladım, ayağımın altında buzlar kırılıyormuşçasına dikkatle adım atarak merdivenlere yöneldim. Birinci kattaki sınıfıma doğru yürüyordum... beni bekleyen sürprizden habersizce.
Kapıyı açıp sınıfa adım attığımda gözlerim ilk önce her zamanki gibi sırama gitti. Ama sonra... onunla göz göze geldim; o kızla.
Buradaydı... benim sınıfımdaydı. Aynı dört duvar içindeydik. Aynı derslere katılıyorduk. Nasıl olmuştu da onu farketmemiştim? Aynı sınıftaydık ama benim gözümde o hiç var olmamış gibiydi. Bir gölgeydi, bir silüetti. Ta ki o oğlan hayatıma girene dek...
Daha fazla beklemedim, yavaşça yerime oturdum. Defterlerimi açarken bir yandan göz ucuyla onu süzüyordum. Neredeyse yere değen uzun, turuncu saçları vardı. Uçları sarıya doğru açılıyordu, iki yandan at kuyruğu modeliyle bağlamıştı. Turuncu gözleri kısa süreliğine benimkilere değdi. İçimde herhangi bir kıpırtı olmadı... sadece onu neden şimdi farkettiğimi sorguladım.
Öğretmenin ellerini çırpmasıyla irkildim. Ne zaman geldiğini anlamadım, kalemimi elime aldım ve başımı öne eğdim. Ama gözlerimin istemsizce o kıza kayacağını biliyordum.
---
İlk ders nihayet bittiğinde yerimden yavaşça doğruldum. Onun da kalktığını görünce bir an duraksadım, şimdi ne yapacağını merak ediyordum. Hemen yanında oturan sarışın kıza döndü. Saçlarını aynı şekilde bağlamışlardı, ama sarışınınki çok daha kısa ve dalgalıydı.
İkisi birbirine işaret verip beraber sınıftan çıktılar. İçimde aniden, açıklayamadığım bir dürtü belirdi; onları takip etmek istedim. Sessizce, dikkat çekmeden peşlerine düştüm. Merdivenlerden aşağı iniyorlardı, arkalarından gidiyordum ki, o an yanımdan geçen tanıdık bir sıcaklık hissettim.
Bu oydu, hayatımı değiştirebilecek oğlan. İkinci kattan aşağı iniyordu ve neredeyse omuzlarıma değecek kadar yakınımdan geçmişti.
Bana yakın olduğunu hissettiğim an, içimde bir şeyler koptu. Nefesim kesildi, kalbim boğazıma tırmandı. Sanki içimde boş bir sünger vardı ve o sünger birden suya atılmış gibi tüm duyguları içine çekmişti. Dizlerim titredi, kızardım. Ama o benden birkaç adım uzaklaştığında... hisler yavaşça azaldı. Yavaşça ona doğru çekilmeye başladım.
Peşinden indim, okul plazasına doğru ilerliyordu: kare biçimli binamızın tam ortasındaki geniş, ferah avluya. Kapıdan çıktı, tam ortadaki çeşmenin köşesine oturdu. Kolunun altındaki kitabı açtı. Onu sakınıyormuşçasına sıkı tutuyordu.
Daha net görebilmek için ağaçların arkasına saklandım. Sessizce yaklaşıp oradan izlemeye başladım.
Koyu gri hafif dağınık saçları oldukça ipeksi duruyordu. Bembeyaz teni, aynı tondaki koyu gri gözleriyle uyum içindeydi. Sayfalara dalmıştı. Bakışları satırlarda geziniyordu. Benim bakışlarım ise onda. Her kıpırtısını, her nefesini belleğime kazıyordum.
Kusursuzdu. Ona bakarken yüzümün kızarmasını engelleyememiştim.
Ama bu büyülü an uzun sürmemişti.
Cebimde titreşen telefon, bir taş gibi o anı parçaladı. İçimdeki sessizliği bozdu. Gerçeklik geri döndü...
---
Telefonumu çıkardım, ekranda tuhaf bir bildirim vardı. Tanımadığım birinden gelen bir mesaj...
?:
"Merhaba."
Bir an duraksadım, parmaklarım istemsizce titredi. Sonunda bildirime dokundum... ama doğru karar mıydı, emin değildim.
Ayano:
"Tanışıyor muyuz?"
?:
"Ne önemi var ki? Seni üst sınıflardan bir oğlanı takip ederken gördüm."
Nefesim kesildi. Kendimi daha şimdiden ele mi vermiştim? Başkası farkettiyse... o da farketmiş olabilir demekti. Ya beni garip bulduysa? Ya benden... tiksindiyse?
Ayano:
"Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalı..."
?:
"Bana rol yapmana gerek yok. Sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Onun yanındaki kız hakkında biraz bilgi istemez misin?"
Kalbim hızlandı. Bu bir tuzak mıydı? Yoksa gerçekten... bana yardım etmek mi istiyordu?
Ayano:
"Dinliyorum."
?:
"Oğlanın adı Taro Yamada. Ve yanındaki kız da Osana Najimi. Seninkine aşık... ve ona önümüzdeki cuma açılmayı planlıyor; okulun arkasındaki yaşlı sakura ağacının altında. Bilirsin... orada birine aşkını itiraf edersen seni reddetmeyeceğine dair bir inanç var."
Ayano:
"Bana bunları neden söylüyorsun?"
?:
"Çünkü Osana'nın başına 'talihsiz' bir şeyler gelseydi mutlu olurdum. Ve senin... ona hakettiğini verebilecek kişi olduğunu düşünüyorum."
Bu da neydi şimdi? Neden böyle bir şey istiyor olabilirdi? Bundan çıkarı ne olacaktı?
Ayano:
"Kimsin sen?"
?:
"Daha önce hiç İnfo-chan diye birini duydun mu?"
Ayano:
"Öğrencileri takip edip karanlık sırlarlarını toplayan, sonra onlara yüksek fiyatlara sattığı söylenen şehir efsanesi mi?"
?:
"Öyle de denebilir, ama bu sadece işin görünen kısmı. Ben... bundan daha fazlasıyım."
Cümleleri ekileyiciydi, ama kesinlikle güven verici değildi. Ona inanmalı mıydım, emin değildim...
Ayano:
"Yani sen İnfo-chan'sin, ve ben de buna inanacağım. Öyle mi?"
?:
"Telefonuna bir uygulama yüklendi, bir göz at."
Ekrandan çıktım, ve ana ekranımda beliren tuhaf simgeye bakakaldım. Daha önce hiç görmediğim bir uygulama yüklenmişti.
Ayano:
"Bu ne? Bunu nasıl yaptın?"
?:
"Endişelenmeni gerektirecek bir şey değil. Bana birkaç 'küçük' iyilik yaparsan sana işine yarayacak pek çok hizmet sunabilirim. Bilmen gereken her şey uygulamanın içinde."
Ayano:
"Diyelim ki seninle hiçbir şey yapmak istemedim, o zaman ne olacak?"
?:
"Eğer hizmetlerimle ilgilenmiyorsan, sorun değil. Beni görmezden gelebilirsin, bunu kişisel algılamam. Ama Osana'yı görmezden gelmemelisin. Unutma, yalnızca bir haftan var. Ondan kurtul."
---
Bir süre ekranıma baktım. Her şey çok ani gelişmişti. Bu kişi gerçekten İnfo-chan miydi? Eğer öyleyse, neden yardım etmek istiyordu? Osana gerçekten ona aşık mıydı? Senpai onun hakkında ne düşünüyordu? Her soru başka bir sorunun kapısına anahtar oluyordu. Düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
Başımı ekrandan kaldırdım. Hâla oradaydı, kitabını gömülmüştü. Ona bakmaya doyamadım, bu bile kaderimin onun elinde olduğunun kanıtıydı. Belki de mesaj atan kişi haklıydı. Belki de bir şeyler yapmam gerekiyordu. Eğer bu çocuğu gerçekten istiyorsam... onu Osana'nın eline bırakamazdım.
Onu korumalıydım... aramıza girecek olan herkesten.