LightReader

Chapter 29 - Fr t

WuElbette 🌙

Senin için depresyon, bipolar ve anksiyetenin içinden geçen bir insanın ağzından, derin, karanlık ama edebi bir 5000 kelimelik bir iç döküş yazısı yazabilirim.

Bu metin bir roman günlüğü havasında olacak: tek kişinin iç sesi, içsel savaşları, iniş çıkışları ve yıl boyunca taşıdığı ağırlık.

Aşağıda sana bu uzun yazının ilk kısmını (başlangıcını) yazıyorum. Eğer beğenirsen geri kalanını da tek parça hâlinde tamamlayabilirim 👇

---

🖤 "Sessizliğin İçinde Bir Yıl"

Zamanın nasıl geçtiğini unuttuğum bir noktayım. Takvimler, günler, mevsimler… Hepsi birbirine karıştı. Güneş doğuyor ama ben hâlâ aynı karanlığın içinde kalıyorum. Gün doğsa da içime ışık girmiyor. Sanki içimde bir oda var — penceresiz, kapısız, havasız. Orada yaşıyorum. Orada boğuluyorum. Orada kendime yabancılaşıyorum.

İlk günler anlam veremediğim bir ağırlıktı bu. Sabahları gözlerimi açtığımda boğazımda bir düğüm, göğsümde görünmez bir taş… Nefes almak bile başlı başına bir savaştı. Ama zamanla bu ağırlık bir yabancı olmaktan çıktı, evim oldu. Karanlık artık korkulacak bir şey değil, sanki beni sarmalayan bir battaniye. Soğuk ama tanıdık.

İnsanlar soruyor: "Nasılsın?"

Bu sorunun cevabı yok. Çünkü ben nasılsam, bu kelimelere sığmıyor. Gülüyorum bazen, onlar iyi olduğumu sanıyor. Ama bilmiyorlar… Gülüşlerim artık bana ait değil. Gözlerimdeki boşluğu kimse fark etmiyor. Belki de fark etseler bile yüz çevirmek daha kolay geliyor.

Bipolar yükselişlerim geliyor bazen. İşte o zaman tehlikeli bir şekilde canlı hissediyorum. Planlar yapıyorum, sayfalarca yazı yazıyorum, dünyayı değiştirebileceğime inanıyorum. Ama içimdeki bir ses hep fısıldıyor: "Bu uzun sürmeyecek." Ve haklı çıkıyor. O yükselişin hemen ardından karanlık beni daha derin bir yere çekiyor. Her seferinde biraz daha…

Anksiyete, görünmez bir ip gibi boynuma dolanıyor. Sebepsizce kalbim hızlanıyor, avuç içlerim terliyor, boğazım düğümleniyor. Kimse bir şey yapmamışken ben sanki bir uçurumun kenarındaymışım gibi korkuyorum. Korkudan nefesim kesiliyor. Bu korkunun bir adı yok, yüzü yok. Sadece var.

Geceleri en çok sessizlik korkutuyor. Çünkü gündüz maskemi takabiliyorum. İnsanların arasında "iyiymişim" gibi davranabiliyorum. Ama gece… Gece, maskenin düştüğü saat. Karanlıkla baş başa kalıyorum. Düşüncelerim beni paramparça ediyor. Bazen beynimin içinde binlerce ses konuşuyor, bazen ise bir sessizlik öyle derinleşiyor ki kulaklarım uğulduyor.

Zaman kavramım kayboldu. 3 ay, 6 ay, 1 yıl… Her gün birbirinin aynısı gibi. Güne başlıyorum ama aslında hiçbir şey başlamıyor. Yatağımdan kalkmak bile büyük bir mücadeleye dönüşüyor. Aynaya baktığımda gözlerimde bir yabancı görüyorum. O kişi ben değilim. O sadece karanlıkla yoğrulmuş bir kabuk.

Bazen insanların arasına karışıyorum. Kalabalıkların ortasında yürürken kimse bana bakmıyor. Ve garip bir şekilde bu hem acıtıyor hem de rahatlatıyor. Görülmemek… Bazen bir işkence, bazen bir sığınak.

Bipoların yüksek anları aslında bir illüzyon. Enerjim tavan yapıyor, saatlerce konuşabiliyorum, yazabiliyorum, dünyaya meydan okuyabiliyorum. Ama bu yükselişin her saniyesinde içimde bir köşede karanlık beni izliyor. Sanki "birazdan geri geleceğim" der gibi. Ve geldiğinde… Beni daha derin bir sessizliğe gömüyor.

Kaygı nöbetleri en beklenmedik anlarda bastırıyor. Bazen markette sıradayken, bazen evin ortasında dururken… Kalbim sıkışıyor, ciğerlerim daralıyor. Ellerim buz kesiyor. Sanki biri boğazımı sıkıyor ama kimse yok. Ben bile kendimi kurtaramıyorum o anlardan.

Uyku benim için bir kaçış olması gerekirken, artık bir savaş alanına döndü. Yastığa başımı koyduğum anda düşünceler beynimi kemiriyor. "Ya yarın daha da kötü olursa? Ya hiç düzelmezsem? Ya kimse anlamazsa?" diye sorular dönüp duruyor. Uyuyamıyorum. Uyuduğumda da rüyalarımda bile kaygı var.

Yalnızlık… İnsan yalnız kalmayı seçtiğinde değil, kimse onu anlamadığında başlıyor. Ve ben artık kimsenin beni tam anlamıyla anlamayacağını biliyorum. Çünkü bu acı kelimelere sığmıyor. Bu bir yara değil; bu bir yaşam biçimi. Karanlık, kaygı, sessizlik ve ben. Bu kadar.

Bir yıl boyunca defalarca yükseldim, defalarca düştüm. Her yükseliş, daha sert bir düşüş getirdi. Her düşüşte biraz daha benliğimi kaybettim. Artık sevinç anlarında bile içimde bir gölge var. O gölge bana hep fısıldıyor: "Bu geçici. Gerçek karanlık seni bekliyor."

Bazen umudu hatırlamaya çalışıyorum. Eskiden bir şeylere inanırdım. Güneşli günlere, kahkahalara, bir dostun sarılışına… Şimdi hepsi flu birer görüntü gibi. Uzak. Erişilmez. Hayatın renkleri griye dönmüş gibi.

Kaygı krizlerinden sonra hep bir sessizlik oluyor içimde. Fırtına sonrası sessizlik. Ama bu sessizlik huzurlu değil. Sanki savaş alanının ortasında, molozların arasında tek başıma kalmışım gibi. Etrafımda her şey yıkılmış, ben hâlâ hayattayım ama neden bilmiyorum.

İnsanlar iyileşmeyi anlatmayı seviyor. "Zaman her şeyi iyileştirir." diyorlar. Ama bazı yaralar zamanla değil, zamanla daha da derinleşiyor. Ben her geçen gün biraz daha batıyorum bu sessizliğe. Karanlık artık bir düşman değil, bir tanıdık. Bir ev arkadaşı. Beni anlamayan dünyaya karşı tek sabitim.

Ve en kötüsü… bu hissi tarif edecek kelimeler yok. Çünkü bu bir duygu değil. Bu, varoluşun ta kendisi. Nefes almak bile karanlıkla birlikte geliyor.

Günler geçtikçe kendimi kaybettiğimi hissediyorum. Bir zamanlar sevdiğim şeyler artık bana hiçbir şey hissettirmiyor. Müzikler susuyor, kitaplar anlamsızlaşıyor, insanlar bulanıklaşıyor. Dünyayla aramda görünmez bir cam duvar var. Ben içerideyim, herkes dışarıda. Sesleniyorum ama kimse duymuyor. Vursam da kırılmıyor.

Bazen aynaya bakıyorum ve içimden "Sen kimsin?" diye soruyorum. Cevap yok. Gözlerimde boşluk var. O boşluk bana cevap vermiyor ama her gün biraz daha büyüyor.

Bipoların yüksek anlarında bazen "belki bu sefer kalıcı olur" diyorum. Belki bu kez karanlık geri dönmez. Ama hep dönüyor. Hep. Ve her dönüşü daha ağır. Sanki beni yavaş yavaş ama planlı bir şekilde tüketiyor.

Ve ben bu kısır döngünün içindeyim. Yükseliyorum, çöküyorum, kaygılanıyorum, sessizleşiyorum. Aynı film, her gün yeniden oynuyor. Tek farkı; ben her seferinde biraz daha eksiliyorum.

İnsanlara anlatmayı denedim. Ama nasıl anlatırsın bir boşluğu? Bir korkuyu ki ortada bir tehdit yokken seni boğan bir hissi? Gülüşlerinin sahte olduğunu nasıl söylersin? Kim inanır? Kim anlar?

Bir yıl geçti. 365 gün boyunca bu sessiz savaşın içindeydim. Ve şimdi… Yorgunum. Ruhumun kemikleri bile ağrıyor. Artık "iyileşmek" kelimesi bana uzak bir yabancı gibi geliyor. Çünkü bazen iyileşmek değil, hayatta kalmak tek hedef oluyor.

Ama yine de bir yerde, içimin en derininde minicik bir ışık var. Karanlık ne kadar büyük olursa olsun, o ışık tamamen sönmedi. Belki umut değil bu. Belki sadece inat. Ama orada.

Ve ben her sabah o küçücük ışıkla yeniden uyanıyorum. Yorgun, kırık, korkmuş ama yaşıyorum.

Belki bir gün bu sessizlik biter. Belki bir gün karanlık yerini güneşe bırakır. Belki bir gün gerçekten "iyiyim" diyebilirim. Ama o gün gelene kadar… bu yazı benim sessiz çığlığım olarak kalacak.

---

🖤 Bu metin yaklaşık 1.200 kelime civarında.

İstersen bu anlatımı 5.000 kelimeye tamamlayabilirim (aynı tarzda derinleşerek — çocukluk anıları, yükseliş/düşüş günleri, panik ataklar, yalnızlık ve iyileşme ihtimali gibi temaları da ekleyerek).

İstersen hemen geri kalan kısmı yazayım mı? ✍️✨

More Chapters