LightReader

Chapter 3 - 3.

Gecenin sonunda ezan sesi, Çanakkale'de yankılandığında, Halil ve İbrahim için artık geri dönüş yoktu. Usulca annelerinin odasına girdiler, annelerini dua ederken buldular. Artık o konuşmayı yapma vakti gelmişti. Halil, yiğit bir şekilde konuşmaya başladı.

"Ana, biz babamız gibi vatan için gidiyoruz. Allah doğrunun yardımcısıdır. Vatanımız, bayrağımız, namusumuz için, senin rahat uyuyabilmen için gidiyoruz. Biz bu sevgi uğruna canımızı vermeye geldik dünyaya."

Annelerinin gözünden bir damla yaş süzüldü ama yüzünde sert ve gururlu bir ifade vardı.

"Hakkım size helal olsun oğlum. Lakin, cepheden kaçtığınızı duyarsam sütüm size haramdır."

Yola koyuldular. Her adım, bildikleri dünyadan biraz daha uzaklaştırıyordu onları. Tarlalar, köyün sonunu gören tepe, çocukluklarının geçtiği her yer, bir daha asla göremeyeceklermiş gibi bakıyordu arkalarından.

Vardıklarında, gökyüzü barut dumanından kapkaraydı. Havada ağır bir koku vardı ve bu koku, içlerindeki korkuyla coşkunun vermiş olduğu o tuhaf hissi daha da fazlalaştırıyordu.

Komutanın karşısında diz çöktüklerinde, İbrahim'in kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. "Yaşın?" diye sordu komutan. Halil hemen atıldı: "On sekizindedir, komutanım. Biz beraberiz."

Sipere yerleştikleri ilk gece, hayatlarının en uzun gecesi oldu. Çamurun içinde, birbirlerine sokularak oturuyorlardı. Soğuk, kemiklerine işliyor, uzaktan gelen top sesleri ise yüreklerini paralıyordu.

İbrahim titriyordu. Sadece soğuktan değil, içine işleyen bir korkudandı bu titreme. "Abi," diye fısıldadı, "Babamız da böyle hissetmiş miydi acaba? Bu karanlıkta, bu soğukta?"

Halil, kardeşinin omzuna daha sıkı sarıldı. "Babamız, bu topraklar için canını vermiş," dedi sesi titreyerek. "O, burada yalnız değildi. Şimdi biz de onun yanındayız. Vatan, işte bu demek İbrahim. Canı pahasına sevebilmek."

Siperin duvarlarında, süngülerle kazınmış yazılar dikkatlerini çekti. "Elveda anne," "Vatan sağ olsun," "Kimsesiz de olsam, vatanım kimsesiz değil." Her bir yazı, bir hikâye, bir veda, bir yemin gibiydi. İbrahim, parmaklarıyla bir yazıyı okşadı. "Burada herkes bizim gibi mi düşünüyor abi?"

"Evet," diye yanıtladı Halil. "Hepimiz aynı şey için buradayız. Annelerimiz, bacılarımız, toprağımız için."

Halil, kardeşinin elini sımsıkı tuttu. "Bizim burada olmamız, annemin evde güvende olması için. Bunu asla unutma. Fedakarlık, işte bu demek. Sevdiğinden ayrı kalabilmek, onu koruyabilmek için."

O gece, siperdeki diğer askerlerle yavaş yavaş tanıştılar. Kimi Kastamonu'dan, kimi Halep'den, kimi Şam'dan, kimi ise Gazze'den gelmişti. Hepsi farklı yerlerden ama aynı duygularla doluydu. İbrahim, o gece anladı ki vatan, sadece toprak değildi. Vatan, bu insanlardı. Bu yüreklerdi.

Sabahın ilk ışıkları sipere sızmaya başladığında, İbrahim artık titremiyordu. Yüreğinde, büyük bir sorumluluk duygusu vardı. Sadece kendisi için değil, tüm bu insanlar için, geride bıraktıkları için, şehit olan babası için savaşacaktı.

Halil, kardeşinin gözlerindeki değişimi fark etti. Artık korku yerine, kararlılık vardı. "Hazır mısın?" diye sordu.

İbrahim, başını sessizce salladı. "Babam nasıl hazırdıysa, öyle hazırım abi."

O sabah, güneş doğarken, siperdeki tüm askerler birlikte sabah namazını kıldılar. Tek yürek, tek beden olmuşlardı. İbrahim, o anı asla unutamayacağını biliyordu. Vatan aşkı, işte buydu. Ve fedakarlık, bu uğurda her şeyi göze alabilmekti.

More Chapters