LightReader

Chapter 2 - 2. bölüm < part 1 ( sorgulama)

Bekleme salonundaki koltuklar griydi. Duvarlar da griydi. Zemin bile griydi.

Her şey, sanki soluk bir filtreden geçirilmiş gibiydi.

Fatih, ellerini dizlerinin üzerine koymuş, karşıdaki düz duvara bakıyordu. Gözleri odaklanmıyor, sadece bakıyordu.

Kulağının dibinde bitmeyen bir saat sesi:

Tik. Tak. Tik. Tak.

Hiçbir yerde saat yoktu, ama ses oradaydı.

Sanki duvarların ardında bir kalp atıyor gibiydi; mekanik, soğuk ve sabit.

Zaman ağır ağır akıyor, ama bir türlü geçmiyordu.

Kendini buraya ait hissetmiyordu.

Zaten uzun zamandır hiçbir yere ait hissetmiyordu. Sanki bu tik takların içine hapsolmuş gibiydi. Ses, kulaklarını deliyor, beyninin içinde yankılanıyordu.

Tik. Tak. Tik. Tak.

Ne zaman bitecekti bu şey?

O sırada kapı aralandı.

Gri duvarların arasından gelen kadın sesi, neredeyse bir hayal gibiydi.

"Fatih Erkan?"

Sesin tınısı gerçek olamayacak kadar yumuşaktı. Fatih yavaşça ayağa kalktı.

Tik tak...

Adımlarının arasında saat sesi hâlâ kulağındaydı. Belki içeride de devam edecekti.

Kapıdan geçti.

İçerisi ferah ve sadeydi.

Burada da gri tonlarını bolca kullanılmıştı. Duvarda diplomalar, masada kahve kupası, rafta yapay bir çiçek...

Gözleri masa arkasındaki kişiye kaydı.

O an içini tanımlayamadığı bir tuhaflık kapladı.

Adam başını kaldırdı.

"Fatih?"

Ses şaşkındı. Tanıdık bir sıcaklık değil, yabancılaşmış bir yüzle konuşuyordu.

Fatih'in boğazı kurudu.

Bu yüz... tanıdıktı.

Ama nereden?

Adam hafifçe gülümsedi. Ardından kendisi söyledi:

"Serhat ben... Hatırlıyor musun? Ortaokulda bir süre aynı sırayı paylaşmıştık."

Fatih başını yavaşça salladı.

Evet... hatırlıyordu.

Serhat.

Kalabalık bir sınıfta yanına oturduğu, çok az konuştuğu, sonra başka sıraya geçen çocuk. Çok arkadaş canlısı ve aktif bir çocuktu. Şimdi psikiyatrist olması doğrusu şaşırtıcı değildi.

Yine de onu, onca seneden sonra burada görmek... beklediği bir şey değildi.

"Şaşırdım..." dedi Fatih. Sesi boğuk, içinde bir tereddüt vardı.

Serhat gülümsedi.

"Ben de. Dürüst olmak gerekirse ismini görünce tanışmamıştım. Ama yüzünü görünce... vay be."

Fatih gözlerini kaçırdı.

Bir an, (Keşke gelmeseydim) diye düşündü. Bu odada olmak, bu koltukta oturmak zaten yeterince zordu.

Şimdi bir de geçmişin yüzüyle karşılaşmak...

Her şeyi daha da zorlaştırıyordu.

Ama artık çok geçti.

Serhat, dosyaya bir şeyler yazıyor gibiydi. Elindeki kalemi bir kenara bıraktı, Fatih'e bakarak konuştu:

"Hazırsan başlayabiliriz. Sohbet gibi düşün."

Fatih fazla uzatmak istemedi, başını eğdi.

Zaten işler onun için yeterince zordu.

"Başlayalım," dedi.

Odaya girdiğinde kenara attığı saat sesi, o sırada yeniden ses çıkarmaya başladı. Sanki bu ses, onun duygularına göre şekilleniyor, her geçen saniye daha da kötüleşiyordu.

Tik. Tak.

Ama bu sefer sadece kulağında değil, odanın içinde yankılanıyor gibiydi.

Serhat bilgisayarını açtı, gözlüklerini düzeltti. Bir eli klavyenin üzerindeyken Fatih'e bakarak sordu:

"Bak Fatih, standart soruları geçeceğim. Seni tanıyorum ve önemli bir şey olmadan buraya gelmeyeceğini biliyorum.

Söylesene... Seni psikiyatriste gitmeye ikna eden şey neydi?"

Adamın gözlerinde sorgulayıcı bir bakış vardı.

(Gerçekten de... buraya gelmek yanlış bir karardı!)

Fatih, bu soruyla birlikte ağırlık veren göz kapaklarını kapattı. Tek isteği, bir süreliğine her şeyden uzaklaşmaktı.

Ama o anda, o üç aydır dinmeyen, durmadan konuşan o sesler geri geldi. Onlar, Fatih'in hayatının yeni ve can sıkıcı birer gerçeğiydi.

'Burada tam olarak ne oluyor?'

Bir erkek sesiydi bu; kuşkulu ve meraklı bir tınlama.

Hemen arkasından, rahatsız edici bir keskinlikteki kadın sesi duyuldu:

'Suss! Sessiz ol! Şu an en kritik noktadayız! Fatih duygularından bahsedecek!'

Yüksek sesli müdahale Fatih'i yerinden sıçrattı, gözleri istemsizce açıldı. O an, zihni kendi kendine bir görüntü kurdu: Bilgisayar ekranının önünde oturan, ellerini yüzüne dayamış bir kız... Gözlerinde tarif edilemez bir heyecan vardı.

Gerçekteyse ortada ne bir kız ne de bir yüz vardı — yalnızca o coşkulu sesin, Fatih'in zihninde yarattığı bir yansıma.

Daha genç bir adam sesi heyecanla atıldı:

'Hahaha, yeni geldin sanırım. Fatih psikiyatriste geldi. Şu anda da en kritik sahnede, doktora derdini anlatacak!'

Genç bir kız sesi araya girdi, sesi hayranlıkla doluydu:

'Bu kadar da değil! Doktor, sıra arkadaşı çıktı! Yıllar sonra burada karşılaştılar. Hissediyorum, bunun arkasından kesin bir hikâye çıkacak!'

'Ayy susun diyorum ya!'diye bağırdı başta konuşan kız , sesi telaşlıydı.

'Kaçıracağız!'

Boğazında bir yumru kalmıştı sanki.

Gitmiyor, tıkıyor, onu konuşturmuyordu.

O sırada, hayranlıkla gelen bir iç çekiş duyuldu:

'Ahhh... çok seksi ♡⁠(⁠>⁠ ⁠ਊ⁠ ⁠<⁠)⁠♡'

'Hey! Teya!'

'Hadi ama kızım! Daha baş karakter sahneye çıkmadı. Bekle ve gör!'

'KIZLAR!'

'Rawa, bir sus!!!'

Birden, birkaç kız sesi aynı anda bağırdı. Fatih'in kulağında yankılandı bu ses. Bununla birlikte, Fatih başını ellerinin arasına aldı.

"Fatih... iyi misin?

İstersen daha yavaş başlayabiliriz," dedi Serhat, sesi yumuşaktı.

Gözlerini açtı. Nefesi düzensizdi. Başını yana doğru salladı, yavaşça.

Fatih... toparlamaya çalışıyordu kendini.

Bu sesleri ilk duyduğunda...

Anlamsız gelmişti.

Ne dediklerini, ne konuştuklarını anlayamıyordu.

Çok belirsizdi; bir fısıltı gibiydi, kulak çınlaması gibi.

Ama zaman geçtikçe, o seslerin kulağında yankılanması arttı.

Ve bir süre sonra fark etti ki...

Bu sesleri sadece o duyuyordu.

Defalarca susturmaya çalışmıştı.

Ama ne yaparsa yapsın, o yankılar beyninin içinde kalıyordu.

Bu... delilikten başka bir şey değildi.

Ama yine de...

Hepsinin bir adı vardı.

Ve bir tiyatro izler gibi, onu izliyorlardı.

Teya, iç çekip duran hayran kız.

Rawa, her şeye bağıran sinirli genç adam. Lina, sabırsız ve konuşkan kız.

Curia, sürekli sorgulayan başka bir genç. Ve Sibil... fısıltılar gibi, tam net olmayan başka bir ses.

Artık kim konuştuğunda hangisi olduğunu anlayabiliyordu.

Ama hâlâ bilmediği bir şey vardı:

Niye onu izliyorlardı?

"Fatih, daha iyi misin?"

Masada duran sürahiden bir bardak su doldurdu Serhat ve Fatih'e uzattı.

Fatih, bardaktan birkaç yudum aldı ve sonra bardağı masanın üstüne geri koydu.

Boğazındaki kuruluk geçmemişti ama daha fazla da içmek istemiyordu.

Serhat, yerine geçmek yerine Fatih'in karşısındaki koltuğa oturdu.

"İstersen burada duralım," dedi yumuşak bir sesle. "Daha iyi olduğun bir zamanda devam ederiz. Ne dersin?"

Fatih, başka hiçbir şey istemezdi.

Fatih, olur gibi başını salladı.

Serhat, kolundaki saate baktı.

Seansın bitmesine daha yirmi dakika vardı.

Sıkıntılı bir nefes aldı.

Ve o anda aklına gelen dahice bir fikirle konuşmaya başladı:

"Eylül nasıl? Nişanlandığınızı duydum... Hayırlı olsun," dedi.

Bu konunun Fatih'i sakinleştireceğini düşünüyordu.

Eylül de tıpkı Fatih gibi, Serhat'ın okul arkadaşıydı.

Ama Fatih'in tersine, Serhat Eylül'le daha yakındı.

Aslında Eylül... herkesle yakındı. İyi bir kızdı. Herkes tanırdı onu.

Tahmin ettiği gibi, Fatih'in yüzündeki sıkıntılı ifade yavaşça kayboldu.

Yerini hafif bir gülümseme aldı.

Bununla birlikte, Serhat da rahat bir nefes aldı.

Fatih, tam konuşacağı sırada... o sesi tekrar duydu.

Tik. Tak.

Duvarlarda saat yoktu.

Serhat'ın kolundaki saatin de bu kadar ses çıkarması imkânsızdı.

Tik. Tak. Tik. Tak.

Bir an Serhat'a baktı.

Bu sesi duyup duymadığını merak etti.

Ama adam dikkatli gözlerle ona bakıyordu. Hiçbir şey fark etmemiş gibiydi.

Tik. Tak. Tik. Tak.

Ses artıyordu.

Kulağının içinde çınlıyordu.

Boğazında bir yumru vardı.

Odada, bu tik tak seslerinden başka hiçbir ses kalmamıştı.

Seyirciler bile susmuştu şu anda.

Ama o tik tak sesi... tüm beyninin içini dolduruyordu.

Sonra birden...

O ses kesildi.

Öyle aniden ve öyle tamamen kesildi ki, Fatih refleksle başını çevirip odaya baktı.

Bundan sonra ne olacağını biliyordu.

Hiçbir şey duymamak... o tıkırtıyı duymaktan daha korkutucuydu.

Sessizlik, bir tür boşluktu.

Ve boşluk... sesten daha güçlüydü.

Yavaşça ayağa kalktı.

Serhat, karşısında hâlâ aynı şekilde donmuş halde duruyordu.

Gözleri Fatih'e bakıyordu ama... hareket etmiyordu.

Fatih etrafına baktı.

Tetikteydi. Her şey fazlasıyla sessizdi.

Kulakları uğuldadı.

Başında bir dönme hissi belirdi.

Görüntü, sanki bir anlığına titreşti.

O sırada, karşısındaki boş duvarda bir titreşim fark etti.

Çok hafifti... ama netti.

Duvar birkaç saniye titredi, sonra durdu.

Ve hemen ardından-

Kendisine doğru gelen bir nefesi hissetti.

Bu hisle birlikte Fatih olduğu yerde dondu.

Kafasını hızla eğip yere baktı.

Nefesini bile tutmuştu o an.

Sanki... o gelen şeyin dikkatini çekmemeye çalışıyordu.

Nefes, yavaşça ona yaklaşıyordu.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, ama tüm tüyleri diken diken olmuştu.

Gelen her neyse... Fatih ondan korkuyordu.

İçgüdüleri netti:

Dikkatini çekme. Kımıldama. Sakın bakma.

Bu hissi en son bir ay önce yaşamıştı.

Evindeydi. Oturuyordu.

Ve o zaman da aynı şekilde... kanı donmuştu.

Ama o sadece bir andı.

Şimdiyse... bu an bitmek bilmiyordu.

Nefes, Fatih'in yanından geçti.

Yavaşça ilerledi...

Arka bahçeye açılan pencerenin içinden süzülüp gitti...

More Chapters