O sırada ona seslenen Serhat'ın sesini tekrar duydu.
"Fatih? Niye kalktın?"
Fatih'in yüzünü gördüğünde bir an duraksadı.Ardından hemen ayağa kalktı, Fatih'in kolunu tuttu. Ve onu yavaşça kalktığı koltuğa geri oturttu.
Serhat, tekrar sürahiden bir bardak su doldurup Fatih'in eline verdi.
Bu sefer Fatih, tüm bardağı tek seferde içti.
Ama nefesini hâlâ düzene sokamıyordu.
Derin derin alıyor ama bir türlü sakinleşemiyordu.
O şey...
Ne olduğunu bilmiyordu.
Ama tüm hücreleriyle... ondan çok korkuyordu.
"Neyin var?" diye sordu Serhat, endişeyle.
Ve o anda...
Sesler geri döndü.
'Neler oluyor!?'
Bu ses Lina'nındı. Ve tekrar etti.
Sesi korkmuş gibiydi.
'Fatih'in nesi var? Hasta mı? Bir an ayağa kalktı, sonra da bu hâle geldi!'
Ama sonra...
Yeni bir ses duyuldu.
Bu ses daha önce yoktu.
'Hahaha! Psikiyatriye niye geldiği belli oldu. Delirmiş bu!'
'Neler oluyor burada? Bu sahne kitapta yoktu ki...'
Ve bir diğeri:
'Evet evet, Fatih'in buraya geleceğini hiç söylememişti anlatıcı.'
Bir başkası:
'Bir arka plan sahnesi olabilir mi acaba? Gizli geçmiş falan?'
Bu konuşanlar... her zamanki seslere benzemiyordu.
Yeniydiler. Sanki ilk defa Fatih'i izlemeye gelmiş gibiydiler. Yeni, yüksekten bakan bir kalabalık.
'Hey! Konuşmalarına dikkat et'
diye bağırdı Teya.
Fatih bir an dalgınlığa kapılmıştı; ne konuştuklarını duymamıştı bile. Ama Teya'nın sesi… fazlasıyla sinirli geliyordu.
Teya gerçekten öfkeliydi. Üç aydır izlediği, her sahnesini takip ettiği karakter hakkında kötü sözler duymaya dayanamıyordu.
Sevdiği karakterin böyle küçümsenmesi ona dokunuyordu.
Onun gözünde Fatih sıradan biri değildi. Bir oyuncu değildi belki… ama bir figüran da asla olamazdı.
Birçok kez kendi kendine mırıldanmıştı: (Bu adam keşke başrol olsaydı.)
'Bu da ne böyle?'
Ses küçümseyerek yankılandı. Oradaki varlıklar için her kelime ölüm ve yıkım taşıyordu.
'Hah… sen…'
Bir an sessizlik çöktü. Kimse konuşmuyordu; diğer sesler şaşkın ve tedirgindi.
'Cüretin çok büyük,' dedi ses.
'Ama gücün çok küçük. Bir sonraki kelimen, yok olman olur.'
Küçük varlıklar titredi; kelimeler varlıklarını silmeye yetecek bir tehdit taşıyordu.
'Buçokfazla,' dedi Narr, sakin bir sesle.
'Ha… Narr, sende mi buradaydın?'
Ardından bir gülme sesi geldi.
'Ne? Narr da buradaymış?'
'Nasıl olur?! Üst seviyedeki bir anormal neden bu adamı izlemeye gelmiş? Kim bu adam?'
Narr uzun süre sessiz kaldı. Üç ay önce Fatih'in varlığı dikkatini çekmişti, O günden beri sessizce izliyordu ve şimdiye kadar kimse bunun farkında değildi. bu şekilde ortaya çıkacağını beklemiyordu.
Fatih gözlerini kapattı.
Serhat, Fatih'in daha fazla dayanamayacağını anlamıştı.
Ona koltuğa uzanmasını söylemiş ve kısa bir süreliğine odadan çıkmıştı.
Fatih boğazındaki düğümü bastırmaya çalıştı.
Ama sesler... giderek daha da netleşiyordu.
'Hah… Siz cidden bir şeysiniz ha.'
Yeni gelenin sesi, buz gibi bir küçümsemeyle yankılandı. Ardından boğuk bir kahkaha patladı; kısa sürede diğerleri de aynı şekilde gülmeye başladı. Neden güldüklerini anlamıyordu. Sesler beyninde çınlıyor, her bir kahkaha sanki kafatasının içinde yankılanıyordu.
Rava dişlerini sıktı. Kalbi deli gibi atıyordu.
'Yeterartık! Sus!' diye haykırdı sonunda.
Sesi o kadar sertti ki, bir anlık sessizlik odayı doldurdu — ama o sessizlik bile tehditkâr bir uğultu gibi tınlıyordu.
Ama hemen ardından ses yeniden konuştu.
'Hahaha… Rava, sen de mi buradasın?'
Sesi bu kez daha temkinliydi. Düşünüyordu.
Zaten bu adamı izleyen bir üst varlık vardı; şimdi ise sayı ikiye çıkmıştı. Neden? Bir şeyi mi gözden kaçırmıştı? Fatih'e daha dikkatli baktı. Bu adamda bilmediği birşey mi vardı.
Ama ne kadar bakarsa baksın farklı birşey göremiyordu.
Tesadüf… diye geçirdi içinden.
Belki de Rawa da tıpkı kendisi gibi yanlışlıkla girmişti bu kişinin kanalına.
Ve Narr…
Ekranda hâlâ Fatih'in görüntüsü vardı.
Gözleri kapalıydı; sanki derin bir uykuya ya da bambaşka bir yere dalmış gibiydi.
Yüz kasları gerilmişti, ifadesinde bastırılmış bir acının izi vardı.
Ama her hâlükârda… yakışıklı bir adamdı.
Bu düşünceyle hafifçe güldü.
Ardından, aklına gelen fikirle kahkaha patlattı.
Bazı dedikodular duymuştu Narr hakkında.
O zamanlar pek önemsememiş, ciddiye almamıştı.
Ama şimdi… o dedikoduların pek de yalan olmadığı açıkça görülüyordu.
Yine bir kahkaha patlattı.
'hahahahahha'
Bu kahkaha tekrar bir sessizliğe sebep olmuştu. Kimse ne düşündüğünü bilmiyordu.
Rava birşeylerin ters gittiğini hissetmişti.
Sesindeki öfke patlamaya hazırdı.
'Sen!..'
Ama lafını bile bitiremeden, ortam iyice karıştı.
Yeni gelen izleyiciler tartışmadan sıkılmışlardı artık. Bölüm hakkında yorum yapmaya başlamışlardı.
'Ne yapıyor bu burada? Sıra arkadaşıymış. Of... en klişe şey. Hiç mi yaratıcı olamayacak bu yazar?'
dedi birisi.
'Bu sahne tam bir ergen fan fiction gibi...'
diye başka biri eklendi.
Fatih'in içinden bir ses yükseldi:
(Gerçekten de... klişe )
Araya bir kahkaha girdi.
Sesi kibirliydi.
'Bu zavallıyı niye hâlâ izliyoruz ya?'
Eski izleyicilerin sesleri duyulmuyordu artık.
O tartışmadan sonra...
ya gitmişlerdi,
ya da sadece...
sessizleşmişlerdi.
Belki kırılmışlardı.
Belki de bu yeni gelenlerle aynı havayı solumak istememişlerdi.
'Bende hâlâ NPC olarak gözüküyor. Değişiklik gözükmüyor. Karakter kimliğinde'
'Ama nasıl bir npc izliyebiliyoruz ? '
'Kadın karakterle bağlantısı olabilir. Bilmiyor olabilirsin, Eylül bir oyuncu'
'Ah. Doğru diyorsun. Eylül'de bir şey var. Görüntü hep kesiliyor, veri geç geliyor. Karakter yapısı fazla kararsız.'
'O zaman bu Fatih denilen zavarlı da onun etki alanında olabilir. Belki dolaylı bağlantı açıldı.'
Başka biri:
'Hah. Bence sistemde bir hata var. Sorun bildireceğim.'
dedi.
Fatih'in içinde bir şey kıpırdadı.
Artık dayanamıyordu; duyduğu, gördüğü şeyler… bunlar artık yenir, tutulur şeyler değildi.
Kafasında hep aynı kelimeler dönüyordu, bir fısıltı gibi, bir çığlık gibi:
"Bağlantı… Oyuncu… Sistem… Veriler…"
Eylül…
İçinde soğuk bir ürperti dolaştı.
Anlam veremiyordu.
Üst üste yaşanan her şey… sanki bir yalanmış gibi geldi.
Tüm hayatı… sahte bir perde arkasında mıydı?
Ama Eylül…
"O… oyuncu mu?"
(Oyuncu da ne demekti?)
İnanmak istemiyordu.
Çocukluk aşkı…
Hayatının anlamı…
Nişanlısı…
Nasıl olabilir?
Nasıl olur da Eylül…
Böyle bir şey olabilir?
Bu düşünce zihninde yankılandı.
Bastırmak istedi.
Yok saymak, unutmak, reddetmek istedi.
Ama bu… yalnızca bir varsayım değildi.
Bu… bir parçaydı.
Yerine oturmuştu.
(Eğer Eylül bir oyuncuysa…
Ben neyim?)
Fatih başını öne eğdi.
İçinde bir şey… ağır ağır çatladı.
Ve dünya, onun için…
yavaşça, adım adım…
anlamını yitirmeye başladı.
Gözleri karardı.
Zaman… mekan… insanlar…
Hepsi bulanıklaştı.
Kendi varlığına bile artık güvenemiyordu.
Sadece bir soru kaldı:
Gerçek neydi, ve ben… gerçekten kimdim?