LightReader

Chapter 12 - 12. Bölüm: Avcı ve Av

Kader Gölü'nün sırtlarından yükselen orman, diğer tarafa kıyasla daha canlı, neredeyse saldırgan bir yoğunluktaydı. Ama Kael için bu, sadece bir engelden ibaretti. Ayakları, nemli toprak ve çürümüş yapraklar üzerinde neredeyse hiç iz bırakmıyordu. Yanında, iki Kül Avcısı, onun gölgeleri gibi sessizce süzülüyordu. Bunlar, artık kendi iradelerinden yoksun, Void'in isteğiyle hareket eden boş kabuklardı.

Kael, bir çalının üzerindeki kırık bir dala uzandı. Dal, son birkaç saat içinde, temiz ve keskin bir darbe ile kırılmıştı. Parmak uçlarını dalın kırık yüzeyinde gezdirdi. Havada, neredeyse hissedilemeyecek kadar hafif, ama onun için bir meşale kadar belirgin olan bir enerji titremesi vardı. Biri ışık ve gölgenin hassas dengesini taşıyor, diğeri ise... saf, arınmış bir iradeyle parlıyordu. Bu ikinci iz, onun midesinde bir bulantı hissi uyandırdı. Bu kadar keskin bir niyet, bu bozuk dünyada dayanılmaz bir yabancılıktı.

"Yakınlar," diye fısıldadı, sesi bir yılan tıslaması kadar sessizdi. Kül Avcıları daha da donuklaştı, sanki avlarının kokusunu almak için havayı yutuyorlardı.

Bu "saflık", diye düşündü Kael içinden, Sere'nin enerji izini takip ederken. İşte tüm acıların kaynağı. Bu körü körüne inanç, bu umut... insanı zayıf ve aptal yapar. Ona acıyı getiren de budur. Onu bu acıdan kurtaracağım.

Birkaç kilometre ötede, Moaito aniden durdu. Sırtı, bir anda gerginleşti.

"Sere," dedi, sesi alçak ve alarm dolu. "Hisset."

Sere, göğsündeki Eşiğin Taşı'na dokundu. Taş, sıcak değil, garip, iğneli bir soğukluk yayıyordu. Ve bu soğukluk, arkalarından, geldikleri yönden geliyordu.

"Birisi..." diye kekeledi Sere, "biri bizi izliyor, değil mi?"

Moaito başını salladı, gözleri daralmıştı. "Evet. Soğuk. Kararlı. Tıpkı kök odasındaki gibi, ama çok daha güçlü. Ve... zeki." Hızlıca etrafına baktı. "İzlerimizi kaybetmeliyiz. Şimdi."

Kısa molalarını bıçak gibi keserek, ormanın daha sık, daha karanlık bir bölgesine doğru yöneldiler. Moaito, Sere'ye dalları nasıl geri çekeceğini, yumuşak toprakta nasıl daha hafif basacağını gösterdi. Artık sadece gezgin değil, avdılar.

Kael, onların bu umutsuz çabalarını, bir kâhin gibi hissediyordu. Onlar ne kadar hızlanırsa, arkalarında bıraktıkları korku ve tedirginlik izi o kadar belirginleşiyordu. Yeterince oynamışlardı.

Bir ağacın gölgesinde durdu, gözlerini kapadı ve zihnini, iki kaçak avcının bilincine bir hançer gibi sapladı.

Sere, aniden annesinin mutfaktaki gülümsemesini gördü. Güneş, pencereden süzülüyor, annesinin yüzünü aydınlatıyordu. Bu anıya sımsıkı sarıldı. Sonra, annesinin yüzü solmaya, çürümeye başladı. Gözleri karardı, ağzından siyah, yapışkan bir sıvı süzüldü. "Neden beni bıraktın?" diye bir fısıltı duydu, sesi sevdiği ses değil, binlerce böceğin ayak sesi gibiydi. "Seni sevdiğim için mi? Bu benim hatamdı."

"Hayır!" diye içinden bağırdı Sere, gözlerini sıkıca kapatarak. "Sen gerçek değilsin! Ben seni seviyorum! Ve pişman değilim!" Eşiğin Taşı, göğsünde sıcak bir dalga yaydı ve iğrenç görüntüyü dağıttı.

Aynı anda, Moaito'nun önünde bir siluet belirdi. Elian. Ama yüzü ifadesiz, gözleri bomboştu. Derisinde, tıpkı kök odasındaki gibi, kara damarlar geziyordu. Hiçbir şey söylemiyor, sadece ona bakıyordu. Bu sessizlik, bir çığlıktan daha yıkıcıydı.

"Beni geçmişimle vuramazsın," diye mırıldandı Moaito, sesi çelik gibi sertleşerek. "Onun hatırası senin çirkin oyunun için bir araç değil. Defol!" İradesi, bir şok dalgası gibi dışarı fırladı ve Void'in yarattığı hayali paramparça etti.

Zihinsel saldırının başarısız olduğunu hisseden Kael, gözlerini açtı. Hafif bir şaşkınlık ifadesi vardı yüzünde. Bu kadar direnç beklememişti. Artık saklanmanın anlamı yoktu.

İki Kül Avcısını, ormanın derinliklerine, Moaito ve Sere'nin kaçtığı yöne doğru gönderdi. Kendisi ise, daha yavaş, daha ağır adımlarla onları takip etti. Bu bir kovalamaca değil, bir sıkıştırmaydı.

Moaito, Kül Avcılarının yaklaştığını hissetti. Sere'nin kolundan tutarak, "Koş!" diye seslendi.

İkisi, ağaçların arasında çılgınca koşmaya başladı. Arkalarından, yaprakların hışırtısı ve cansız nefes sesleri geliyordu.

Kael, onların panik içinde kaçışını izliyordu. Bir avcının sabrı ve soğukkanlılığıyla, onların enerjilerinin tükeneceği, en savunmasız anlarını bekliyordu.

Ve ormanın derinliklerinde, iki irade - biri her şeyi yok etmek için, diğeri her şeyi kurtarmak için - ölümcül bir dansa başladı. Dansın müziği ise, sadece yürek atışları ve keskin bir nefretin sessizliğiydi.

More Chapters