LightReader

Chapter 3 - Bolum #3

Işığın dünyanın evlatlarını kutsamasına 1 gün kaldı.

Her yer karanlıktı. Havada barut kokusu vardı, tüylerim ürperiyordu. Ne kadar yürürsem yürüyeyim hâlâ herhangi bir yere ulaşamıyordum; sanki koşu bandında yürüyormuşum gibiydi. Adımlarımın sesi, bitmeyen o boşluğun içinde yankılanıyordu. Orta yaşlı birisinin mırıltısını duyuyordum, şarkı mırıldanıyormuş gibi… ama ses o kadar uzak ve soğuktu ki, sanki biri dile gelip ruhuma üflüyordu.

Bir anda önümde birisi belirdi. Yüzü yoktu, sanki insan değilmiş gibiydi. Bedeni kara bulutlardan oluşuyordu ama şekli aynı benim gibiydi. Onun olduğu yerde hava bile daha ağır, daha soğuktu.

Ondan uzaklaşarak "Sen kimsin?" diye bağırdım. Sesim yankılanıyordu. Bana elini uzatarak,

"O insanlardan intikam almak ister misin?" diye sordu.

Kollarını iki yana açarak sözlerine devam etti:

"Sence onlar yaşamayı hak ediyor mu? Sana nasıl davrandıklarını gördün. Sence sadece sana mı böyleler? Hayır… senden önce başkası, ondan da önce başkası vardı. Sana kötülük yapan herkesi yenebiliriz. Beni yenebilecek tek şey güneş kadar parlak birisidir ama bu karanlık dünyada kimse öyle değil. Yarın ışık herkesi kutsarken seni ben kutsayacağım. Tekrar düşün."

Diyerek arkasını döndü ve karanlık sisin içinde kayboldu. Sis dağıldığında sadece kendi nefesimin sesi vardı.

Gözlerim açılır açılmaz yataktan fırladım. Kalbim hâlâ rüyadaki gibi hızlı hızlı atıyordu. Etrafta kimse yoktu. Neredeyse güneş batmak üzereydi; odanın turuncuya çalan loş ışığı içimi sıkıyordu. Ben ne kadar süredir uyuyordum?

Aşağı inince annemin akşam yemeğini hazırladığını gördüm. Anneme sarıldıktan sonra tekrar yukarı çıktım. Yatağa oturarak düşünmeye başladım. O adam da neydi? Işık, kutsama… bunlar ne anlama geliyordu acaba?

Tam o anda Rex'in "Eve geldim!" diye bağırması tüm o ağır havayı bir anda dağıttı. Aşağı inince Rex'in annemle sohbet ettiğini gördüm. Beni görünce konuşmasını durdurup benimle birlikte yukarı çıktı. O rahat birkaç kıyafet seçerken ona gördüğüm rüyayı anlattım.

Giyinirken,

"Işığın kutsaması mı… ne kadar garip bir rüya görmüşsün ama aşırı sıkıcı bir rüya görmüşsün ya. Her yer karanlık oğlum, azıcık hayal gücünü geliştir. Bu arada Emre'yi aradım, yolda. O da gelecek. Dur annene haber vereyim, bir tabak daha koysun." diyerek aşağı indi.

Rex kapıdan çıkarken kapı çaldı. "Ben açarım!" diye bağırdı. Gelen sesinden babam olduğunu anladım.

Ben ise soğuk bir duş almak için banyoya gittim. Banyoya adım atar atmaz sanki hava bir anda birkaç derece düştü. Fayanslardan yansıyan ışık bile daha soluktu. Yine rüyamdaki adamın mırıltısını duyar gibi oldum.

Korkudan hemen etrafa baktım ama kimse yoktu. Sonra tekrar duydum. O tonda bir uğultu… göğsüme çöken bir ağırlık.

"Herhalde kulağıma öyle geliyor," diyerek kendimi kandırmaya çalıştım.

Ama mırıltı daha da netleşti. Duvarlardan gelmiyor gibiydi… direkt beynimin içinden geliyordu.

En sonunda o ses, sanki ensesime üflüyormuş gibi,

"Bir gün bana hak vereceksin. Onlar karanlıksa… sen daha karanlık ol."

dedi.

Kanım çekilmiş gibi oldum. Rex'in şaka yapması imkânsızdı. O ses gerçek değildi… ya da gerçek olamayacak kadar yakındı.

Duştan çıkıp aşağı inerken bütün bu düşünceler kafamı yiyip bitiriyordu. Mutfağa bakınca annem yemeği hazırlamıştı. Eve gelmişti herkes. Güzel bir akşamın ardından Rex, Emre ve ben üçümüz dışarı çıktık. Hava serindi; akşam sokak lambaları yeni yeni yanıyordu.

Bakkala uğrayarak buz gibi kola almak istedik ama alamadık. Bu bakkalda soğuk kola bulmak altın bulmaktan daha değerli. O soğutucuyu asla çalıştırmadığından eminim.

Parka doğru giderken Emre'ye de rüyamı anlattım. Rex'e banyoda duyduğum şeyi söylememiştim. Lafımı bitirince Rex şaşkın bir ifadeyle bana dönerek:

"Garip sesler duymak normal değildir… Of düşünsenize, dünyada herkesin özel gücü olduğunu. Çok güzel olurdu ya, değil mi?" dedi.

Emre cevapladı:

"Herkesin gücü olursa dünya kaos olur bence. Kimsenin gücü olmadığı zaman daha iyi. Hem herkesin gücü olursa yine aynı şey olur bir süre sonra."

Ben ise ne kadar gülsem de o sesleri düşünüyordum. Mantıksızdı. Çok mantıksızdı. Sesleri kafamda duymam için hiçbir sebep yoktu.

Parka yaklaşırken etraf yavaş yavaş parladı. Sokak lambalarıyla yağmur bulutlarının karışık ışığı birbirine geçti. Serin hava yüzüme çarpıyordu; bu esintiler beni hayatta hissettiriyordu. Bir anda elime bir damla su çarpınca irkildim. Kafamı kaldırınca yağmurun başladığını fark edip bir ağacın altına koştuk.

Ama Rex durmadı. Her zaman olduğu gibi saçma bir özgüvenle kalkıp ilerideki belediyenin spor aletlerine koştu. Biz de peşinden gittik.

Bu aletlerin çoğu ne işe yarıyor bilmiyorduk. Ama benim favorim, araba direksiyonu gibi döndürdüğümüz yuvarlak olan. Küçükken onunla araba sürüyormuş gibi yapardım. Yağmurun altında döndürmek bile ayrı bir huzur veriyordu.

Uzaktan birisi görse "Bu üç deli yağmurun altında ne yapıyor?" derdi muhtemelen. Ama bu havada bizden başka hangi manyak dışarı çıkar ki?

Zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik. Yağmur durdu, üstümüz sırılsıklam oldu. Eve geri döndük. Emre de kendi evine gitti. Annem bizi görünce kalp krizi geçiriyordu resmen. "Hastalanacaksınız!" diyerek bizi odaya kovaladı.

Rex duşa girdi. Ben ise kapıya bakakaldım. O karanlık mırıltı yüzünden tekrar içeri girmeye korkuyordum. Ama kirli bir şekilde yatamazdım. Duşa girdim… bu kez her köşeyi iki kere kontrol ettim. Hiç ses yoktu. Hiç mırıltı yoktu. Sessizlik bile sıcak geldi.

Duştan sonra yatağa yattık. Uyurken Rex,

"O siyah adamı görürsen bir tane geçir." diyerek dalga geçti.

Ben de "Emredersiniz efendim," dedim.

Gözlerim kapanır kapanmaz yine o adam belirdi. Kara bulutlardan oluşan bedeniyle tam karşımdaydı. Rex'in dediği gibi yumruk salladım ama elim içinden geçti. Soğuk bir boşluktan başka bir şey hissetmedim.

Bu sefer o karanlık yerde değildik. Burası bizim evin önüydü. Her şey normal görünüyordu ama havada bir baskı, boğuk bir sessizlik vardı. O adam parmağını bana doğru uzattı. Tam anlamaya çalışıyordum ki aniden parmağıyla yukarıyı gösterdi.

Bir anda yükselmeye başladık. Ayaklarım yerden koptu. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Dünya küçülüyordu… ama düşmüyordum. Havada, görünmez bir noktada asılı kalmıştık.

Eliyle gökyüzünden inen ışıkları gösterdi. Işıklar çok güzeldi; huzur, saflık, sıcaklık… ama bir yandan boğucu bir ağırlık da vardı.

Bana dönerek:

"Bu akşam birçok insan ışık tarafından kutsanacak ve onların soyundan gelenler bu kutsamaya sahip olacak. Bir gün dünyanın neredeyse hepsi bu güce sahip olacak. Sen de o kutsanacaklardan birisin. Unutma… sen diğerlerinden daha iyi olmalısın. Bizim için herkesi dize getirmelisin."

dedi.

Sonra kendini aşağı bıraktı. Bedeni karanlık bir duman gibi çözülerek kayboldu. Benim de gözlerim ağırlaştı… dünya karardı…

More Chapters