Natali'nin hayatı özet geçilse, belki bir kelime yeterli olurdu: düz.
Sabah işe git, masaya otur, eve dön, markete uğra, uyuyup aynı günü tekrar yaşa.
Sanki birileri onun yaşamını kopyala-yapıştırla çoğaltmış gibiydi. Ne bir kıvılcım, ne bir heyecan…
Ta ki o kitabı eline alana kadar.
"Bak," demişti Melina, gözlerini kıstırarak.
"Bu roman öyle bir şey ki, okudukça kaybolacaksın."
Natali alayla gülmüştü:
"Kaybolmak mı? Sadece 270 sayfa bu, Hogwarts değil sonuçta."
Ama kitabın kapağını açtığı andan itibaren, bambaşka bir dünyanın içine çekildiğini hissetti.
Krallar, prensesler, yüce lanetler, kanla mühürlü anlaşmalar, büyücüler…
Ve o.
O adam.
Kitap boyunca adı nadiren geçiyordu. İnsanlar ona sadece "Şeytan" diyordu.
Yüzünü görenin dili tutulur, sesi duyulanın dizleri titrermiş.
Kuzeyin başkomutanı, İmparatorluğun demir yumruğu, kadınlardan iğrenen bir cellat gibi…
Ama sonra, o çıkageliyordu.
Tatlı bir prenses, narin bir kalple, buz tutmuş o göğsü eritiyordu.
Ne yazık ki, bu aşkın önünde bir engel vardı: Gravella.
Sarayın en güçlü kadınlarından biri, o da komutana âşıktı.
Yalnız, onun sevgisi kutsal değildi.
Zehirliydi.
Kıskançtı.
Ve… ölümcüldü.
Kitabın sonunda Gravella ihanetten yargılanıyor ve 20 yaşında idam ediliyordu.
Komutan ise prensesle sonsuza dek mutlu yaşıyordu.
Natali, kitabın son sayfasını çevirdiğinde içindeki garip boşluk büyüdü.
Kötü karakter bile olsa, Gravella'nın çaresizliği, aşkı, deliliği…
Hepsi ona fazlasıyla tanıdık gelmişti.
"Keşke… yeniden başlayabilseydi," diye fısıldadı.
Sonra iç çekti, kitabı kapattı, ve karnı guruldayınca montunu aldı, dışarı çıktı.
Gece sakindi. Sokak lambalarının titrek ışığı kaldırımda uzun gölgeler oluşturuyordu.
Natali yavaşça yürürken düşüncelere daldı.
Kitabın sonu hâlâ aklındaydı.
Birden gelen o çığlık gibi kornayı duyduğunda artık çok geçti.
BAM!
Her şey bir anda karardı.
Natali gözlerini açtığında…
Bir şeyler tuhaftı.
Yattığı yer mermerdi. Tavan ise yaldızlı motiflerle bezenmişti.
"Bu da ne…?" diye mırıldandı, sesi cılız ve tiz çıkmıştı.
Ayağa kalkmaya çalışırken, ellerine baktı.
Derisinin bu kadar beyaz, bu kadar pürüzsüz olduğunu hatırlamıyordu.
Saçları… sanki omuzlarını okşar gibiydi.
Aşağı sarktı.
Turuncu…?
Ellerini yüzüne götürdü. Burnunun üzeri ve yanakları çil içindeydi.
Ve gözleri… aynada gördüğünde nefesi kesildi.
Parlak, yeşil ve baştan çıkarıcıydı.
Bu gözleri tanıyordu.
Bu yüz… bu beden…
Hayır.
"Ben… Gravella mıyım?"
Kalbi hızla atmaya başladı.
Kitapta yazanlar gerçek miydi?
Yoksa ölüyor muydu hâlâ?
Ayağa kalkıp odayı incelemeye başladı. Şatafatlı mobilyalar, ipek perdeler, altın varaklı aynalar…
Her şey tanıdıktı.
Çünkü Natali — ya da artık Gravella — bu dünyayı bir gece önce satırlardan okumuştu.
Odanın köşesinde duran küçük masanın üzerinde açık bir not defteri duruyordu.
İsmi titrek bir el yazısıyla yazılmıştı: "Gravella Arceline."
Altında, tarih vardı.
Natali titreyen elleriyle defteri aldı ve gözleri yazıya takıldı:
"Barış Balosu — yarın gece."
Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu.
Kitapta geçen ilk büyük olay… Komutan Kaelreth ile Gravella'nın ilk kez karşılaştığı,
ve kaderin yönünü tayin ettiği o gece.
Natali o sahneyi ezbere biliyordu.
Barış Balosu yarındı.
Ve komutanla karşılaşmaya…
bir gün kalmıştı.