LightReader

Chapter 2 - Gecelik, Göz Göze, Kaçış

O gece… uyumak mümkün değildi.

Natali—ya da artık Gravella—başını yastığa koysa da göz kapakları kapanmıyordu.

Her şey çok hızlı olmuştu.

Bir gün önce marketten pilav üstü tavuk alan biriyken, şimdi aynada gördüğü kız turuncu saçlı, çilli yanaklı ve bir soyluydu.

Ama bu bedenin içine doğduğu dünya… masallardan fırlamış gibi güzeldi, ve bir o kadar da ölümcül.

Yattığı yatakta dönüp durdu.

Beyninin arka planında hâlâ yankılanan bir cümle vardı:

"Barış Balosu — yarın gece."

Kitabın satırlarını hatırladı. O gece komutan Kaelreth'le ilk kez tanışılıyordu.

Ve Gravella'nın kaderi orada mühürlenmeye başlıyordu.

"Bu sadece bir roman değil artık," dedi kendi kendine.

"Bu… benim hayatım."

Sıcak basmıştı. Pencereden içeri dolan gece esintisi bile yetersizdi.

İncecik beyaz bir gecelik giymişti.

Dantel yakalı, dizlerine kadar uzanan, hafif kumaşlı…

Kapıyı açtı, sarayın içi sessizdi.

Koca duvarlarda yankılanan tek şey ayak sesleriydi.

Koridorlar devasa sütunlarla çevriliydi, duvarlarda asılı tablolar, gümüş şamdanlar…

Ama Natali'nin aklı tek bir şeydeydi: Bu dünyada kalıcıysa, ölmeyecekse… o zaman hayatta kalmalıydı.

Fakat o sırada duyduğu ayak sesi… bütün düşüncelerini parçaladı.

"Orada biri var mı?"

Ses derin, otoriter ve buz gibiydi.

Natali olduğu yerde dondu.

Kalbi deli gibi çarpmaya başladı.

Sesin sahibini tanımıştı.

Adımlar yaklaştı.

Gölgesi uzadı önce. Sonra vücudu göründü.

Simsiyah üniforması, omuzlarındaki madalyalar, geniş kaslı gövdesi, ve o ürkütücü karizmasıyla…

Kaelreth D'Armonte.

Kitabın satırlarından fırlamış gibiydi.

Soğuk bakışlarıyla Natali'ye baktı. Gözleri kısa bir anlığına geceliğe takıldı.

"Saray koridorlarında bu şekilde dolaşmak… uygun değildir."

Natali nefesini tuttu.

Bu… onun celladıydı.

Kitabın sonunda idam fermanını veren adam.

Ve şimdi, karşısındaydı.

Kaçacak bir yer aradı gözleriyle ama kasları kilitlenmişti.

Ağzından tek kelime çıkamıyordu.

Komutan kaşlarını çattı ama ses tonunda öfke yoktu, daha çok… merak.

"Seni daha önce burada hiç görmedim," dedi.

"Turuncu saçlar bu topraklarda nadirdir. Margos soyundan mısın?"

Natali'nin içi buz kesti.

Margos…

Evet, Gravella kitaba göre Margos soyundandı.

Yutkundu. Sesini mümkün olduğunca sakin çıkarmaya çalıştı.

"Evet efendim… Margos soyundan geliyorum.

İsmim Gravella. Buraların kurallarına pek aşina değilim.

Bir dahakine daha dikkatli olacağım."

Ellerini eteğine götürüp hafifçe selam verdi.

Arkasını döndü. Bir an önce uzaklaşmak istiyordu.

Ama o an…

"Margoslulardan nefret ederim."

Natali'nin ciğeri sökülür gibi oldu.

Kalbi gırtlağına kadar çıkmıştı.

Cevap veremedi. Dönüp bakamadı.

Sadece… koştu.

Bembeyaz geceliği mermer koridorda rüzgâr gibi savrulurken, gözlerinde yaş yoktu ama içi buz gibi olmuştu.

Kaelreth uzun süre olduğu yerde kaldı.

Bakışlarını onun arkasından çekmedi.

Sonra hafifçe mırıldandı:

"Çok… garip bir kadın."

Elini çenesine götürdü.

Turuncu saçlar, çilli yanaklar, yeşil gözler…

Ve gecenin ortasında, sarayın koridorlarında tek başına dolaşan bir kız.

İlk kez bir Margosluyu görüp, öldürmek istememişti.

Sabah… geceden çok daha sessizdi.

Ama Natali'nin zihninde sessizlik diye bir şey kalmamıştı.

Gecelikle sarayda dolaşmak…

Şeytan komutanla karşılaşmak…

Ve en sonunda duyduğu o cümle:

"Margoslulardan nefret ederim."

Ona göre hâlâ dün geceydi, ama dünya değişmişti.

İçinde olduğu bu beden, Gravella'nın bedeni…

Bu saray, bu kurallar, bu ihtişam…

Bir romanın sayfalarındaydı.

Ama şimdi—o sayfaların içindeydi.

Gözlerini araladığında hafif bir baş ağrısı vardı.

Işık filtreli perdelerden içeri süzülüyordu.

Derken kapı nazikçe tıklatıldı.

"Efendim?"

"Uyanabildiniz mi? Kahvaltınız hazır. Hazırlanmanıza yardım edelim."

İçeri üç genç kadın girdi. Üzerlerinde lavanta renkli hizmetçi kıyafetleri vardı.

Gülümseyerek yaklaşırken ellerinde ipek kumaşlar ve inci tokalar taşıyorlardı.

"Bugün sarayda Barış Balosu hazırlıkları var efendim."

"Sizi yemek salonuna götürmeden önce üzerinizi değiştirmemiz gerek."

Natali refleksle "ben hallederim" diyecekti ama sustu.

Bu dünyada kendi kıyafetini kendi giyen biri varsa, o büyük ihtimalle hizmetçidir.

Oturup izin verdi.

Omuzlarından geceliği dikkatle çıkardılar, ardından beyaz, şaşalı bir saray elbisesi giydirdiler.

Kolları transparan, etekleri kat kat dökümlüydü.

Bel kısmı inci işlemelerle doluydu, yaka ise zarif ama göz alıcıydı.

Boynuna yeşil taşlı bir kolye taktılar. Gözlerinin rengini yakalamış gibi… ışıldıyordu.

Natali aynaya baktı.

Bir anlığına, kendi gözlerinin içine baktı.

"Bu… bir roman sadece. Ama artık buradayım.

Ve bu oyun… cidden eğlenceli olabilir."

İlk defa gülümsedi.

Hizmetçiler onu yemek salonuna götürdü.

Altın varaklı yüksek kapılar açıldığında, içerideki ihtişam Natali'yi birkaç saniye nefessiz bıraktı.

Masa neredeyse sonsuz uzunluktaydı.

Her santiminde porselen tabaklar, cam sürahiler, dantel örtüler vardı.

Masada onlarca çeşit kahvaltılık vardı:

Taze avlanmış balıklar, ince ince dilimlenmiş etler, sıcak çörekler, zeytinyağında bekletilmiş sebzeler…

"Vay canına…" diye fısıldadı.

"Hayatımda ilk defa bu kadar… zengin bir kahvaltı sofrası görüyorum."

Masada otururken gözleri hâlâ çevredeydi.

Tavan fresklerine, tabak süslemelerine, duvarlardaki portrelere takılıyordu.

Bu hayat… Gravella'nın hayatıydı.

Ama Gravella'nın hayatı, aşık olduğu adam için ölmekle sonuçlanıyordu.

Ve Natali artık bunu değiştirmek zorundaydı.

"Böyle bir hayatı… sadece bir adam için kaybetmek…"

"Gerçekten buna değer miydi Gravella?"

Kahvaltısını yaparken gözleri bir noktada dondu.

Bir süre sonra hizmetçisi yanına yaklaştı.

"Efendim, akşamki Barış Balosu için seçtiğiniz elbiseleri ve takıları hazırladık.

Dilerseniz birkaç deneme yapalım?"

Natali ayağa kalktı ve içinden sadece tek bir şey geçti:

"Bu gece… kitapta prensesle komutanın karşılaşma gecesiydi.

O karşılaşmaya karışırsam… bu benim sonum olur."

Giyinme odasında onlarca kıyafetle karşılaştı.

Parlak kumaşlar, ışıltılı taşlar, kabarık etekler…

Hepsi "bakın ben buradayım!" diye bağırıyordu.

Ama o istemiyordu.

Göze batmak istemiyordu.

Bugün… sadece bir gölge olmalıydı.

"En sade elbiseyi istiyorum," dedi yumuşak bir sesle.

"Göz alıcı olmayan… ama zarif."

Birkaç denemeden sonra, krem rengi düz kesim bir elbise seçildi.

Bel kısmı zarif bir kurdeleyle toplanmıştı, yakası hafif V şeklindeydi.

Takı olarak sadece tek bir yeşil taşlı kolye taktı.

Bileğine ince bir bilezik, kulağına tek bir inci küpe.

Hazırdı.

Gün battı.

Sarayın büyük salonunun kapıları açıldı.

Balo… başlamıştı.

İçeri adım attığında, ihtişam gözlerini aldı.

Parlak avizeler, işlemeli masa örtüleri, kristal bardaklar, tüller, dans eden soylular…

Her yer… saray ihtişamının tanımıydı.

Muhafızlar kapıda adını yüksek sesle anons ettiğinde, herkesin bakışları ona çevrildi:

"Margos Hanesi'nden… Gravella Arceline!"

Salonda bir uğultu koptu.

"O mu?"

"Turuncu saçlı mıymış?"

"Margos soyundan olanlar böyle mi görünürdü?"

Natali—pardon, Gravella—çaktırmadan onlara tebessüm etti.

Bazılarına küçük yanıtlar verdi, birkaç soyluyla zarifçe sohbet etti.

Ne çok konuştu, ne çok sustu.

İğne batarsa patlayacak gibi olan sessiz bir zarafet taşıyordu üstünde.

Derken… salondaki tüm ışık, tüm gürültü…

Yavaşladı.

Çanlar çaldı.

Kapıdan içeri yeni biri giriyordu.

Muhafızların sesi sarayın taş duvarlarında yankılandı:

"Savaş alanlarının gururlu komutanı…

Kuzeyin demir pençesi…

Kaelreth D'Armonte!"

Tüm gözler ona çevrildi.

Ama onun gözleri… çoktan Gravella'yı bulmuştu.

More Chapters