Hazal'ın Anlatımı
Gecenin sessizliği kulağıma uğultu gibi çarpıyordu. Odanın loş ışığında Boran'ın gölgesi ağır ağır yürüyordu. Her adımında, kalbim biraz daha sıkışıyordu.
Onu izlerken içimde iki duygu savaşıyordu: güven ve korku. Güven, çünkü onun yanında olduğum sürece bana kimse zarar veremezdi. Korku, çünkü onun dünyasında bir gün ansızın kaybolabileceğimi biliyordum.
Boran pencerenin önünde durdu, ellerini cebine soktu. Omuzları gergindi. Sanki her an üstüne yeni bir yük bindirilmiş gibiydi. Ona bakarken, yüreğimde bir çığlık koptu:
"Tanrım, neden bu adamın kalbinde böylesine derin yaralar var? Neden her mutluluk anı, gölgesinde acı taşıyor?"
Ayağa kalkıp yanına gittim. Sessizce sırtına dokundum. Bir an irkildi, sonra başını bana çevirdi. O bakış… Sanki yıllardır savaş meydanlarında kaybolmuş bir adamın, ilk kez evine dönüyormuş gibi bakışıydı.
"Boran…" dedim fısıltıyla. "Bazen korkuyorum."
Gözleri kısıldı. "Benden mi?"
Başımı salladım. "Hayır… Seni kaybetmekten."
Bir anlık sessizlik oldu. Yalnızca kalp atışlarımın sesini duydum. Sonra Boran yüzünü bana yaklaştırdı, alnını benim alnıma yasladı.
"Hazal… Benim hayatım kan ve kurşunla yazıldı. Ama yemin ederim sana, seni korumak için aynı kurşunlara göğsümü siper ederim. Çünkü sen benim tek nefesimsin."
O sözleri duyunca içimdeki çığlık daha da büyüdü. Onu kaybetme korkusu, sevgimle yarışıyordu. Dudaklarım titredi.
"Ya günün birinde beni koruyamazsan?" dedim, gözlerim dolarken.
Boran, ellerimi avuçlarının arasına aldı. Gözlerindeki karanlık yavaşça aydınlığa döndü. "O zaman bu savaşın hiçbir anlamı kalmaz, Hazal. Çünkü ben senin gülüşün için yaşıyorum. Sen olmadan ben de yokum."
Gözyaşlarımı saklayamadım. O an anladım ki, bu adamın kalbi ne kadar karanlıkla dolu olursa olsun, içinde bana ait bir ışık taşıyordu. Ve ben o ışığı asla söndürmeyecektim.
Boran beni kollarına çektiğinde, içimdeki çığlık susmadı. Ama o çığlık artık korkunun değil, aşkın çığlığıydı.