Boran'ın Anlatımı
Gece boyunca uyuyamadım. Hazal yanımda nefes alıyordu ama ben gözlerimi kapatamıyordum. İçimde bir huzur vardı, evet… Onun varlığıyla ilk kez geleceğe dair bir hayal kurabilmiştim. Ama aynı zamanda içimde sinsi bir korku büyüyordu: ihanet.
Hayat bana en çok bunu öğretmişti. En güvendiğim adamlardan sırtıma hançer yemiştim. En çok inandığım dostlarım, düşmanlarıma yol göstermişti. Ve şimdi, Hazal gibi masum bir kadın, benim karanlık dünyamda nefes alıyordu.
Onu seyrederken düşündüm: Ya onun kalbine de şüphe düşerse? Ya bir gün gözlerime bakıp, "Senin dünyanda bana yer yok," derse?
Elimi uzattım, saçlarına dokundum. Uykusunda kıpırdandı, dudaklarından ismim döküldü:
"Boran…"
Kalbim sıkıştı. Bu tek kelime, bana bütün savaşlardan daha ağır geldi. Çünkü o kelimenin içinde hem bana duyduğu güven, hem de taşıdığı korku vardı.
Sabahın ilk ışıklarıyla kapım çalındı. Yaverim Cem'in sesi geldi:
"Ağabey, konuşmamız lazım."
Sessizce kalktım, Hazal'ı uyandırmadım. Kapıyı açtığımda Cem'in yüzünde gerginlik vardı. Masaya bir dosya bıraktı.
"Ağabey, içeriden sızıntı var. Bizim hareketlerimizi biri düşmana bildiriyor."
Dosyayı açtım. Fotoğraflar, raporlar, telefon kayıtları… Ve hepsi tek bir gerçeğe işaret ediyordu: Bir hain aramızda.
Kaşlarımı çattım. İçimdeki öfke kabardı. "Kim?"
Cem başını eğdi. "Henüz kesin değil. Ama şüphelerimiz var. Ve en tehlikeli tarafı… Düşman senin zaafını öğrenmiş olabilir."
Gözlerim bir an dondu. "Zaafımı mı?"
Cem'in bakışı kapının ardına, Hazal'ın uyuduğu odaya kaydı.
O an damarlarımda kan dondu. Yumruğum masaya indi, dosya yere saçıldı. İçimdeki korku bir anda ölümcül öfkeye dönüştü.
"Eğer birileri Hazal'ın varlığını öğrenmişse…" dedim dişlerimin arasından, "bu şehirde taş üstünde taş bırakmam. Kimse onu benden alamaz. Kimse!"
İçimde yankılanan tek cümle şuydu:
İhanetin izleri çoktan döşenmişti. Ve ben bu izleri tek tek söküp atmazsam, Hazal'ı kaybedecektim.