Hazal'ın Anlatımı
Malikhanenin duvarları bana hapishane gibi gelmeye başlamıştı. Her köşesinde fısıltılar vardı. Her bakışta gizli bir hesap, her sessizlikte bir ihanet gizleniyordu.
Çetin'in ölümünden sonra, Boran'ın omuzlarına daha ağır bir yük bindiğini hissediyordum. O, her zamanki gibi güçlü duruyordu ama ben onun kalbinin içindeki çığlıkları duyuyordum.
O gece koridorda yürürken kulağıma istemeden bir konuşma çalındı. Kapısı aralık bir odadan gelen sesler… Adamların ikisi de Boran'ın en yakınındakilerdi.
"Boran artık zayıflıyor." dedi biri, sesi hırlayan bir kurt gibi.
"Çetin'in ölümünü fırsat bilecekler. Bizim için de doğru an geldi. Haber çoktan karşı tarafa sızdı."
Nefesim kesildi. Duvara yaslandım. İçimden bir şey parçalandı.
Demek ki düşman dışarıda değil, içerideydi. Ve Boran bunu bilmiyordu.
---
Odaya girdim, Boran haritanın başında, düşmanların bölgelerini işaretliyordu. Yüzü sert, gözleri koca bir fırtına gibiydi.
Yanına yaklaştım, içim titriyordu.
"Boran…" dedim fısıltıyla. "Sana bir şey söylemem lazım."
Başını kaldırdı. "Ne oldu?"
Yutkundum. Dudaklarım titriyordu. Ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Çünkü bu evde güvenin kırılması ölüm demekti.
"Ben… bir şey duydum. İçeriden birisi… düşmanla konuşuyor."
Boran'ın gözleri kıpkırmızı kesildi. Sandalyeden kalkıp yanıma geldi, çenesini sıktı.
"Kim?" dedi, sesi buz gibiydi.
Gözlerim doldu. "İsim duymadım ama… seslerini tanıdım. İkisi de sana en yakın adamlardan…"
Boran bir an sustu. Öyle bir sustu ki, kalbim duracak sandım. Sonra fısıldadı:
"Benim soframda oturup bana ihanet eden kim olursa… ölümü kendi ellerimle bulacak."
---
O gece sabaha kadar uyuyamadım. Boran'ın odasından çıkan ayak seslerini, konuşmaları, planları duydum.
Biliyordum… bu ihanet sadece bir kişinin değil, bütün savaşın fitilini ateşleyecekti.
Ve ben içimden bir tek şey diledim:
"Allah'ım… Boran'ı kaybetmeyeyim. İhanetin ateşinde o da yanmasın…"