Boran'ın Anlatımı
Malikhanede sabah, her zamankinden daha ağır doğdu. Hava bile bana ihanetin kokusunu getiriyordu. Çetin'in ölümüyle açılan boşluk, şimdi koca bir karanlığa dönüşmüştü. Ve o karanlık, içeriden büyüyordu.
Hazal'ın söyledikleri kulaklarımda çınlıyordu: "İkisi de sana en yakın adamlardan…"
Bu söz, kalbime hançer gibi saplandı. Çünkü ben soframı da, ekmeğimi de, sırtımı da onlara vermiştim.
O gün, herkesi aynı sofraya çağırdım. Masanın üzerinde altın işlemeli büyük bakır tabaklar, sıcak ekmekler, dumanı tüten etler vardı. Lakin sofranın tadı değil, o sofrada dökülecek sözler önemliydi.
Adamlarım tek tek içeri girdi. Her biri saygıyla selam verip yerini aldı. Hazal, masanın en ucunda oturuyordu; gözleri beni izliyordu. Onun bakışlarında korku vardı, ama aynı zamanda bana güç veren bir inanç da.
Sofranın başına oturdum. Sessizlik öyle yoğundu ki, ekmeği bölseniz bile o ses duvarlardan yankılanırdı.
"Bugün burada hepimiz bir ekmek bölüşeceğiz." dedim, sesim tok ve keskin çıkıyordu. "Ama önce, kimin kalbi bize ait, kimin kalbi düşmana ait, onu göreceğiz."
Masadaki bakışlar bir an birbirine çevrildi. Ter damlaları, göz kırpışları, gizli nefesler… Hepsini izliyordum.
Elimi masaya vurdum. "Aranızda biri var… Bana ihanet eden!"
Sözüm masaya bomba gibi düştü. Herkesin rengi attı. Bazılarının elleri titredi, bazıları öfkeyle kaşlarını çattı. Ama ben gözlerimi iki kişiden ayırmıyordum.
Bunlardan biri, yıllardır sağ kolum olan Kamil'di. Diğeri ise bana çocukluktan beri sadakatini kanıtlamış gibi görünen Selim.
Onlara tek tek baktım. "Çetin'in kanı yerdeyken, benim sırtıma hançer saplayan kimse… bugün kalkamayacak bu sofradan."
Kamil'in yüzü bembeyaz oldu. Selim ise dudaklarını sıktı, bakışlarını kaçırdı. Hazal'ın nefesi hızlandı; onun yüreği, benim yüreğimle aynı ritimde çarpıyordu.
Sonra sessizliği bozan bir gülüş oldu. İnce, sinsice… Selim'di.
"Boran Ağa…" dedi, sesi zehirliydi. "Herkes güçlü görünür ama bazen en güçlü olanın bile dizleri titrer. Senin de sonun geldi."
Masadaki adamların yarısı ayağa kalktı, silahlarına davrandı. Ama benim elim çoktan belimdeydi. Tabancamı çekip Selim'in alnına doğrulttum.
"Benim dizlerim titrer ama elim asla titremez." dedim buz gibi bir sesle.
Hazal yerinden fırladı, gözleri korkuyla büyümüştü. Ama ben sadece Selim'in gözlerinin içine bakıyordum. Orada sadakat değil, açgözlülük ve ihanetin zehri vardı.
Ve o an anladım: Yılan soframızdaydı. Ve ben yılanın başını ezmeden bu sofradan kalkmayacaktım.