Hazal'ın Anlatımı
Sofranın başında, zaman sanki durmuştu. Boran'ın silahı Selim'in alnına dayanmış, masanın üzerindeki bütün tabaklar, bardaklar bir anlığına görünmez olmuştu. Sadece nefeslerin ve kalplerin sesi vardı.
Selim'in gözlerindeki hain gülüş, mideme bir bıçak gibi saplandı. "Senin sonun geldi, Boran Ağa," dediğinde içim ürperdi. Ama Boran'ın yüzünde tek bir korku izi bile yoktu.
"Sonu gelen ben değilim, Selim." dedi Boran, sesi mezar taşı kadar ağırdı. "Sonu gelen, kendi onurunu üç kuruşa satan sen oldun."
Boran'ın tetiğe basacağını düşündüğüm anda Kamil, yani Boran'ın yıllardır yanında olan sağ kolu, yerinden kalktı. "Ağa, dur!" diye bağırdı.
Boran kaşlarını çattı. "Sen de mi, Kamil?" dedi öyle bir tonla ki, içimdeki bütün umutları kırar gibi oldu.
Ama Kamil'in gözleri dolmuştu. "Ben değilim, Ağa! Vallahi değilim! Selim bana yaklaşmaya çalıştı, beni de kendi tarafına çekmek istedi. Ama ben seni satmadım, satmam da!"
Selim kahkaha attı. "Satmadın, ha? Senin çocuklarını, aileni tehdit eden kimdi sanıyorsun? Oğlunu okuldan alan, kızını gece vakti evinin önünde bekleten adamları ben mi gönderdim? Onların arkasındaki ismi bilmeden mi konuştun?"
Boran'ın bakışları daha da sertleşti. "Arkanda kim var, Selim? Söyle!"
Selim'in yüzü kızıla döndü, ama o hain gülüş hâlâ dudaklarındaydı. "Senin düşmanın sandığından büyük. Çetin'in ölümü de, bu sofradaki ihanet de, hepsi tek bir elin oyunu. Ve o el… senin en zayıf yerini biliyor."
Kalbim sıkıştı. En zayıf yeri… benim.
Boran'ın silahı hâlâ Selim'in alnındaydı ama tetiğe basmadı. Çünkü Boran şunu biliyordu: Selim sadece bir taşerondan ibaretti. Arkasında, asıl düşman vardı.
Masada oturan adamların yüzleri kıpkırmızı kesilmişti. Kimisi öfkeyle ayağa kalkmak istiyor ama Boran'ın tek bakışıyla herkes susuyordu.
Boran eğildi, Selim'in kulağına fısıldar gibi konuştu: "Benim soframda oturup ihanet edenin sonu bellidir. Ama sen ölmeden önce, bana o ismi vereceksin."
Selim'in yüzündeki gülüş bir an kayboldu. "Sen onu zaten tanıyorsun, Boran…" dedi. "O isim, senin kendi kanından biri."
Masada buz gibi bir sessizlik oldu. Kanımdaki damarlar dondu sanki. Kendi kanından biri… Boran'ın akrabası mı? Kardeşi mi? Amcası mı?
Boran, silahını biraz daha bastırdı. Ama gözlerindeki öfkenin yanında, içten içe yanan başka bir ateş vardı: Şüphe.
O an anladım ki, bu ihanetin ucu sadece Selim'e değil, Boran'ın soyuna kadar dayanıyordu. Ve bu savaş, artık sadece kanla değil, sadakatle yazılacaktı.