Zaman, onların üzerinden sert bir rüzgâr gibi geçmişti. Ada da Yaren de bu hayatın kolay bir hikâye olmadığını çok iyi biliyordu. Ama bir fark vardı: Artık yalnız değillerdi. İki yorgun kalp, birbirine yaslanarak ayakta durmayı öğrenmişti.
Geçmişte kırılmış kemikler, kanamış ruhlar, susmuş sesler vardı… Ama şimdi, yan yana dimdik durdukları bir gerçek vardı: Onlar hayattaydı.
Her sabah gözlerini açtıklarında, birbirlerine sessizce güç veriyorlardı. Ada'nın gözleri "Dayanacağız" diyordu, Yaren'in elleri "Yanındayım" diye sıkıyordu. Onlar kelimelere ihtiyaç duymadan konuşan iki dağ gibiydi.
Hayatın fırtınaları hâlâ üzerlerine çarpıyor, geceleri bazen yine kabuslar sarıyordu ikisini de… Ama bu kez kaçmıyorlardı. Çünkü artık elleri birbirine kenetliydi. Ne kadar sert rüzgâr eserse essin, yıkılmıyorlardı.
Ada, geçmişin karanlığından gelen bir savaşçıydı. Yaren ise o karanlıkta parlayan bir ışıktı. İkisi bir araya geldiğinde gökyüzünde yankılanan sessiz bir yemin oluşmuştu: "Birbirimizi bırakmayacağız."
Hastalıklar, yaralar, kabuslar… Hepsiyle birlikte yaşıyorlardı ama bu defa birlikte savaşıyorlardı.
Ve her gün, içlerinden biri sessizce tekrarlıyordu:
"Biz yıkılmayız. Çünkü artık yan yanayız."
Onlar iki kırık değil… İki dağ gibiydiler artık. Ayakta, dimdik ve birbirlerinin gücü olmuşlardı.