Boran'ın Anlatımı
Hazal'ın yüzündeki korkuyu gördüğüm an, içimdeki bütün damarlar buz kesti. Cama işaret ediyordu, ama gölge çoktan kaybolmuştu. Onun gözleriyle benim gözlerim buluştuğunda tek şey düşündüm: Birileri bize çok yaklaşmıştı.
Adamlarıma emir verdim. Bahçe didik didik arandı, çevredeki güvenlik kameraları kontrol edildi. Hiçbir şey yoktu. Sanki o gölge, sadece Hazal'ın hayalinde belirmiş gibi… Ama ben biliyordum. Hazal'ın korkusu asla boşuna olmazdı.
Gece boyunca uyumadı. Yanında bekledim, parmaklarını sımsıkı tuttum. Her titrediğinde kalbim daha da sıkıştı. Çünkü ne kadar saklamaya çalışsam da, düşmanımın oyununu ben de hissediyordum: Bizi yavaş yavaş çembere alıyorlardı.
Sabaha karşı Cem'den haber geldi. Telefonda sesi gergindi.
"Abi… aramızda bir hain var."
Sözleri beynimde yankılandı. Zaten şüpheleniyordum, ama bunu Cem'in ağzından duymak, içimdeki öfkeyi körükledi. Yumruğumu sıktım, dudaklarımdan dişlerim kanadı.
"Kim?" diye sordum.
"Henüz bilmiyoruz," dedi Cem. "Ama dışarıdaki gölge… Bahçede görünen adam… İçeriden bilgi almadan o kadar yaklaşamazdı."
Haklıydı. Damarlarımdaki kan buz gibi oldu. Demek ki hain, kapımın önüne kadar sızmalarına yardım etmişti.
Hazal içeride uyuyor sandım. Ama arkamdan gelen sesiyle irkildim:
"Boran…"
Başımı çevirdim. Gözlerinde korkuyla karışık bir kararlılık vardı.
"Benden saklama. Ne oluyor?"
Onu korumak için söylememem gerekiyordu. Ama Hazal'ın bakışları, içimde sakladığım bütün duvarları yıktı. Yutkundum, sert bir sesle söyledim:
"Aramızda bir hain var. Ve o hainin amacı, sadece beni değil, seni de yok etmek."
Hazal'ın yüzü bembeyaz oldu. Ellerini tuttum, sıkıca sardım.
"Dinle beni," dedim dişlerimin arasından. "Ne olursa olsun, seni kimseye bırakmayacağım. Kanımı akıtırım, ama sana dokunamazlar."
O an, bütün gerçekliğiyle hissettim: Önümüzdeki günler kan kokusuyla dolacaktı.
Ve ben, Hazal için canavar olmaya hazırdım.