LightReader

Chapter 10 - Bölüm 10:Çay Bahçesi

Günler, bu yeni ve tehlikeli ritimle geçmeye başladı. Atölyedeki sessiz bakışmalar, geceleri telefon ekranlarını aydınlatan fısıltılara dönüşüyordu. Ferkan ve Sevim, birbirlerinin hayatlarındaki tek sığınak, tek sırdaş olmuşlardı. Ferkan, Rüya'ya karşı oyununu ustalıkla oynuyor, parlak tasarımlarıyla onu meşgul ederken, asıl mücadelesini görünmez bir cephede, Sevim'in ruhunu ayakta tutmak için veriyordu.

Bir gece, Ferkan'ın telefonuna gelen mesajla bu kırılgan denge sarsıldı. Mesaj Sevim'dendi ve tek bir cümleden oluşuyordu: "Dayanamıyorum artık."

Bu cümlenin arkasındaki çaresizliği, bitkinliği ve belki de korkunç bir kararın eşiğinde olduğunu Ferkan anında hissetti. Klavyenin üzerinde teselli edici kelimeler aradı, ama "Sabret", "Geçecek" gibi sözlerin artık ne kadar boş olduğunu biliyordu. Kelimeler yetmiyordu. Daha fazlası gerekiyordu.

Hiç düşünmeden cevap yazdı: "Yarın. Öğle arasında. Konuşmamız lazım. Sana konum atacağım. Gelebilir misin?"

Bu bir davet değil, bir kurtarma operasyonuydu. Riskin büyüklüğünü ikisi de biliyordu. Yakalanmak, her şeyin sonu demekti. Sevim'in cevabı dakikalar sonra geldi. Tek bir kelime: "Evet."

Ertesi gün atölyedeki zaman akmak bilmedi. Her saniye bir asır gibiydi. İkisinin de kalbi, öğle zilinin çalmasını beklerken göğüs kafeslerini dövüyordu. Sonunda o an geldiğinde, kimseye belli etmemeye çalışarak ayrı ayrı çıktılar. Ferkan'ın attığı konum, şehrin karmaşasından uzak, Boğaz'ı gören tepelerden birinde, yaşlı çınar ağaçlarının altındaki küçük, salaş bir çay bahçesiydi.

Ferkan oraya vardığında, ahşap bir masaya oturdu ve beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra Sevim göründü. Tedirgin adımlarla etrafına bakınıyor, sanki her an birileri onu tanıyacakmış gibi korkuyordu. Ferkan'ı görünce adımlarını hızlandırdı ve karşısındaki sandalyeye oturdu.

Bir süre ikisi de konuşmadı. Sadece birbirlerine baktılar. Atölyenin gürültüsü, makinelerin uğultusu olmadan, ilk defa gerçekten birbirlerini görüyorlardı. Garsonun getirdiği iki demli çay, aralarındaki sessizliği böldü.

"Korkuttun beni," dedi Ferkan sonunda.

Sevim'in gözleri doldu. "Özür dilerim," diye fısıldadı. "Dün gece... kocam... yine..." Cümlesini bitiremedi. Elleriyle yüzünü kapattı ve omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Ferkan, içgüdüsel olarak elini uzattı ama masanın üzerinde duraksadı. Ona dokunmak, geri dönülmez bir adımı atmak demekti. Bunun yerine, sadece orada oturdu ve bekledi. Onun acısını boşaltması için ona sessiz bir alan yarattı.

Sevim sakinleşince, her şeyi anlattı. Yıllardır içinde biriktirdiği aşağılanmaları, hakaretleri, umutsuzluğunu... Ferkan tek bir kelimeyle bile sözünü kesmeden onu dinledi. O an orada patronu değildi, eniştesi değildi; sadece onu anlayan bir insandı.

Zaman su gibi akıp geçmişti. Molaları bitmek üzereydi. "Geri dönmemiz gerek," dedi Ferkan.

Sevim başını kaldırdı. Gözleri ağlamaktan kızarmıştı ama bakışları artık o kadar çaresiz değildi. "Teşekkür ederim, Ferkan," dedi. "Sadece... birinin dinlemesine ihtiyacım varmış."

Çay bahçesinden ayrılıp atölye denilen hapishaneye geri döndüklerinde, artık sadece sırdaş değillerdi. O çınar ağacının altında, iki çay bardağının şahitliğinde, kırık kalplerini birbirlerine emanet etmişlerdi. Ve bu, onları hem daha güçlü hem de çok daha büyük bir tehlikenin hedefi haline getirmişti.

More Chapters