O gece uyku, Ferkan ve Sevim için imkansız bir lükstü. Ferkan, valizine anlamsız birkaç parça eşya atarken, parmakları sürekli telefonunun ekranında, Sevim'e giden kelimelerdeydi.
"Beni bırakıp gitme," diye yazdı Sevim bir anlık çaresizlikle.
"Sadece bedenim gidiyor," diye cevapladı Ferkan. "Kalbim, aklım, hepsi seninle kalıyor. Bu bir veda değil. Sadece bir ara. Ne olursa olsun beni bekle, Sevim."
"Sonsuza dek," geldi cevap. Bu, karanlığın içinde birbirlerine ettikleri bir yemindi.
Sabah, Ferkan için bir cenaze töreninin başlangıcı gibiydi. Rüya ile aynı arabada havalimanına gitmek, yan yana uçağa binmek... Rüya, kusursuz bir iş kadını ve eş rolünü oynuyordu. Gülümsemesi profesyonel, hareketleri zarifti. Ama Ferkan için o gülümsemenin ardındaki canavarı görmek, midesini bulandırıyordu. Uçak İstanbul'dan havalanırken, Ferkan kendini Sevim'den koparılan bir uzuv gibi hissetti. Her metre, aralarındaki mesafeyi ve Sevim'in tehlikesini artırıyordu.
Aynı anlarda Sevim, atölyenin kapısından içeri her zamankinden daha ağır adımlarla giriyordu. Ferkan'ın olmadığı bir atölye, ruhu çekilmiş bir bedene benziyordu. Her köşe, her makine onsuzluğunu yüzüne vuruyordu. Öğleden sonra o soğuk depoya indiğinde, yalnızlığı daha da katmerlendi. Burası, onların ilk öpücüğünün masumiyetini taşıyan bir mabetken, şimdi Ferkan'sız bir sürgün yerine dönüşmüştü.
Milano, Ferkan'ı tüm güzelliğiyle karşıladı. Tarihi sokaklar, şık insanlar, vitrinlerdeki göz alıcı tasarımlar... Ama Ferkan için hepsi renksiz, hepsi anlamsızdı. Rüya onu fuarlara, iş yemeklerine sürüklerken, Ferkan'ın bedeni orada, ama aklı binlerce kilometre uzaktaki o soğuk depodaydı.
O akşam, lüks otel odasının panoramik şehir manzaralı penceresinin önünde durdu. Dışarıdaki ışıklar, elmaslar gibi parlıyordu. Ama o, sadece elindeki telefonun ekranındaki ışığı görüyordu.
"Buradaki her şey sahte ve boş," diye yazdı. "Keşke o tozlu depoda, seninle olsaydım."
Mesajı gönderdiğinde, Sevim depodaki sayımı yeni bitirmiş, soğuk betona oturmuş dinleniyordu. Telefonu titrediğinde, karanlığın içindeki tek ışık kaynağı o ekran oldu. Ferkan'ın mesajını okuduğunda, gözlerinden akan yaşlara engel olamadı.
"Ben zaten oradayım," diye cevapladı. "Senin kalbinde."
Fiziksel olarak ayrı düşmüşlerdi. Biri İtalya'da altın bir kafeste, diğeri İstanbul'da beton bir zindandaydı. Ama o an, aralarındaki mesafeyi yok eden o mesajlarla, ruhları hiç olmadığı kadar yakındı. Aşkları, artık sadece bir duygu değil, onları hayata bağlayan tek gerçekti.