Gökyüzü, bin parçaya ayrılmış bir zırh gibi yarılıyordu. Kırmızı şimşekler, kara bulutların arasından patlayarak çelik dağların yüzeyine çarpıyordu. Her darbe, metalin kemiklerine işlenmiş eski şarkıları hatırlatır gibi uğuldadı. Solinar Geçidi'nin üstünde, efsanelerde anlatılan mühür titreşiyor, derinlerden gelen bir uğultu bütün gezegeni sarsıyordu.
Uzakta, pas rengi ovaların ortasında, Ironsurge ağır adımlarla yürüyordu. Her adımı toprağı çatlatıyor, ayaklarının altında erimiş metalin kokusu yükseliyordu. Gövdesindeki binlerce savaş yarası, ışığın vurduğu an parlayan eski birer hatıra gibiydi. Yüzyıllar önce edilen Çelik Yemini hâlâ işlemekteydi: "Kapı düşerse, biz de düşeriz."
Ironsurge, ufukta beliren karanlık silueti gördü. Gökyüzünü kesen ince, keskin kanatlar…
Fluxbane geliyordu.
Bir zamanlar yan yana savaşan bu iki çelik dev, şimdi kaderin zıt uçlarında duruyordu. Fluxbane'in zırhı siyah obsidyen gibi parlıyordu, eklemlerinden sızan mor ışık onun karanlık bir enerjiye bağlandığını gösteriyordu. Sesi, uzak bir fırtınanın uğultusu gibi yankılandı:
— Geçidi açacağım, Ironsurge. Zincirler kırılacak. Bu dünya yeniden doğacak.
Ironsurge, ağır başını kaldırdı, göğsünde yanan mavi çekirdek daha hızlı atmaya başladı.
— Yeniden doğmak mı? Hayır, Fluxbane… Bu, sonumuz olur.
Kelimeler gökyüzüne savrulduğu anda, yer titredi. Geçidin mühürü, ilk kez bin yıl sonra çatladı. Çatlaklardan yayılan ışık, kör edici bir beyazdı ve o beyazlığın içinde gölgeler kıpırdıyordu. Onlar, Mekanik Boğuculardı — kapının ardında mühürlenmiş, efsanevi yıkım ordusu.
Gökyüzü çığlık attı.
Valkyros, gök yarıklarından dalarak alçaldı. Kanatları kavisli çelikten, gözleri eriyik altın gibi parlıyordu. İnişi o kadar hızlıydı ki havadaki toz parçacıkları alev aldı.
— Ironsurge, mühür tamamen kırılmak üzere! Aetherion savunma mevzilerini kuruyor ama… çok az zamanımız kaldı.
Ironsurge, derin bir mekanik homurtuyla başını salladı.
— Zaman yoksa, yemin devreye girer.
Ve o anda, bütün çelik ırkının damarlarından aynı yankı geçti. Çelik Yemini. Eskiden sadece savaş meydanında söylenen, ama şimdi gezegenin kendisine hatırlatılan o söz:
"Biz çeliğiz. Çelik kırılırsa, evren susar."
Fluxbane, gölgelerden bir adım öne çıktı. Arkasında, karanlık enerjiyle beslenen devasa bir savaş makinesi belirdi. Zırh plakaları, kadim mühürleri parçalayan darbeler için şekillendirilmişti. Onun adı Voidmaul'du ve yalnızca bir amaca hizmet ediyordu: Kapıyı paramparça etmek.
İlk çarpışma, bir kıtanın yıkılması gibi oldu. Ironsurge'un kolundaki hidrolik bıçak, Fluxbane'in siyah zırhına çarptı; kıvılcımlar gökyüzüne yağmur gibi sıçradı. Valkyros havadan saldırıya geçti, ancak Voidmaul'un gövdesinden fırlayan zincir kancalar onu yakaladı ve yere çiviledi.
O sırada Solinar Geçidi'nin çatlakları genişledi. İçeriden, derin mekanik çığlıklar yükseldi. Mühür tamamen kırıldığında, Mekanik Boğucular serbest kalacak ve hiçbir otobot onları durduramayacaktı.
Aetherion, geçidin önünde son savunma hattını kurarken, derin bir sesle bağırdı:
— Ironsurge! Ya şimdi durdurursun… ya da bütün ırkımız yok olur!
Ironsurge, boğazından gelen o ağır uğultuyla son kez konuştu:
— O zaman çelik kırılmayacak.
Ve bütün gücüyle, Fluxbane'in üzerine atıldı. Çarpışma, gezegenin damarlarında yankılandı…
Ama çatlaklardan ilk Boğucu'nun başı çıkmaya başlamıştı.