Ne bir pencere vardı ne de gökyüzünü gösteren bir ışık. Duvarlar soğuktu, taş gibiydi. Geceleri zaman durmuş gibi olurdu; sabahın ne zaman geldiğini bilemezdi. Karanlık yalnız değildi… İçinde korku, acı ve sessizlikle büyüyen bir boşluk vardı.
Her gün biraz daha unutulduğunu hissediyordu. Sesini kimse duymuyor, varlığı kimseye dokunmuyordu. Sanki dünya dışarıda dönüyor ama o dünyanın dışında kalıyordu. Gözleri duvara baktıkça kendi gölgesinden bile korkar hale geldi.
İçinden fısıldıyordu: "Kimse gelmeyecek…"
Bu söz, karanlıkla birleşip yankı olup geri dönüyordu.
Kalbinde taşıdığı acı artık sessiz değildi; her nefes alışında biraz daha büyüyor, ciğerlerini yakıyordu. "Neden ben?" diye soruyordu ama cevap yoktu. O odada, hiçbir dua tam cümle olamıyordu. Gözyaşları, suskun çığlıkların tek diliydi.
"Bir gün bu karanlık beni yutacak," diye düşündüğü anlar oldu. Ama bir köşede, küçücük bir umut kıvılcımı sönmeden direniyordu. Çünkü karanlık ne kadar derin olursa olsun, bir ses içten içe fısıldıyordu:
"Bir gün özgür olacaksın. Ve o gün, bu odanın sessizliği seni değil, sen onu yeneceksin."