Eylül was carefully examining the snow-white, smooth pages of the book in her hand. Every letter, every phrase, pulled her into a completely different world that challenged the limits of her consciousness. "The Beginning of the End"... This work was nothing short of a passion for her.
...
Eylül, elindeki kitabı bembeyaz, Pürüzsüz sayfalarını dikkatle inceliyordu. Onun bir harfi, bir kelime öbeği, bilincinin sınırlarının zorlayan bambaşka bir dünyanın içine çekiyordu. "Sonun Başlangıcı"...
Bu eser, onun için bir tutkudan farksızdı.
Kitaptaki hikâyeler, yeryüzünün tasarrufları hiçbir şeye benzemeyen, tuhaflıklarla dolu bir diyarda geçiyordu. Evet, kabul etmek gerek: Merkezinde bir erkek ve bir kadının olduğu o tipik, klasik klişeyi taşıyordu. Ama bu, sıradan, yavan bir klişe değildi. Hikâye, kıyametin tam yükseklikte konumundaydı. Ancak geleneksel kıyamet senaryoları farklıydı: Ne bir salgının tetiklediği zombi kaosu ne dünyada yutan bir doğa felaketi vardı. Bu kitap, benzersiz ve tamamen farklı bir felaketi anlatıyordu.
Yine de Eylül'ün zihnini asıl meşgul eden ne bu felaket haliydi, ne ansızın ortaya çıkan anormal Zindanlar ne de hikayenin konusu. Hayır, Eylül'ün dikkatini çeken, tüm bu olayın örgüsünün ötesinde farklı bir detaydı: paket içinde barındırdığı bir karakter, ruhunda fırtınalar kopuyordu.
Kendi adı ve soyadıyla tıpatıp aynı olan, herkesin sevdiği o kadın:
Eylül Kervan.
Başta bu kitabı ofiste masasının üstünde gördüğünde, insanların unuttuğu saçma sapan bir kitap olduğunu düşünmüştü. Bir an düşünmeden çöpe atılacaktı ama o sıradaki kapağın üstünde kendi görünüşü görüldü. Merak edip açtığında bir daha da kitap bırakamamıştı. Kaç defa izlenmesini baştan sona sona erdirir. Çok defa bitirmişti ama hep aynı heyecanla eline aldı. Kim bıraktı ya da kimin kitabıydı, biraz ama artık kendisiydi.
Ama sayfalar ona geldiğinde, Eylül'ün gözlerinde küçümseme ve iğrenme belirliyordu. Bu kadının kendi isminden safra rahatsızlığı duymasına neden olmuştu.
O yapmacık, iyi kalpli, masum hâli Eylül'ü delirtiyordu. Bir insanın bu kadar iyi olduğuna inanmıyordu.
Hah! Tatlı dilli yılan! Bu kadın Yılandan başka bir şey değildi! Eline parçalamak, öldürmek istiyordu!
Kadın baş karakterin yanında duran erkek baş karakter ise Eylül için tam bir saplantıydı. Her sahnede onun varlığı, Eylül'ün içinde kıskançlık, öfke ve hırsın birbirine karıştığı karanlık bir duygu yaratıyordu.
Sayfalardan gözünü ayırmadan, o adamın kendi elleriyle yutmak, kendisine ait olmayı amaçladı.
Bu istek önce bir fısıltıydı.
Sonra susuzluk.
Sonunda içini yakan, kara bir ihtiyaç.
Gözlerinde görmek, Eylül'ün adıyla çağrılmak, onunla yaşamak istiyordu. Başka hiçbir kadının yanında varlığını kabullenemiyordu.
Erkek baş karakterinin varlığı yavaş yavaş zihnini sarıyor, kalbine derin bir temel oyuyordu.O dolgunlaşmasaydı, dünya tamamlanmayacaktı.
kendini tamamlayacaktı.
Yalnızca yanında olmak değil…
Her şeyi bilmek, nefesini hissetmek, gölgesi gibi sızmak, sızmak istiyordu.
Ama tatlı bir hayal değildi; keskin, susturulmuş ve karanlıktı.
O anda...
Farkında bile olmadan, bedeninden ince bir duman yükseldi Eylül'ün.
Önce görünmeyecek kadar silikti. Sessizdi.
Ama birkaç saniye içinde oda, bu dumanla dolmaya başladı.
Pis ve boğucu bir balçık gibiydi.
Simsiyah, ağır, ıslak bir karanlık...
Tırnaklarının arasına, derisinin altına, düşüncelerinin içine sızan bir çürüme gibi.
Gözleri hâlâ erkek karakterin adının yazılı olduğu satırdaydı.
Baran...
Harfleri okşar gibi bakıyordu.
Saplantı, artık sınırlarını yitirmişti.
Ve o sırada, duman çoktan odanın her yerine yayılmıştı.
Duvarlar nefes alamıyor, hava yerle bir oluyordu.
Bir şeyler ters gidiyordu.
O da fark etmişti.
Ama artık çok geçti.
Yüzüne aniden çöken bir ifade…
Endişe.
Korku.
Çıldırmış bir panik.
Ve ardından, boğazını yırtarcasına atılan bir çığlık.
Bir an sonra odayı sessizlik kapladı. Biraz önce olanlar sanki hiç yaşanmamış gibi, oda eski hâline döndü. Geriye sadece sayfaları hâlâ açık olan, yatağın üstünde duran bir kitap kaldı.
O sırada bir şey oldu ve sayfadaki yazılar birer birer silinmeye başladı. Sayfalar hızla değişiyor, her çevrilen sayfa ardında boşluk bırakıyordu. Bütün kitap bu şekilde boş sayfalardan ibaret kaldı. Sonra kitap hızla kapandı.
Boş odada, kitap uzun süre yalnız başına durdu yatağın üstünde.
Ve bir süre sonra bir el, kitabın sayfasını çevirir gibi hafifçe dokundu.
Kitap açıldı. İlk sayfa göründü. Üzerinde, yavaş yavaş mürekkep yazılar belirmeye başladı.
Kitap yeniden yazılıyordu...
_______________________________
2023
Türkiye, Çorum / Bakiyat Köyü
Gözlerini açtığında, etrafını tanımadığı bir oda sarıyordu. Işık boğuk, hava ağırdı. Kalbinin derinliklerinde, yitip giden bir hayattan kalan parçalar dönüp duruyordu zihninde. O an, adım adım bedenini ele geçirdiğinin farkına vardı.
Zihninde anılar hızla çarpışmaya başladı. Gözlerinin önünde bir adamın silueti beliriyor, kulağına uzaktan gelen tanıdık kahkahalar doluşuyor ve beynin de tek bir isim yankılanıyordu: Eylül.
.O, başkalarının hayran olduğu o kadın karakterin bedeninde uyanmıştı.
Yavaşça ellerine baktı; tırnakları, çizgileri, teni ona yabancıydı ama aynı zamanda ona aitti. İçinde, saplantılı bir sevinç yükseldi. Bu bedenle, o adamla, kendi dünyasından çok farklı bir yaşama adım atacaktı.
Ve dudaklarının kenarında karanlık, zafer dolu bir gülümseme belirdi.
Bir an durdu, derin bir nefes aldı. Çevresini dinledi; uzaktan gelen kadın sesleri, kahkahalar, hayat dolu konuşmalar... Hepsi ona yabancıydı ama artık onun hayatının bir parçası olacaktı.
"Baran..." diye fısıldadı kendi kendine, o ismi anmadan duramıyordu. Dudaklarından kaçan ince, sessiz bir kıkırdama duyuldu o an. Eğer biri onu görseydi, bu beklenmedik sesi ve yüzündeki ifadeyi tedirgin edici bulurdu. Kalbi hızla çarpıyordu; hayalindeki o adamın varlığı zihnini tamamen doldurmuştu.
"Yakında benim olacaksın," diye fısıldadı, "sadece benim olacaksın."
Ve o an, içindeki karanlık bir kez daha güçlendi; yeni hayatına, yeni bedenine yerleşti.
Buraya nasıl ve neden geldiğini bilmiyordu ama geri dönmek istemiyordu. İçinde yükselen karanlık arzu, onu bu yabancı dünyaya çekmiş, sarmıştı. Her şey belirsizdi, her şey yabancı...
Ama tek bir gerçek vardı: Artık geri dönüş yoktu. Yeni hayatının kapıları ardına kadar açılmıştı ve o kapıdan geçmek için can atıyordu.
Ayak seslerini duyduğunda, içgüdüsel bir şekilde başını çevirdi. Salondan gelen sesler biraz daha yükselmişti. Kadınların kahkahaları arasına bir erkek sesi karışmıştı – kısa, mesafeli ama derinden gelen bir tını.
Tezgâhtan uzaklaştı. Omzundaki hafif gerginliği silkeler gibi yürüdü. Mutfağın kapısından başını uzattığında ilk göz teması gerçekleşti.
Oradaydı.
Kadınların arasında, arkasına yaslanmış bir şekilde oturuyordu: Fatih.
Zihnine, Eylül'ün anılarından gelen donuk görüntülerden çok farklıydı bu hâli. Gerçekti. Diri. Sessizdi ama varlığı salona yayılıyordu.
Kadın bir an durdu.
Gözleri onun yüzünde gezinirken, içi istemsizce kıpırdadı.
Ama bu, hayranlık değildi.
Bu, iğrentiye yakın bir rahatsızlıktı.
Eylül'ün yas tuttuğu adam.
Sevdiği. Uğruna ağladığı.
Ne için?
Gördüğü buydu işte: Sessiz, sıradan, fazla içe kapanık.
Sadece orada oturuyordu, tek kelime etmeden dinliyordu.
Kadının dudakları, belli belirsiz bir çizgiye döndü.
İçindeki ses soğuk ve netti:
"Sen o değilsin. Asla sen olmayacaksın." dedi anlamsız bir şekilde.
Bu söz, içinde bir kesinlik gibi yankılandı.
Fatih'e bakarken tek bir an bile şüpheye düşmedi.
Onun gözlerinde, sesinde, duruşunda... hiçbir şey yoktu.
Hiçbir ışık.
Hiçbir güç.
Hiçbir çekim.
O sadece geçmişin hatasıydı.
Ve bu hikâyede ona yer yoktu.
Baran gibi bir adamla aynı hikâyede bile geçmeyi hak etmeyen biri.
Eylül'ün gözlerinin körlüğü, onun taşıdığı bu anılarla açıkça ortadaydı.
Yavaşça başını çevirdi. Daha fazla göz teması kurmadı.
Salona adım atarken yüzünde hafif bir tebessüm vardı; tanıdık, sıcak, kibar...
Ama içinde, diken giderek batıyordu.
Fatih'in varlığı, onun yeni hayatının ilk lekesiydi.
Kadın, mutfaktan çay tepsisini tutarak ağır adımlarla çıktı.
İçinde planlar, karanlık arzular ve yeni hayatının hedefleri yankılanıyordu.
Salona doğru yönelirken, kadınların kahkahaları ve sohbetleri arasında kendine bir yol açtı.
Gözleri kalabalığın içinde dikkatle süzülüyordu.
Ve orada, tam karşısında duruyordu: Fatih.
Eylül'ün anılarından tanıdığı o silik adam, şimdi canlı ve gerçekti.
Sessizce oturuyor, yüzünde sakin ama etkileyici bir ifadeyle etrafı izliyordu.
Kadının içine batan bir diken gibi oldu varlığı.
Yine de yüzünde soğuk, sahte bir tebessüm belirdi.
Zarifçe birkaç adım attı ve kadınların arasına karıştı.
Her hareketi, her gülümseyişi hesaplanmış, dikkatlice seçilmişti.
Kalabalığın içinde Eylül'ün yeni hâli oradaydı.
Ve artık her şey değişecekti.
Kadınların sohbeti devam ederken, Ayşe gururla oğlunun terfisinden bahsediyordu.
Herkes onu dikkatle dinliyordu; ortamda samimi bir sıcaklık vardı ama bir yandan da küçük bir rekabet kokusu hissediliyordu.
Fatih, tabaktaki poğaçalara gözlerini kaydırdı. İçinde büyük bir sorgulama vardı; neden burada olduğunu, ne aradığını bilmiyordu. Ama poğaçanın eriyen peyniri, o anki sorularını biraz olsun susturuyordu.
Tam o sırada, kalabalığın içinde hafif bir fısıltı yayıldı:
"Ne kadar güzel bir kız..."
O güzellik, Eylül'ün kendisiydi.
Eylül, herkesin gözü önünde çay servisini yaparken, Fatih'in ona bakışlarını fark etti.
Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi; içinde hem oyunbazlık hem de nazik bir sıcaklık vardı.
Fatih, o an donup kalmıştı; zaman sanki yavaşlamıştı.
Çevredeki sesler bulanıklaşmış, sadece genç kızın adımları duyuluyordu.
Eylül sonunda Fatih'in önüne geldi.
Genç adamın ona olan bakışlarını inceledi ve kendini ele vermemek için hafifçe kıkırdadı.
O an odada bir sessizlik oldu, ardından boğuk birkaç gülüşme duyuldu.
Fatih aniden utandı, kaşığı bıraktı ve boğazına kaçtı bahanesiyle öksürdü.
Kulağının ucuna kadar kızarmıştı.
Eylül, bunu fark etti ama belli etmedi.
Çayı masaya koydu ve Fatih'in fincanına hafifçe dokunup uzaklaştı.
Tam o sırada, kalabalıktan biri pat diye sordu:
"Eee Fatih, siz ne zaman evleniyorsunuz Eylül'le?"
Odada bir sessizlik oluştu, ardından kadınlar birbirine gülüştü.
Merakla karışık bir beklenti vardı; sanki yeni dedikodular için sabırsızlanıyorlardı.
Fatih, utangaçlığını üzerinden atmaya çalışarak dikleşti ve gözlerini Eylül'e çevirdi.
Bakışları sormak ister gibiydi: "Ne cevap vereceğiz?"
Eylül, sakin ve kendinden emin bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Gözleriyle "Bana bırak," dercesine işaret etti.
Fatih derin bir nefes aldı, rahatladı.
Eylül, nazikçe soruyu soran kadının yanına eğildi ve elini tuttu.
Bu hareket ortamın kasvetini dağıttı, kadının yüzündeki yapay tebessüm yumuşadı;
belki de o anda Eylül'e kendi kızıymış gibi bakıyordu.
Kadınlar başka bir dedikoduya geçerken, Fatih'in içinde sessiz bir umut serpildi.
Gözlerinde Eylül'den başkası yoktu.
Dudaklarına yorgun bir gülümseme yerleşti, kalbinin kıyısına ılık bir dokundu. O an, tüm aksiliklere rağmen her şeyin iyiye gidebileceğine inandı. Belki sonunda, beklenen yeni başlangıçlar gerçekten de gelecekte olacak.
Ama fark etmedi.
Eylül'ün gözleri devam ediyordu başka bir sahnenin perdesini aralıyordu...