Merhaba👋! Novelimi okumaya başlayan ve bana destek veren herkese teşekkür ederim. Buradan itibaren 1. Arc, yani başlangıç Arc'ı başlıyor. Keyifli okumalar!
Elinde kılıç tutan bir asker bağırarak surun üstündeki adamın yanına gidiyordu.
— Albay Koga! Albay Koga!
Koga önüne bakarken kafasını yavaşça yana çevirdi.
— Ne var, asker?
Asker nefes nefese kalmıştı.
— Kuzey cephesi düştü… oradan zor kaçabildim.
Koga şaşırmıştı.
— Bu nasıl olabilir! Orada en az 50 bin yetenekli enerji kullanıcısı vardı!
Asker cebindeki kağıdı çıkarıp albaya verdi.
— Albay Koga, bu not kuzey cephesi komutanı Shinsuke tarafından gönderildi…
Koga kağıdı sertçe aldı ve dışından okumaya başladı.
— Bu kağıt size ulaştığında muhtemelen ölmüş olacağım. Bunu, sizi ve askerleri uyarmak için yazdım: Hepiniz tehlikedesiniz! Düşman tek kişi, ama onun karşısında hiçbir şansınız yok! Olabildiğince hızlı şekilde kaçın, kendinizi kurtarın!…
Koga ve yanındaki asker donakaldı.
Koga yere bakmaya başladı; korkunç bir surat ifadesi vardı.
— Düşman sadece tek kişi mi?? Bu imkansız!!
Bir anda çığlık sesleri duyulmaya başladı. Koga aceleyle etrafına baktı; sisten dolayı bir şey göremiyordu. Sur sallanmaya başladı. Yanındaki asker surdan düştü. Koga da düşmemek için sur duvarına sıkıca tutunuyordu, fakat bu sefer sur yıkılmaya başladı.
Koga gözünü açtığında bacakları taşlar tarafından ezilmişti; acıdan haykırdı. Önündeki koca taşı kaldırmaya çalıştı ama hiç enerjisi yoktu. Etrafına bakındı; her yer yıkılmış, neredeyse tüm askerler ölmüştü. Etraf resmen kan gölüne dönmüştü.
Önünde, sisler arasında bir adam silueti belirdi. Koga'nın korkudan elleri titriyordu.
— S-sen de kimsin böyle!
Adam yaklaştı. Yüzü hâlâ görünmüyordu ama vücudundan yeşil bir enerji çıkıyordu. Adam kılıcını savurdu.
Koga'nın kafası yere düşerken gözleri yavaş yavaş kapandı.
Derken, bir ses duyuldu.
— Akira… hadi kalk artık! Bak, kalkmazsan senin yemeğini de ben yerim!
8 yaşındaki Akira Valen, gözkapaklarını ağır ağır araladı. Nefesi hâlâ düzensizdi, kalbi küt küt atıyordu. Uykudan uyanır uyanmaz gördüğü manzara, biraz önce yaşadığı kabusun gerçek olmadığını hatırlattı ona.
Sıcak sabah ışıklarıyla dolu, ahşap kokan bir evin içindeydi. Bahçeye açılan büyük cam, güneşin ışığını doğrudan odasına taşıyordu. Rüzgarın hafifçe dalgalandırdığı perdelerle birlikte oda huzurlu görünüyordu, fakat Akira'nın yüzündeki kasvetli ifade bu huzura gölge düşürüyordu.
Yatağında doğruldu, ama yerinden kalkmadı. Boş gözlerle karşıya bakarken, derin bir sessizlik çöktü odaya.
Kapı yavaşça gıcırdayarak açıldı. İçeri, yüzünde sıcak bir gülümseme taşıyan ama gözlerindeki uyanıklıkla her şeyi sezebilecekmiş gibi görünen Mira girdi. Ablasının bakışları, Akira'nın solgun suratına ilişince şaşkınlıkla büyüdü.
— Yoksa yine kabus mu gördün sen?
Akira, silkinerek başını salladı.
— Eh… sanırım… hatırlamıyorum ama… sanki bir adam gördüm.
Mira, meraklı bir tavırla yaklaştı.
— Bir adam mı? Bu sefer kötü bir kabus olmasa gerek.
Akira'nın yüzü ciddileşti.
— Hayır, hayır… bu kesinlikle en korkunçlarındandı. Sıralama yapsam… kesinlikle ilk üçe girerdi.
Mira sessiz adımlarla yanına yaklaştı. Birden, Akira'nın kulağına doğru eğildi. Akira yerinden sıçrayarak çığlık attı.
— Abla, ne yapıyorsun ya?!
Mira kahkahalarla güldü. Kahkahasının sıcaklığı odayı doldurdu.
Tam o sırada içeriden tok bir ses duyuldu.
— Akira yine kabus mu görmüş? Niye bağırıyor sabahtan beri?
Bu, büyükbabasının sesiydi.
Mira, kapıya doğru bağırarak cevap verdi:
— Evet, kabus görmüş!
Biraz sonra büyükannenin sesi duyuldu.
— Hadi, kahvaltı hazır! Kahvaltıya gelin!
Mira başını salladı, sonra yeniden Akira'ya döndü. Yumuşak bir tavırla onun sol kolunu tuttu.
— Hmm… sana şu ışıkları kapatmadan yatma diye kaç kere daha söyleyeceğim acaba?
Akira yüzünü buruşturdu.
— Ah! Acıdı…
— Hadi gel, sofraya. Herkes seni bekliyor.
Akira'nın yüzü düştü.
— Bugün okula gitmesem olmaz mı?
Mira, kardeşinin halini hemen anlamıştı. Yine de neşeli bir ifadeyle karşılık verdi:
— Tabii ki olmaz.
— Ama neden…
Bu sefer Mira'nın bakışları ciddileşti.
— Akira… sana kaç kere daha söyleyeceğim? Pes etmemen gerektiğini… Çok çalışacaksın. Ve bir gün, tüm arkadaşlarına enerjinle neler yapabildiğini göstereceksin.
Bunu söyledikten sonra, Mira odadan çıkıp gitti. Akira derin bir iç çekti. Zor da olsa yatağından kalktı ve ayaklarını sürüyerek sofraya yöneldi.
Kahvaltı masasında büyükanne ve büyükbaba çoktan oturmuştu. Masada mis gibi taze ekmek, reçel ve büyükannenin elleriyle hazırladığı sıcak çorba vardı.
Akira uykulu gözlerle sandalyeye otururken, büyükanne gülümseyerek konuştu:
— Hoş geldin, Akiracığım.
Büyükbaba ise kaşlarını çattı.
— Okula geç kalacaksın. Böyle olmaz.
Mira, hemen söze girdi, yüzünde alaycı bir gülümseme vardı:
— Bak, sen gelene kadar sofrada hiçbir şey kalmadı.
Akira homurdanarak cevap verdi.
— Hoş buldum, nene… Hâlâ uykum var. Ayrıca, eğer hiçbir şey kalmadıysa kesin sen yedin, değil mi?
Mira gözlerini kısarak gülümsedi.
— Bak sen, ağzın da iyi laf yapıyor… Benim kim olduğumu unuttun herhalde.
Akira, başını hafifçe yana eğip abartılı bir sesle cevapladı:
— Hayır, tabii ki de unutmadım. Sen muhteşem Mira Valen'sin, değil mi?
Mira, gururla göğsünü kabarttı.
— Tabii ki öyleyim. Ama merak etme, sen bir gün benden daha muhteşem olacaksın.
Akira'nın yüzü gölgelendi. İçinden, hüzünlü bir şekilde düşündü: Ben asla ablam gibi olamayacağım…
Büyükbaba sert bir sesle söze girdi.
— Pes etmek zayıf insanlara göredir. Eğer çalışırsan ve pes etmezsen, her şeyi yapabilirsin.
Mira, büyükbabasının bu sözlerine alaycı bir kahkaha eşliğinde karşılık verdi:
— Büyükbaba, sen filozof falan değilsin. Neden böyle sözler söyleyip filozof gibi duruyorsun?
Büyükbabanın kaşları anında çatıldı.
— Mira!!
Masaya kısa bir sessizlik çöktü. Ardından Akira, gözleri merakla parlayarak büyükannesine döndü.
— Büyükanne, büyükanne… geçen anlattığın efsaneyi tekrar anlatır mısın?
Büyükanne gülümsedi, gözlerinde ciddiyet parladı.
— O efsane değil, yavrum. O gerçek.
Mira ile büyükbaba sırıtıyorlardı ama kahkahalarını zor tutuyorlardı. Birkaç saniye sonra tutamadılar ve kıkırdamaya başladılar.
Büyükanne sert bir sesle kızdı.
— Yaklaşık yüz sene önce, Volgrath kardeşler olarak bilinen dokuz kardeşin büyük bir savaş başlatmasıyla dünya çalkalandı. Çok fazla insan öldü, krallıklar çöküşün eşiğine geldi. İnsanlar neredeyse kaybedecekti. Fakat… benim büyük dedem, insanları birleştirerek savaşı kazanmayı başardı. Ve Velmo—
Büyükanne sözünü bitiremeden, Mira ile büyükbaba kahkaha atmaya başladılar. Bu sefer Akira da kendini tutamadı, gülmeye katıldı.
Sıcak kahkahalar evin içinde yankılandı, sabah ışığıyla birlikte aileyi sarmaladı.
Kahvaltının ardından Akira ayakkabılarını giydi, bahçenin küçük ahşap çitlerini açtı ve evden ayrıldı. Sabah rüzgârı yüzüne çarptığında biraz kendine geldi. Başkente, yani Eldravon'a giden yol yaklaşık yirmi beş otuz dakika sürüyordu.
Akira, okula geç kalmamak için koşmaya başladı. Yolda ayaklarının toprağa çarpış sesleri yankılanıyor, sabah serinliği ciğerlerine doluyordu. Fakat içinde hâlâ kabusundan ve kahvaltıdaki konuşmalardan kalan garip bir ağırlık vardı.
Okulun büyük kapısından içeri girdiğinde, daha ilk adımında bakışların üzerine çevrildiğini hissetti.
Öğrencilerin gözleri, fısıldaşmaları, alaycı kahkahaları kulaklarına bir bir çarpıyordu:
— İşte o! Enerji kullanamayan çocuk.
— Sınavlarda kesin başarısız olacak.
— Ailesine yük…
Birkaç öğrenci kahkaha attı. Sesleri, Akira'nın omuzlarını daha da ağırlaştırdı. Başını öne eğerek sınıfına yürüdü. Sessizce yerine oturdu, ellerini yumruk yaparak sıktı. Bu şekilde utancını gizlemeye çalışıyordu.
Bir süre sonra sınıfın kapısı açıldı ve öğretmen içeri girdi. Öğrenciler arasındaki uğultu bir anda kesildi. Öğretmen tek kelime etmeden kürsüye geçti ve dersi anlatmaya başladı.
— Velmorya Krallığı, yüz sene önce… Babaları Valtherion ile birlikte dokuz kardeşin dünyada başlattığı büyük savaşın ardından kuruldu.
Sınıfta birkaç kişi dikkat kesilmişti, geri kalanlar sıkılmış bir yüzle dinliyordu. Öğretmenin sesi ağırlaştı.
— Bu savaş, insanlık için büyük bir dönüm noktasıydı. İnsanların yüzde yetmişi bu felakette hayatını kaybetti. Krallık, dünyaya barış getirmek için kuruldu ve o günden bu yana sadece birkaç savaş yaşandı.
Akira, dikkatle dinliyordu. Öğretmen devam ettiğinde, sesi sınıfa daha da ağır bastı:
— Valtherion ve dokuz kardeş hakkında hâlâ pek fazla şey bilinmemekte. Fakat kesin olan tek şey, hepsinin olağandışı ve korkunç güçlere sahip olduğudur.
Sınıfta uğultular yükseldi. Kimisi korkuyla kıpırdandı, kimisi ise dalga geçip kahkaha attı. Ama Akira'nın zihninde tek bir kelime yankılanıyordu:
Volgrath…
Okul günü bittiğinde Akira, dalgın bir şekilde sokaklarda yürüyordu. Kafasında hâlâ öğretmenin sözleri dolaşıyordu.
— Volgrath kardeşler… neden kimse onlar hakkında fazla bir şey bilmiyor?
Tam o sırada, karşısına üç sarhoş adam çıktı. Gözleri bulanık, adımları dengesizdi ama tehditkâr bir şekilde Akira'nın yolunu kestiler.
— Hmm? Ne dedin sen?
— Volgrath mı dedin?
— O ismi burada anmak uğursuzluk getirir.
Akira irkilip geri çekildi, başını eğerek konuştu.
— Özür dilerim… bir daha söyleme—
Ama sözünü bitiremeden adamlar onu yakaladı, sırtını sertçe bir duvara yasladılar.
— Bırakın beni! B-bırakın!— Akira çaresizce kıvranıyordu.
Tam o sırada, kalabalığın arasından bir ses yankılandı:
— Akira'yı bırakın!!!
Bir çocuk, öfkeyle onların karşısına dikilmişti. Akira'nın yakın arkadaşı, Khan.
Adamlar bir an için Akira'yı bıraktı ve kahkahalar atarak Khan'a döndüler. Küçük çocuk korkuyordu ama yine de yerinden kıpırdamadı. Adamlar kahkaha eşliğinde Khan'ı itip kakmaya başladılar, birkaç yumruk da attılar.
Akira çaresizce izliyordu, ama Khan geri çekilmedi.
Bir süre sonra sarhoşlar sıkılıp uzaklaştı. Akira ve Khan, beraber eve doğru yürümeye başladılar. Akira, endişeyle arkadaşına baktı.
— Khan… neden yaptın ki? Şimdi sen fena dayak yedin…
Khan dudaklarını büktü, ukala bir tavırla başını çevirdi.
— Ne dayak yemesi? Onları fena benzetirdim de, acıdım. Ayrıca… ben seni kurtardım.
Khan pelerinini arkaya doğru atarak gururla yürüdü.
Akira, istemsizce gülmeye başladı.
— Evet, sanırım beni kurtardın. Sen büyük bir kahramansın.
Khan kaşlarını çattı.
— Ne gülüyorsun ya?
Akira eve yaklaşınca rahatladı.
— Neyse, evime sonunda geldim. Daha sonra görüşürüz.
Khan pelerinini savurdu, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
— Görüşürüz.
Ve yolları ayrıldı.
Akira eve girdiğinde alışılmış sessizliğin arasında bir gariplik fark etti. Gözleri istemsizce Mira'nın odasına kaydı ve orada gördüğü manzara kalbini sıkıştırdı: Ablası bavulunu hazırlıyordu.
Mira başını kaldırıp gülümsedi.
— Ah, Akira… sen mi geldin?
Akira, bir an tereddütle sordu.
— Nereye gidiyorsun?
Mira bavulunun içindekileri düzenlemeye devam ederken, hafif bir gülümsemeyle cevap verdi.
— Sana daha önce söylemiştim ya. Bir haftalığına başka bir krallığa gideceğim.
Akira'nın yüzündeki ifade hemen değişti, dudakları titredi.
— Ş-şimdi hatırladım… ama…
Mira yanına yaklaştı, onun sesindeki kırılmayı fark etmişti.
— Merak etme. Daha önce de gitmiştim. Hadi, bavulumu hazırlamama yardım et.
Akira söylenmeden yardım etti. Ellerini bavula attığında aslında gitmemesi için çırpınmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Birlikte hazırlıkları tamamladılar. Mira sonunda kapıya yöneldi. Tam çıkacakken gözleri kardeşine takıldı. Akira'nın suratı iyice düşmüştü.
Mira derin bir nefes aldı, sesi yumuşadı.
— Akira, büyükanne ve büyükbaba yanında. Ayrıca sadece bir hafta yokum. Bu tavır da ne böyle?
Akira dudaklarını ısırdı.
— A-ama…
Mira hiç tereddüt etmeden Akira'ya sarıldı. Onu kollarının arasında sımsıkı tuttu. Gülümsemesiyle birlikte fısıldadı.
— Seni seviyorum.
Akira, gözleri büyümüş bir şekilde karşılık verdi.
— B-ben de seni…
Uzun süre öyle kaldılar. Akira şaşırmıştı, ablasının sarılışı her zamankinden daha sıkıydı. Kalbinin sesi neredeyse kulaklarında yankılanıyordu.
Akira kısık bir sesle sordu.
— Bana bu kadar sarılmak istediğini bilmiyordum.
Mira başını omzuna yasladı.
— Sadece sen beni özlemeyeceksin sonuçta…
Cümlesinin sonunda gözlerinden yaşlar süzüldü. Sessizce akıyordu ama Akira fark etmişti. Yine de bir şey demedi. Belki de ablasının güçlü görünme isteğini anlamıştı.
Sonunda Mira geri çekildi, gözyaşlarını gizlemeye çalışarak ayağa kalktı. Elleri titriyordu. Cebinden küçük bir kolye çıkardı.
— Akira… Bu kolyeyi sana hediye ediyorum. Sakın kaybetme.
Akira şaşkınlıkla gözlerini açtı.
— A-ama… bu senin en sevdiğin kolyen…
Mira arkasını döndü, cevap vermeden kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında dışarıda karanlık ve yağmurlu bir gece vardı. Şemsiyesini açtı, yağmur damlalarının sesi sessizliği bastırıyordu.
Mira son kez arkasına dönüp, kardeşine baktı.
— Akira… hiçbir zaman pes etme. Korksan da, üzülsen de…
Akira ne olduğunu anlayamadan başını salladı.
— T-tamam… abla…
Mira, gözlerini büyükanneye çevirdi.
— Büyükanne… Akira'ya iyi bak.
Büyükanne sessizce başını salladı. Mira kapıyı kapatıp gitti. Yağmurun içinde küçülen silueti, karanlığa doğru kayboldu. Akira camın kenarına gidip ablasını izledi, ta ki görünmez olana kadar. Sonra yatağına girip uyudu, kalbinde anlaşılmaz bir sıkıntıyla.
Ertesi sabah, büyükannesinin hazırladığı kahvaltıyı hızlıca yaptı. Büyükbabası hâlâ uyuyordu. İçinde hâlâ dün geceden kalan bir ağırlık vardı ama üzerine düşünmedi, giyindi ve evden çıktı.
— Bu sefer biraz erken gitmeliyim.
Başkent yolunda ilerlerken, yirmi dakika sonra uzaktan yükselen siyah dumanı fark etti. Gözleri kocaman oldu. Bir ev yanıyordu. İçinden buharlar göğe yükseliyor, itfaiye askerleri zorla yangını kontrol altına almaya çalışıyordu. Çevre askerlerle çevrilmişti, kimsenin yaklaşmasına izin vermiyorlardı.
Akira kalbinin hızlandığını hissetti.
— Acaba içeride biri var mı?..
Bir süre izledi. Merakı ve endişesi birleşti. Dayanamadı. Çevreyi kolaçan edip yanan evin karşısındaki çatılara tırmandı. Oradan askerlerin gözünden kaçarak, yangının içinde kalan binaya girdi.
İçeride hava hâlâ sıcak, göz gözü görmeyecek kadar dumanlıydı. Akira koluyla ağzını kapattı, boğazı yanıyordu. Merdivenlerden en alt kata indiğinde gözlerine takılan ilk şey bir tabelaydı: "Ramenci."
Adımlarını ağırlaştırdı. Sonra, yerde üstü örtülmüş bir ceset gördü. Bir an dondu kaldı. Titreyerek yaklaştı, elleri soğuk bir tereddütle örtüyü kaldırdı.
Gözleri büyüdü. Cesedin bazı yerleri yanmış, tanınmaz hale gelmişti. Sırtında uzun ve derin bir yarık vardı. Hâlâ kan akıyordu. O görüntüyle midesi bulanıp kusacak gibi oldu ama kendini tuttu.
Tam geri çekilecekti ki… bir şey fark etti. Cesedin boynunda bir kolye vardı. Küçük, sade… ama tanıdık. Kendi boynundakiyle birebir aynıydı.
Akira'nın kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpmaya başladı. Ellerini titreyerek uzattı. Gözleri dolmuştu.
Yavaşça cesedi ters çevirdi.
Ve donakaldı.
— Bu… b-bu… sen misin?..
Ağzından çıkan ses ince, kırık, titrek bir fısıltıydı. Zihni reddetmek istese de gözleri her şeyi söylüyordu. Karşısında yatan… Mira'ydı.
Parmakları ablasının saçlarına değdiğinde gerçeklik tüm ağırlığıyla çöktü. Zaman durmuş gibiydi. Gözlerinin önünden sahneler geçmeye başladı: sabah kahvaltılarında birlikte gülüşleri, bahçedeki oyunlar, ablasının öğütleri, sarılışları… Hepsi tek tek canlandı. Ve birer birer, paramparça oldu.
Akira dizlerinin üzerine çöktü. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Ablasının ellerini tuttu, sımsıkı.
— A-abla… N-neden?..
Sesi boğuktu, kelimeler titrek çıkıyordu. Göğsünden bir çığlık kopmak üzereydi. Sonunda bağırmaya başladı.
— Abla! Lütfen… lütfen uyan! Ayağa kalk! Ne olur!
Sesinde öyle bir çaresizlik vardı ki, sanki kendi ruhu parçalanıyordu. Ablasının cansız bedenine sarıldı, onu bırakmak istemiyordu. Gözyaşlarıyla yüzü ıslanmış, titreyen nefesiyle cümleleri birbirine karışmıştı.
— Abla… ben… buradayım… seni bırakmayacağım… nolur… uyan…
Dünyası tamamen sessizleşmişti. İçinde derin bir boşluk, tarifsiz bir acı… Kalbinin attığı her ritim, onu biraz daha kesiyordu.
Çığlıklarını askerler duydu. Koşarak içeri girdiler. Akira'yı ablasının bedeninden ayırmaya çalıştılar ama o var gücüyle direndi.
— Bırakın! Bırakın! Ona dokunmayın! Onu benden almayın!
Ama elleri güçsüzdü. Çaresizdi. Askerler Mira'nın cansız bedenini kaldırıp götürürken, Akira'nın gözlerinden akan yaşlar durmuyordu. Elleri havada kalmış, sesi boğulmuştu.
Ve o an, Akira için dünya tüm renklerini kaybetti. Geriye sadece simsiyah bir boşluk kaldı.