LightReader

Chapter 7 - Kafes

Konsey üyeleri, biraz önce yaşanan dehşetin yankıları hâlâ zihinlerinde tazeyken sessizliği bozdu.

Daigo kollarını kavuşturup hafifçe gerinerek konuştu.

— Çocuk sakinleşti.

Noa, buz gibi bakışlarını savaş alanındaki Akira'ya dikti.

— Ne yapalım bu çocuğu?

Daigo umursamaz bir şekilde omuz silkti.

— Bence asker olmaya uygun.

Noa sert bir şekilde kaşlarını çattı.

— Dalga mı geçiyorsun? Sınav salonunun içinden geçti. Daha kendi iradesini bile kontrol edemiyor!

Arisawa derin bir nefes aldı, bakışlarını gizemli bir şekilde yere indirdi.

— Bence şimdilik ne olacağını bilmediğimiz için bir şey yapmayalım.

Akabane öne doğru eğildi, dudaklarında alaycı bir gülümseme vardı.

— Ne olacağını bilmediğimiz için bir şey yapmamak saçma olur.

Hoshigaki tok ve sert sesiyle konuştu.

— Şehrin ortasında tekrar kontrolünü kaybederse bu kötü olur.

Makise soğukkanlı bir tavırla söz aldı.

— Onu şimdilik kafese koyalım. Daha sonra ne yapacağımıza karar veririz.

Noa başını salladı.

— Mantıklı bir karar.

Arisawa aniden başını kaldırdı, gözleri kararlılıkla parlıyordu.

— Saçmalık! Onun bunu yapmasına izin verenler zaten bizdik!

Noa keskin bir tonla karşılık verdi.

— Sakin olun. Konsey olarak karar verelim.

Oylama yapıldı. Sonuç 8'e karşı 4 çıktı.

Akabane, alaycı bir sırıtışla konuştu.

— Oylama 8'e 4. Ne yapmamız gerektiği belli. Karşı çıkacak mısın Arisawa?

Arisawa kısa bir sessizlikten sonra başını eğdi.

— Konseyin kararına saygı duyuyorum. Fakat sizden ricam, onu almak ve götürmek için ben gideceğim.

Noa soğuk ama onaylayan bir ifadeyle karşılık verdi.

— Kabul ediyoruz.

Arisawa hafifçe eğildi.

— Teşekkür ederim.

Tam ayrılmak üzereyken birden durdu, bakışlarını Makise'ye çevirdi.

— Seninle daha sonra baş başa konuşalım.

Makise kaşlarını kaldırdı.

— Tamam.

Daigo hemen atıldı, kıkırdayarak.

— Ooo, demek bir randevu.

Makise soğuk bir ifadeyle.

— Değil.

Akabane küçümseyici bir tonla güldü.

— Kötü zevklerin var Arisawa.

Arisawa hiçbir şey söylemeden gözden kayboldu.

Akira ile Yui, kanla kaplı savaş alanında hâlâ ellerini sıkı sıkıya tutarken bir anda boşlukta bir gölge belirdi. Birdenbire Arisawa'nın silueti ikisinin tam önünde ortaya çıktı.

Akira ve Yui şaşkınlıkla geri çekildi.

Yui öfkeyle bağırdı:

— Sen de kimsin?!

Akira birkaç saniye sessiz kaldı, sonra hafızasında bir şey canlandı.

— Sen bir konseyi üyesi misin?.

Arisawa hafifçe gülümsedi.

— Evet. Biraz saygılı ol yahu.

Yui'nin gözleri öfkeyle parladı.

— Savaşı durdurmadınız. O zaman neden şimdi buraya geldin?

Arisawa'nın yüzündeki ifade ciddileşti.

— Konsey olarak savaşın devam etmesi gerektiğini düşünmüştük. Ama şimdi… konsey senin için bir karar aldı, çocuk.

Akira şaşkınlıkla ileri atıldı.

— Konsey… benim hakkımda bir karar mı aldı?!

Arisawa gözlerini kaçırmadan konuştu.

— Bunu söylemem seni üzebilir ama… seni saraydaki kafese götüreceğim.

Akira'nın gözleri büyüdü.

— Ne?!

Yui hemen itiraz etti.

— Saçmalık! Bu kararı veren sizdiniz. Şimdi onu mu suçluyorsunuz?!

Arisawa başını iki yana salladı.

— Suçlamak değil… sadece şu an ani kararlar vermek istemediğimiz için Akira'yı götüreceğiz.

Akira sinirle homurdandı.

— Her türlü kafese gireceksem en azından kaçmaya çalışırım!

Arisawa bir adım öne çıktı, bakışları keskinleşti.

— Buna gerek yok. Benden kaçamayacağını biliyorsun.

Akira dişlerini sıktı.

— Biliyorum… ama sen öyle deyince kafese gelmeyeceğim!

Arisawa gözlerini Akira'nın içine dikti, sesini alçaltarak konuştu.

— Akira… ablan hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyor musun?

Akira'nın gözleri bir anlığına boşluğa dikildi. Şaşkınlık ve korku karışımı bir donukluk yüzüne yayıldı.

— A… Ablam mı?..

Bir süre sessizlik oldu. Ardından Akira derin bir nefes aldı, yenilmiş gibi konuştu.

— Tamam… seninle geleceğim. Zaten kaçamayacağım.

Yui öfkeyle ileri atıldı.

— Ama Akira!

Akira ona dönüp yumuşak bir gülümseme takındı.

— Merak etme… yakında dönerim.

Arisawa ağır adımlarla Akira'ya yaklaştı, bileklerine siyah zincirlerden yapılmış kelepçeleri taktı. Ardından onu yanında götürmek üzere döndü.

Böylece Akira, Yui'ye son bir kez bakarak saraya doğru götürülmeye başlandı.

Arisawa ve Akira, gün boyu süren yolculuktan sonra başkente yaklaşırken taş döşeli yolun üzerine vuran gün batımı ışıkları ikisini de yorgun göstermekteydi. At arabasının yavaş sallantısı eşliğinde gözlerini kapatan Arisawa, neredeyse uykuya dalmış gibiydi.

Akira ise sabırsız bir çocuk gibi etrafı seyrediyor, sessizliğe daha fazla katlanamayarak konuşmaya başladı.

— Hey, uyuyor musunuz? Neden gözleriniz kapalı?

Arisawa, gözlerini ağır ağır açtı. Sesinde uykulu bir tını vardı.

— Uyumuyorum.

Akira dudaklarını büzdü.

— Az önce basbayağı uyuyordunuz.

Arisawa merakla sordu.

— Peki sen uyuyan birine neden sesleniyorsun?

Akira kısık bir sesle mırıldandı.

— Orası doğru ama…

Sonra birden sesini değiştirip heyecanlı bir tonda sordu:

— Adınız neydi?

— Arisawa.

— Ablamı nereden tanıyorsunuz?

Arisawa'nın bakışları ciddileşti.

— Eski bir dostumdu. Ölmesine gerçekten çok üzüldüm.

Akira'nın gözlerinde bir umut ışığı belirdi.

— Peki bana onun hakkında bilgi verir misiniz? Bana bir şeyler bildiğinizi söylediniz.

Arisawa sessizleşti, derin bir nefes aldıktan sonra soruya karşılık verdi.

— Ne bilmek istiyorsun?

— Nasıl öldüğünü.

Arisawa'nın sesi bu kez daha karanlık, daha ağır çıktı.

— Askerler bu davayı tartıştı. Ama kılıcın durma şekli ve etrafta kimsenin olmaması sebebiyle intihar olarak sonuca vardılar.

Akira'nın yüzü gerildi, yumruklarını sıktı.

— Ben buna inanmıyorum!

''Sakin ol," dedi Arisawa. 

—Ben de buna inanmıyorum zaten.

Akira bir anlığına durdu, gözleri öfke ve hüzün arasında gidip geldi.

— O zaman kim yaptı…

Arisawa başını yana çevirdi, hafif bir gölge yüzünü kapladı.

— Ablan düşmanı olmayan iyi bir insandı. Ona bunu yapabilecek kimseyi tanımıyorum. Ama ölmeden önceki son zamanlarında… kendinde değil gibiydi.

— Nasıl yani?

— Saraya ve laboratuvara gelmemeye başladı. Benden uzaklaştı.

Akira düşünceli bir şekilde mırıldandı.

— Belki işinden sıkılmıştır.

Arisawa başını salladı.

— Bunun imkânı yok. Mira araştırmalarına çok önem veren biriydi.

— O zaman neden uzaklaştı?

— Son zamanında bana bile söylemediği gizli bir araştırması vardı. Laboratuvar odasını araştırdık ama hiçbir şey bulamadık.

Akira tereddütlü bir şekilde konuştu.

— Geçen gün onun odasına gittim. Bana verdiği kolyeyle bir dolabı açtım.

Arisawa'nın yüzü bir anda değişti. Şaşkınlıktan donakaldı, sonra heyecanla öne eğildi.

— Peki içinde ne vardı!?

Akira, Arisawa'nın tepkisine şaşırdı.

— İçinde sadece ince bir dosya vardı. Ve üstünde 'Ares' yazıyordu. Daha önce duydunuz mu?

Arisawa'nın yüzündeki heyecan bir anda hayal kırıklığına dönüştü.

— Hayır. Bana bununla ilgili hiçbir şey söylemedi.

Bir süre düşündü, sonra alçak sesle ekledi:

—…Sahi, Ares diye bir efsane var.

Akira'nın gözleri parladı.

— Anlatabilir misiniz

— Şu an değil. Saraya geldik. Sana daha sonra bu efsaneyi anlatırım.

Akira, bir anda dikkatini başka yöne çevirdi. Karşısında yükselen görkemli sarayı görünce hayranlıkla seslendi:

— Ooo! Ne kadar da büyük bir saray böyle. Tüm konsey üyeleri burada mı yaşıyor?

— Evet. Birleşik görünse bile aslında burada on iki tane ayrı saray var.

— Size ait bir sarayınız da var mı bay Arisawa

— Evet.

Akira'nın heyecanı daha da arttı.

— Peki ben hangisinde kalacağım!? Burası çok iyi!

Arisawa hafifçe güldü.

— Haha… üzgünüm Akira. Ama sen odalarda kalmayacaksın.

Akira kendini, sarayın görkemli koridorlarından çok uzaklarda, bodrum katındaki bir kafeste buldu. Yıllardır temizlenmemiş, rutubet kokusuyla dolu karanlık bir yerdeydi. Yukarıda küçücük bir pencere vardı; tozlu parmaklıkların arasından sızan ışık, sadece bir iplik gibi yere düşüyordu.

—Arisawa! diye bağırdı Akira, parmaklıkları yumruklarken.

Arisawa, merdivenlerden uzaklaşırken arkasını dönüp yalnızca,

— Üzgünüm. Biraz idare et. Ben gidiyorum.

— Hani efsaneyi anlatacaktınız!?

— Buluşmam gereken bir kız var.

Akira öfkeyle bağırdı.

— Ben burada çürürken siz kızlarla mı buluşuyorsunuz!?

— Öyle değil.

— Beni kandırdın Arisawa!!!

Arisawa sessizce uzaklaştı.

Akira kafesin içine dönüp etrafına baktı. Çürük taşların arasında, paslı demirlerin ardında yalnızca bir yastık vardı.

— Yatak bile koymamışlar… ne kadar berbat bir yer.

İç çekti.

— Düşmanımı bile buraya tıkmak istemezdim.

Yastığı kafasına koyup yere uzandı. Karanlığın sessizliğinde, yan kafesten aniden kaba bir ses geldi.

— Hey aptal! Buraya bak!

Akira sinirlendi.

— Nasıl bakayım? Duvar var, aptal!

Ses bir anda inceldi.

— Haklısın… özür dilerim.

Akira şaşkınlıkla doğruldu.

— Bu da ne böyle… Ne diye sesini kalınlaştırıyorsun?

— Görmüyor musun? Burası… konseyi üyelerinin insan bedenine girmiş ruhları tıktığı yer.

— Ne!? Yani sen bir ruh musun!?

— Hayır! Bu incitti.

— O zaman neden buradasın?

— Asıl sen neden buradasın?

Akira omuzlarını silkti.

— Ben birkaç dakikaya çıkacağım. Konsey üyelerinin benim hakkımda karar vermesi gerekiyormuş.

— Tamam da buraya neden girdin?

— Yani… aslına bakarsan ben de tam bilmiyorum.

— O zaman neden buradasın, aptal!

— Arisawa bana bazı bilgiler vereceğini söylediği için geldim.

— Yani buranın bir ruh hapishanesi olduğunu bile bilmiyordun!?

— Tabii ki de bilmiyordum! Ben güzel bir saray odasında hapis tutulacağım zannetmiştim.

— Haha… O zaman neden ismi 'kafes' olsun?

— Ev hapsi gibi bir şey olabilirdi.

Akira kafesin soğuk taş zeminine yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Yan taraftaki kafesten hâlâ mırıldanmalar geliyordu. Biraz kulak kabartınca, sesin incelip kalınlaştığını fark etti.

"Hey…" dedi Akira alaycı bir tonla.

— Sen gerçekten ruh falan değilsin değil mi?

Yan kafesteki kişi bir an sustu, sonra güldü.

— Ruh olsam, senin gibi yeni gelen bir çocuğa laf yetiştirmekle mi uğraşırım?

Akira dudaklarını büzdü.

— Yani aptalsın.

— Hey! Haddini bil ufaklık. Ben ülkenin en yetenekli askerlerinden biriyim.

Akira gözlerini devirdi.

— Askermiş… Tabii tabii. Ben de kralın oğlu oluyorum.

— Her neyse… parmaklıklardan suratını çıkarmaya çalış. Seni göreyim.

Akira, biraz şüpheli bir ifadeyle başını yana çevirdi.

— Neden?

— Yüzünü görmediğim biriyle konuşmak, kendi kendine konuşuyormuşsun gibi hissettiriyor da ondan.

Akira hafifçe omuz silkti.

— Tamam.

Demirlerin arasından yüzünü çıkardı. Karşı taraftaki çocuk da aynısını yaptı. İkisinin bakışları parmaklıkların arasından kesişti.

Bir anlık sessizlikten sonra, aynı anda konuştular:

İkisi birden: 

— Sen… sen şu arenadaki çocuksun!

Şaşkınlık yüzlerine yansımıştı.

Akira kafasını kaşıdı, hafif mahçup bir sesle:

— Adın şeydi… ehh… unuttum kusura bakma.

— Adım Sato.

— Ben de Akira. Sen neden buradasın?

Sato derin bir nefes aldı, yüzünde hafif bir hüzün vardı.

— Hiç sorma…

— Tamam.

Kısa bir süre birbirlerine sessizce baktılar. Sessizlik, soğuk taş duvarlara çarpıp geri döner gibiydi.

Sato devam etti.

— Bir ruh… bedenime girdi. Ben ondan güçsüz olduğum için beni buraya kapattılar. Böylece… eğer o ruh bedenimi tamamen ele geçirmeye kalkarsa, hapisle birlikte mühürlenecek.

Akira kaşlarını kaldırdı.

— Peki, ruhu nasıl çıkaracaksın?

— Sarayda bunu yapabilen insanlar var.

Akira'nın gözleri büyüdü.

— Gerçekten mi!?

Sato şaşkınlıkla ona baktı.

— Neden öyle dedin ki?

Akira içtenlikle cevapladı.

— Benim de geçen gün içime bir ruh girdi. Onu çıkarmak iyi olur diye düşündüm.

Sato'nun yüzü dondu.

— …Dalga mı geçiyorsun? Nasıl bir ruh bedenine girebilir ki?

— Neden, giremez mi?

— Tabii ki girebilir! Ama saray askerleri ve konsey üyelerinin görevi bu zaten. Onlar, bedene giren ruhları hapsediyor. Yani şehirde, konseyi üyeleri varken ruh diye bir şey dolaşmaz.

— Vay… Konsey üyeleri ve saray askerleri… gerçekten çok iyiler.

— Peki sen… neredeydin? Başkentten uzakta mı?

Tam o sırada ağır bot sesleri duyuldu. İki saray askeri kafesin önüne geldi.

— Kesin sesinizi!

— Hanginiz Valen?

Akira, sessizliği bozdu.

— Ben.

Askerler Valen'in kafesinin önünde, bir metre kadar uzaklıkta durdular.

Sato şaşkınlıkla seslendi:

— Hey, ne yapıyorsunuz!?

Akira gülümseyerek omuz silkti.

— Sohbet edecek iki kişi daha gelmesi güzel oldu.

— Kes sesini!

— Sato, sen bu işe karışma. Bu çocuk sıkıntılı. Eğer içindeki ruh bedenini ele geçirirse, kafes ve kilit dayanamayabilir.

Sato'nun gözleri büyüdü.

— Kilit dayanamayacak mı!? Bu saçmalık!

Askerler sessizce başlarını çevirdi.

Akira, askerlerin üzerindeki güzel kıyafetlere ve omuzlarında taşıdıkları armalara dikkatlice baktı. İçinden geçirdiği düşünce, dudaklarından taşan bir haykırışa dönüştü.

Akira içinden geçirdi: Ne kadar güzel bir arma…

Sonra yüksek sesle bağırdı:

— Buradan çıktığımda ben de sizin gibi olacağım!

Bu sırada bambaşka bir yerde, Arisawa ağır adımlarla Makise'nin sarayına yönelmişti. Kapıyı çaldı.

Makise kapıyı açtı.

— Konsey toplantısı bir saat sonra. Burada ne işin var?

Arisawa soğuk bir sesle konuştu

— Seninle konuşmak istediğim bir konu var.

— …Onunla mı alakalı?

Arisawa başını salladı.

— Evet. İçeri girebilir miyim?

Makise hemen cevapladı

— Gel.

İkili masaya oturdu.

Makise sordu.

— Ee, ne soracaksın?

Arisawa ciddiyetle konuştu:

— O an… Raito denen çocuk Akira'ya saldıracağı zaman, ben onu kurtarmak için ayağa kalkmıştım. Ama sen beni durdurdun. Bana 'Merak etme, kazanacak' dedin. Bu olacakları nereden biliyordun? Sen… kimsin?

Makise önce alaycı bir kahkaha attı. Ardından sırıtarak:

— Ben sizin bildiğiniz Makise'yim. Özel bir yanım yok.

Arisawa ona inanmıyordu. Uzun bir süre göz göze geldiler.

Sonunda Makise konuştu:

— Sahi… Sen o çocuğu neden kurtarmak istedin? O, senin için ne ifade ediyor?

Arisawa sessizce düşündü. Sonra gözleri ciddileşti.

— O… sevdiğim kızın kardeşi.

Makise'nin gözleri hafifçe açıldı.

— Anladım… Demek Mira'nın kardeşi o.

Arisawa bağırdı.

— Soruma cevap ver! Akira'nın içinde bir ruh olduğunu nereden biliyordun!?

Makise sakin bir sesle konuştu

— Bilmiyordum.

— Saçmalama!

Makise güldü.

— Gerçekten bilmiyordum. Ama sana olan güvenimden dolayı bunu söyleyeceğim. Akira'nın kazanacağına emindim.

Arisawa şaşırmıştı.

— Ama nasıl!?

— Arisawa… Sence kaç çeşit enerji var?

Arisawa kaşlarını çattı.

— Ne demek o? Tabii ki iki. Pozitif ve negatif. Yoksa… başka bir enerji mi var?

Makise hafifçe gülümsedi.

— Konuşmamız sona ermiştir.

Arisawa sinirle ayağa kalktı. Kapıya yürüdü. Elini kapıya uzatırken, aniden belindeki kılıcı çekip büyük bir hızla Makise'ye fırlattı.

Makise, hiç zorlanmadan kılıcı havada tuttu.

— Bu tehlikeliydi, bay Arisawa.

Arisawa şaşırmadı. Kılıcını telekineziyle geri çekti, kapıyı açıp dışarı çıktı. Gitmeden önce son kez arkasına dönüp,

— Bir saat sonra konseyde beni desteklemeni istiyorum.

Makise, dudaklarında bir gülümsemeyle,

— Tamam.

Kapıyı kapattı.

Arisawa içinden konuşmaya başladı.

— O kılıcı öyle tutması… dolaylı olarak iki enerji olmadığını söylemesi… Bu kızda gerçekten bir şeyler var. Bunu bulacağım.

Hapishane odasında Akira, sıkıntıyla elindeki topu havaya atıp tutuyordu.

— Off… off… Arisawa denen herifi asla affetmeyeceğim.

Askerler birden kapıya dönüp eğildiler.

— Bayan Akabane!

Sato şaşkınlıkla bağırdı:

— Profesyonel ruh çıkarıcı… Konsey üyesi mi!?

Akabane ağır adımlarla içeri girdi. Arkasında, tanıdık bir yüz vardı: Reina.

Akira gözlerini kıstı.

— Ha… bu arenadaki kız?

Sato kafasını salladı.

— Evet bu Reina!

More Chapters