LightReader

Chapter 10 - Sisli Orman

Sarayın soğuk taş koridorlarında yankılanan ayak sesleri, sabahın erken saatlerinde bile ağır bir ciddiyet taşıyordu. Akira, Yui ve Raiga sessizce ilerlerken üzerlerinde hem heyecan hem de gerginlik vardı. Nihayet Arisawa'nın odasının önüne geldiklerinde, Akira kısa bir tereddütten sonra elini kaldırdı ve kapıya vurdu.

Tok bir ses duyuldu içeriden:

— Gelin.

Kapı ağır ağır açıldığında, içeriye dolan tütsü kokusu ve masanın üzerinde duran dağınık kâğıt tomarları göze çarpıyordu. Arisawa, oturduğu sandalyeden başlarını kaldıran öğrencilerine kısa ama sert bir bakış attı.

Akira hemen öne çıktı ve kibar bir eğilerek konuştu:

— Görev için hazırız, sensei.

Raiga ise sabırsız tavrıyla öne eğildi, kaşlarını çatarak:

— Hemen görevi söyle de çıkalım artık.

Arisawa gülümsedi. İnce, ama içinde belli belirsiz bir alay barındıran bir gülümsemeydi.

— Madem bu kadar acelecisiniz, sizi oyalamayacağım.

Bir süre sessizlik oldu. Ardından sesi biraz daha ağırlaştı.

— Sisli Orman'ı daha önce duydunuz mu?

Odanın içine derin bir sessizlik çöktü. Akira ve Raiga düşüncelere dalarken, Yui derin bir nefes aldı ve cevap verdi:

— Evet… Sislerden dolayı içine girenin bir daha çıkamadığı söylenir.

Akira'nın gözleri irkildi, kalbine soğuk bir ürperti doldu.

— O zaman neden gidiyoruz oraya?

Arisawa masanın üzerinde duran kalemi yavaşça bıraktı, bakışlarını tek tek öğrencilerinin gözlerine gezdirdi.

— Çünkü… bu toprak krallığına gitmenin en hızlı yolu. Geçen hafta gönderdiğimiz iki elçi, dönüş yolunda bu ormana girdiler ve hâlâ dönmediler. Artık endişelenmeye başladık.

Yui dudaklarını ısırdı, sesi titrek ama merak doluydu.

— Peki, konseyi neden bizim gitmemizi istiyor?

Arisawa başını iki yana salladı.

— Bunun konseyle alakası yok. Açık konuşacağım: İlk olarak sizi göndermeyi düşünmedik. Sınavda aday seçiminden hemen sonra Sorane'nin ekibini yolladık. Fakat… onlar da hâlâ geri dönmedi.

Odaya bir ağırlık çökmüştü. Raiga dişlerini sıktı, kaşları çatıldı.

— Yani kurtarmamız gereken kişi iki iken… artık beş oldu, öyle mi?

— Evet. dedi Arisawa kısa ve keskin bir sesle.

Akira, endişeyle parmaklarını birbirine kenetledi.

— Peki… ormana girip yönümüzü nasıl bulacağız?

Arisawa kısa bir gülüş attı, ama bu gülüşün ardında gizli bir hüzün seziliyordu.

— Orman artık eskisi kadar tehlikeli değil. Çünkü yolları belirten tabelalar var. Ancak… tabelalardan biraz olsun uzaklaştığınızda yön bulmak neredeyse imkânsız.

Yui, gözlerini kısarak düşünmeye başladı.

— Onlar… yönlerini değiştirecek bir şeyle karşılaştılar ve kayboldular. Doğru mu, sensei?

— Muhtemelen öyle. diye onayladı Arisawa.

Akira endişeyle mırıldandı:

— Ama onları bulmak için bizim de tabelalardan uzaklaşmamız gerekecek…

Yui başını salladı.

— Evet… ve bizim kaybolmayacağımızın garantisi yok.

Arisawa gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

— Elbette yok. Ama diğer grubun aksine, siz hazırlıklı gideceksiniz.

Yui merakla kaşlarını kaldırdı.

— Hazırlıklı mı?

Arisawa masanın yanındaki küçük kutuya işaret etti. İçinde parlayan renkli silindirler vardı.

— İşaret fişekleri. Ayrıldığınızda veya yönünüzü kaybettiğinizde bir kişi her zaman yolda kalacak. Diğerleri ise bu fişekleri kullanarak birbirine yol gösterecek.

Raiga kaşlarını kaldırdı.

— Bunlar da ne böyle?

Yui anlamıştı.

— Anlıyorum… demek ki fişeklerle kaybolmayı engelleyeceğiz.

Arisawa başını salladı.

— Doğru. Kırmızı fişek… olası tehlike. Sarı… yardım gerekiyor. Mor… yol burada demek.

Raiga başını kaşıdı.

— Çok karışık. Bunları nasıl aklımızda tutacağız?

Akira hemen gülümseyerek, alaycı bir tavırla Raiga'ya döndü.

— Ben çoktan ezberledim. Sen aptalsan biz ne yapalım, aptal!

Raiga bağırdı.

— Ha!? Sen kime aptal diyorsun!

Yui hemen araya girdi.

— Sakin olun!

Ama Arisawa'nın sert sesi bir anda havayı kesti:

— Yeter! Burası çocuk parkı değil. Ayrıca… bir takım kaptanına ihtiyacınız var.

Hem Akira hem de Raiga aynı anda ellerini kaldırıp bağırdılar:

— Ben kaptan olurum!

Aralarındaki çekişme odanın içinde yankılanıyordu.

— Ha sen mi kaptan olacaksın?

— Senden iyi olacağım kesin!

Yui onları izlerken gülmeden edemedi.

Fakat Arisawa'nın kararı netti:

— Takım kaptanınız Yui Volt!

Hem Akira, hem Raiga, hatta Yui'nin kendisi bile şok olmuştu.

— B-Ben mi!? dedi Yui gözleri kocaman açılmış halde.

Raiga öfkeyle karşı çıktı:

— Hey! Ben varken neden onu seçiyorsun ki!

Akira dişlerini sıktı.

— Diyene bak!

Ama Arisawa hiçbirine kulak asmadı. Sesi bu kez daha yumuşaktı:

— Yui… takımın beyni olacak. Sakinliği ve güler yüzüyle, en zor şartlarda bile en iyi kararı verebilir.

Yui bir anlık tereddütten sonra toparlandı, dimdik durdu.

— Emredersiniz!

Arisawa kutudan fişekleri uzattı.

— Herkese üç tane, toplam dokuz fişek. Alın ve gidin.

Akira kutudan fişeğini alırken sordu:

— Hocam, siz neden gelmiyorsunuz?

Arisawa alaycı bir gülüşle sandalyesine yaslandı.

— İşim gücüm var. Bir de sizin gibi çocuklara bakıcılık mı yapayım?

— Hey! Ne diyorsun sen!"diye bağırdı hem Akira hem Raiga.

Yui, iki yaramaz çocuğu toparlamak için sesini yükseltti:

— Hadi arkadaşlar, fişekleri alıp gidelim. Oyalanmayalım.

Akira derin bir nefes aldı, bu kez tartışmaya girmedi.

— Haklısın.

Üçü fişekleri kuşanıp sarayın bahçesine indiler. Atlarına bindiklerinde gökyüzü hâlâ puslu bir grilikteydi. Önlerinde uzanan yol, maceranın sadece başlangıcıydı.

Atlar dört nala koşarken toprak yolun üstünde toz bulutları yükseliyordu. Akira, Raiga ve Yui yan yana ilerliyordu. Yolun iki yanında uzanan ağaçlar, rüzgârla birlikte hışırdıyor, gökyüzü ise yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Üçlü sessizlik içinde ilerlerken ilk olarak Raiga sabrı taşmış gibi söze girdi.

— Zeki çocuk, orman neredeydi?

Akira bir an irkildi, sonra kafasını kaşıyarak cevap verdi. 

— Sahi biz öyle elimizi kolumuzu sallayarak çıktık ama yolu bilmiyoruz…

Yui gözlerini devirdi, dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. 

— Velmorya'nın en doğusunda.

Akira'nın gözleri fal taşı gibi açıldı. 

— Ne?! Orası çok uzak değil mi!

Raiga derin bir iç çekti, dudaklarını bükerek homurdandı. —Off…

Yui'nin yüzünde sinsice bir gülümseme belirdi, ardından kahkaha attı. 

— Siz ilkokulda coğrafya dersi falan görmediniz mi?

Akira ve Raiga aynı anda bağırdılar: 

— Ben ilkokula gitmedim!

Akira ardından kahkahaya boğuldu. 

— Hangi aptal ilkokula gitmez ki!

Raiga'nın kaşları çatıldı, sinirle bağırdı. 

— Sen sanki gitmiş gibi konuşuyorsun aptal!

Bir anda ikisinin de yüzü düştü, gülüş yerini sessizliğe bıraktı.

Yui'nin bakışları ciddileşti, ama ses tonu yine de yumuşaktı. 

— Anladığım kadarıyla ailevi sıkıntılarınızdan dolayı okula gitmediniz. O yüzden ben söyleyeyim. Başkent Eldravon, Velmorya'nın doğu sınırına yakındır. O yüzden birkaç saate orada olacağız.

Akira başını salladı. 

— Anladım.

Raiga hâlâ homurdanıyordu. 

— Yine de birkaç saat at sürmek bizi yoracak.

Akira gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

— Saray askeri olarak daha ikinci günümüzdeyiz. Böyle bir görev vermek çok saçma.

Yui ciddi bir ses tonuyla karşılık verdi. 

— Sarayda yatıp güzel yemekler yemeyi ben de çok isterdim. Ama görev görevdir.

Raiga kahkahasını bastıramadı. 

— Sen bu gidişle bırak Kral olmayı, normal asker bile kalamazsın! Hahaha!

Akira öfkeyle Raiga'ya baktı. Yumruğunu sıkarken kalbinin daha hızlı çarptığını hissediyordu. Ama bir süre sonra gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, kendini sakinleştirdi. 

— Haklısın… Çok çabalamalıyım.

Yol böyle devam etti. Birkaç saat boyunca sohbet ederek, arada mola vererek ilerlediler. Atların yorgun solukları, yol boyunca rüzgârın uğultusuna karışıyordu. Yaklaşık dört saatin ardından, önlerinde ormanın karanlık silueti belirdi.

Sisli Orman.

Devasa ağaçların gövdeleri gökyüzüne kadar yükseliyor, dallar birbirine dolanarak üstlerini kapatıyordu. Ormanın içi gri bir sisle örtülmüştü; içerisi neredeyse hiç görünmüyordu. Akira'nın tüyleri diken diken oldu.

— Orman burası mıymış… dedi ürpererek. 

— Korkunç.

Yui başını salladı. 

— Aynen. Sisten içerisi bile görünmüyor.

Raiga öne atıldı, kılıcının kabzasına dokunarak sırıttı. 

— Siz korkaklar arkamda durabilirsiniz. Ben önden giriyorum!

"Dur!" Yui'nin sesi ciddiyetle yankılandı. 

— Sakın yoldan ve tabelalardan uzaklaşma.

Raiga elini salladı. 

— Merak etme zeki çocuk, o kadarını ben de düşünebiliyorum.

Akira küçümseyici bir gülümseme ile başını salladı. 

— Senin düşünebilmen bile şaşırtıcı.

"Kapa çeneni!" diye çıkıştı Raiga.

Akira ise içinden geçirdi: Gerçekten burada kaybolmak iyi olmazdı.

Üçlü, sisin içine daldı. Yaklaşık otuz dakika boyunca yol boyunca ilerlediler. Sis yoğunlaşıyor, görüş mesafeleri neredeyse birkaç metreye kadar düşüyordu. Atların ayak sesleri bile sisin içinde boğuk geliyordu.

Bir anda Yui'nin yüzü kireç gibi oldu. Altındaki yolun kaybolduğunu fark etti.

— H-hey… Y-yoldan çıkmışız!

Akira'nın kalbi sıkıştı. 

— Raiga!!!

Raiga kaşlarını çatıp dudaklarını ısırdı. 

— Hm… şey… öyle kaybolduğumuzu düşünmeyin. Belki de yol bitmiştir.

"İmkânsız!" dedi Yui sert bir sesle. 

— Bu yol toprak krallığına kadar gidiyor!

Akira geriye dönüp baktı. Arkalarında yol tamamen kapanmıştı. Gözleri büyüdü, nefesi kesildi. Sanki donakalmış gibiydi.

Yui endişeyle seslendi. 

— Hey Akira, ne ol—

Raiga aceleyle araya girdi. 

— Hey, sana demiştim yol bitmiş işte!

Yui'nin sesi titriyordu. 

— A-ama bu imkânsız…

Akira öne çıkıp yolun zeminine baktı. Eliyle toprağı yokladı. 

— Bu yol üstüne toprak atılarak kapatılmış. Biri bize kumpas kurmuş.

Yui'nin gözleri açıldı.

— Peki ama kim?

Raiga kılıcını yarım çıkararak dişlerini sıktı. _

— Kim olduğunu öğrenmek için gitmemiz lazım. Ama…

Akira gözlerini Yui'ye çevirdi. 

— Takım lideri sensin. Kararını ver, Yui.

Yui kısa bir süre düşündü. Sessizlik ormanın sisinde yankılandı. Sonunda bakışlarını kararlılıkla kaldırdı.

— Görev önceliklidir.

Akira şaşkınlıkla karşı çıktı. 

— A-ama—

Raiga ise başını salladı. 

— Aynen öyle.

Yui derin bir nefes aldı. 

— Ben burada kalacağım ve siz ikiniz aramaya başlayacaksınız. Planda değişiklik olmayacak.

Akira biraz düşündü, sonra hafifçe gülümsedi. — Bu çok mantıklı. Sen harbi zekisin Yui.

"Teşekkür ederim," dedi Yui hafifçe başını eğerek.

Raiga kılıcını omzuna koydu. 

— Tamam o zaman, ayrılıp aramaya başlayalım.

Akira hatırlatmayı ihmal etmedi. 

— Tamam, fişekleri hatırlıyorsun değil mi?

Raiga boğazını temizledi, kendinden eminmiş gibi davrandı. 

— Öhöhöm! Tabii ki hatırlıyorum.

"Güzel," dedi Yui. 

— O zaman görüşürüz. Ben yerimi değiştirmeyeceğim. Siz yön fişeği attığınız zaman ben de atıp yönümü belirteceğim.

Başlarıyla onayladılar. Sonra Akira ve Raiga atlarını farklı yönlere sürdüler. Sis arasında yolları ayrıldı.

Akira atının dizginlerini çekti, yüzüne vuran serin sisin içinde kendi kendine mırıldandı: Acaba kim kumpas kurdu? Neden? Kurtarmamız gereken kişiler nerede? Onları gerçekten bulabilecek miyiz?

Kaşlarını çattı, başını iki yana salladı. çok düşünmeye başladım… Lanet olsun.

Bir an dikkati dağıldı, at birden hızlandı. Akira farkına vardığında gözleri büyümüştü. 

— Ups! Az kalsın ağaca çarpacaktım!

Kalbi deli gibi atıyordu. Ormanın büyüklüğü karşısında içinde tarifsiz bir kaygı büyümeye başlamıştı.

Akira atını sürerken gözleri bir şeye takıldı. Ağacın gövdesinde, sisin arasından seçilen koyu kırmızı lekeler vardı. Gözleri fal taşı gibi açıldı, dizginleri sertçe çekerek durdu.

— B-bu… k-kan mı?..

Atı hızlıca bir ağaca bağladı. İçinde büyüyen bir huzursuzluk vardı ama yine de geri adım atmadı. Ağacın gövdesindeki taze kanı eliyle yokladı, parmakları yapış yapış kaldı. Kan izleri yere doğru damlamış, oradan da dar bir patika boyunca ilerliyordu.

Akira nefesini tutarak izleri takip etmeye başladı.

— B-bu izler… gitgide artıyor.

Her adımda damlaların daha da yoğunlaştığını gördü. Zaman ilerledikçe kalbinin ritmi hızlandı. Sis ağırlaşıyor, nefesi göğsünde bir yük gibi basıyordu. Uzun süre yürümüş, ayakları ağırlaşmıştı. Omuzları düşmüş halde mırıldandı:

— Bu kan izleri… bitmek bilmiyor.

— Ha? Yoksa bitti mi?..

Gözleri endişeyle etrafı taradı. Önündeki büyük ağacın köklerinde hiçbir kan izi yoktu. Yavaşça ağacın arkasına geçti. O an donakaldı.

Yerde, kanlar içinde bir ceset yatıyordu.

Akira'nın yüzü kireç gibi oldu.

— B-burada… n-ne olmuş böyle…

Sesi boğuk bir fısıltıya dönüştü. Tam o sırada, karşıdaki ağacın altında bir siluet fark etti. Gövdesine yaslanmış, gözleri kapalı, üstü kan içinde bir kız oturuyordu. Uzun sarı saçları kana bulanmıştı.

Akira yutkundu, ağır adımlarla kıza yaklaştı. Dizlerinin bağı çözülüyor gibiydi. Eğildi, tereddütle elini uzattı ve kıza dokundu.

— Y-yoksa… b-bu da mı ölü…

Birden kız gözlerini açtı.

İkisi aynı anda bağırdılar!

Sersemleyen Akira geri çekilirken kız hızla cebinden küçük bir bıçak çıkardı ve Akira'ya saplamaya çalıştı. Akira refleksle yana sıyrıldı, bıçak yanağında ufak bir kesik açtı. Hemen karşı hamleyle kıza hafifçe vurup onu geri savurdu.

Kız sendeledi, ama düşmedi. Ellerini titreyerek kaldırdı, savunma pozisyonuna geçti. Gözlerindeki korku öfkeye karışıyordu.

— N-ne oluyor… Sen de kimsin?!

— Asıl sen ki—

— B-bana ne yaptın, söyle!

— Ben hiçb—

— Beni rahat bırak!

Akira nefesini tuttu, sonra omuzlarını düşürüp pes etmiş gibi arkasını döndü.

— Tamam.

Yavaşça yürümeye başladı. Ama arkasından kızın tiz sesi duyuldu:

— Hey! Nereye gidiyorsun? Buraya… beni öldürmeye gelmedin mi?!

Akira şaşkınlıkla durdu. Başını çevirip kıza baktı.

— Neden seni öldüreyim? Buraya görevim için geldim.

— G-görev mi? Y-yoksa… sen saray askeri misin?..

Akira başını salladı. — Evet.

Bir an düşündü, gözleri kıza dikkatlice bakarken mırıldandı. — Seni bir yerlerde görmüştüm sanki…

Kızın yüzünde şaşkınlık belirdi. — B-ben de… sarayda askerim.

— Haa! Öyle mi… Peki üstümdeki armaya rağmen ne diye bana saldırıyorsun?

Kızın yanaklarına sıcak bir kırmızılık yayıldı, gözlerini yere indirdi.

— Ö-özür dilerim…

Akira onun bu tavrını görünce ses tonunu yumuşattı.

— Tamam, sorun yok. Ama bir dahaki sefere dikkatli ol. Bu arada… adın ne?

Kız çekingen bir sesle yanıtladı. — Seraphina…

— Ben de Akira Valen.

Kızın gözleri açıldı, sonra ağzından istemsizce çıktı:

— Sen… şu canavar ço— Ah!.. özür dilerim!

Akira buruk bir gülümseme ile başını salladı. — Sorun değil. Bana herkes öyle diyor ama takmıyorum. Şimdi anlat, sana ne oldu?

Seraphina'nın omuzları titremeye başladı. — B-biz… saldırıya uğradık.

— Saldırıya mı uğradınız?

— E-evet. Bir ruh tarafından… ç-çok korkunç ve ç-çok güçlüydü…

Akira, kızın korkudan titreyen ellerini fark etti. Yavaşça onun elini tuttu, yumuşak bir sesle konuştu.

— Merak etme. Artık ben buradayım… Artık sorun yok.

Seraphina'nın yüzü kızardı. Bir an elleri birleşik kaldı. Ama sonra kız öfkeyle elini çekti ve Akira'ya tokat attı.

— Sapııııkkk! Seni sapık, sen kesinlikle sapıksın!

Akira şok içinde geri çekildi. — Hey! Ben sapık falan değilim!

— O-ormanda elimi tutup… bana o şekilde bakıyorsun! Kim bilir aklında neler vardır!!

— Nee?! Sen korkmuştun diye… seni sakinleştirmek istedim. Bu mu sapıklık?!

— Yalan söylüyorsun! Sen kesinlikle sapıksın!

Akira başını geriye atıp ellerini açtı. — Off… bir de bununla mı uğraşacağım!

— Sapık!!

— Her neyse… Bana bu cesedin kim olduğunu söylersen yardımcı olabilirim.

Seraphina başını eğdi. — B-bu adam… elçilerden biri.

— Elçilerden biri mi? Demek ölmüş… Peki ya diğeri nerede?

Bir süre sessizlik oldu. Sonra Seraphina kısık bir sesle konuştu. — R-ruh tarafından öldürüldü…

Akira kaşlarını çattı. — O zaman senin takım arkadaşlarını alıp dönelim.

Seraphina'nın yüzü aniden düştü. — Onlar… nerede bilmiyorum. Saldırıdan sonra… ayrı düştük.

Akira ellerini başına götürdü. — Off… o zaman aramamız gerekecek. Bu çok yorucu…

Kızın sesi titredi. — B-ben… aramayacağım. E-eve dönmek istiyorum.

— Takım arkadaşlarını bırakacak mısın yani?!

— Onlar çoktan ölmüş olabilir!

— Ölmemiş de olabilir! Görmeden anlayamayız!

Seraphina bağırarak geri adım attı. — G-gidersek öldürülürüz!!

— O ruh güçlü mü?

— Şu ana kadar… g-gördüğüm en güçlüsü!

Akira derin bir nefes aldı. — Tamam… o zaman atı alıp seni Yui'nin yanına bırakıp döneceğim.

— Yolu biliyor musun?..

— Tabii ki. Atım kan izlerinin bitişinde.

Seraphina'nın gözleri parladı, yüzü mutlulukla aydınlandı. — Gerçekten mi?..

İkisi birlikte kan izlerini geriye doğru takip etmeye başladılar. Yaklaşık beş dakika yürüdüler. Ama Akira aniden durdu, gözleri dehşetle açıldı.

— B-bu… imkânsız!!

Seraphina telaşla sordu. — Neden durduk?!

— K-kan izleri… gitmiş!

More Chapters