Havada bir sessizlik vardı; zaman adeta donmuş gibiydi. Akira'nın üstüne mızrak hızla geliyordu ve herkes nefesini tutmuş, gözlerini ondan alamıyordu. Akira, mızrağı nasıl karşılayacağını düşünürken bir anda gözleri inanılmaz bir manzara gördü: Mızrağı Raiga elleriyle kavramış, güçle tutuyordu.
Akira şaşırmıştı.
— Raiga?
Raiga sırıttı.
— Hadi şu lanet Kaos Ruhunu dövelim!!
Akira'nin yüzünde bir sırıtmayla aniden belirdi:
— İşte bu benim tanıdığım Raiga!
Ama yere düşmekte olduğunu fark ettiğinde gözleri büyüdü.
— Yere düşüyorum… tamamen unutmuşum.
Tam o anda Seraphina hızla yanına gelerek Akira'yı kucağına aldı. Akira'nın yüzü aniden kızardı.
— Tam tersi olması gerekmiyor mu?
Seraphina da yüzünü kızardı ve hemen Akira'yı yere bıraktı.
— Yanlış bir fikre kapılma, sadece konuşman beni etkiledi.
— Hm… anladım.
Raiga yere inerken Akira'yı izledi ve gözleri parladı.
— Yani… kız da savaşacak öyle mi?
Seraphina onayladı.
Akira yüksek bir sesle bağırdı.
— Herkes savaş pozisyonu alsın! Ruh birazdan saldırıya geçecek.
Seraphina'nın morali bozulmuştu.
— Ş-şey… ben savaşamıyorum.
Raiga alaycı bir sesle konuştu.
— O zaman ne işe yarayacaksın sen!
— Hey, kibar ol! Az önceye kadar sen de korkudan titriyordun.
Raiga karşı çıktı.
— Ne, ben mi? Hahaha!
Akira kahkaha attı
Seraphina bir süre bekledikten sonra konuştu.
— Ben iyileştirme teknikleri kullanabiliyorum.
— Bu çok iyi!
Raiga, Akira'ya baktı
— Şu aptalı iyileştirir misin? Bayağı bir yarası var.
Seraphina hemen Akira'nın yaralarını iyileştirmeye başladı.
— Bu yaklaşık beş dakika sürecek.
— Tamam, ben sizi koruyacağım.
Raiga odaklandı. Vücudundan ateşler yükselmeye başladı.
— Gel bakalım Kaos Ruhu!
Ruh sinirlenmeye başladı.
— Siz gerçekten beni yenebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Bu, efendi Sora'nın gücünü küçümsemektir!
— Sora'ya söyle, senden sonra sıra onda!
Ruh havadan bıçaklar oluşturdu ve Raiga'ya fırlattı. Raiga hepsini ustaca savuşturdu ve kılıcını sımsıkı tuttu.
Ruh birden kılıcını Raiga'ya yöneltti ve yakın dövüş başladı. Kılıç darbeleri etrafa saçılırken, ruh'un havadan yaptığı saldırıları karşılamak neredeyse imkânsızdı. Raiga birkaç sıyrık aldıktan sonra geri çekildi; yakın dövüşte kazanamayacağını anlamıştı.
Ruh alaycı bir sesle konuştu.
— Ne oldu, beni yenmeyecek misin?
— Bir sus be!
Raiga'nın gözlerinden alevler fışkırmaya başladı. Arkasında devasa bir ejderha silüeti belirdi. Akira ve Seraphina donakaldı.
— Yoksa bu…
— Evet, bu kesinlikle…
Raiga ejderhayı ruhun üzerine saldı. Ruh şaşkınlıkla:
— Bir ejderha… bu şaşırtıcı.
Ellerini birleştirerek ejderhanın üzerine büyük bir fırtına ve rüzgar yönlendirdi. Ejderha durmakta zorlanıyordu.
Tam o sırada Akira ruh'un arkasında belirip kılıcıyla saldırdı. Ruh savurularak kaçtı ama eline bakınca sol elinin koptuğunu fark etti.
Ruh içinden:
— Bu imkânsız! Onu kolayca savurmuştum… yoksa bu…
Akira düşünürken cevapladı.
— Kızıl Kaos… Valtherion ismine bu tarz bir şey koymuş olmalı.
Ruh şaşkınlıkla mırıldandı:
— Valtherion mu… Kızıl Kaos mu?
Bir anda beyni çalkalanmaya başladı; başı ağrımaya ve anılar gözlerinin önüne gelmeye başladı. Kan içinde bir savaş alanı beliriyordu; dünya sanki parçalanmış gibiydi. Gözlerini açtığında yerde kanlar içerisinde oturuyordu. Kıyafetlerine baktığında bunların Sora Volgrath'ın anıları olduğunu fark etti. Karşısında parlak yeşil gözlü, yüzü görünmeyen bir adam duruyordu.
Kız ağlıyordu.
— N-nolur beni bırak… B-beni öldürme…
Adam sert bir şekilde konuştu.
— Daha benim çektiğim acıların küçük bir kısmını bile çekmedin, Sora. Bu eğlenceli değil mi?
Sora bağırmaya başladı.
— Hayır, hayır… Hepsi Valther'in suçu, hepsi onun suçu! Ben hiçbir şe—
Bir anda önüne baktığında kafası olmayan bedenini gördü.
Adam soğuk sesiyle fısıldadı.
— Merak etme, tüm Volgrath'ları senin yanına yollayacağım.
Sora acıyla çığlık atmaya başladı.
— Aghhhhh…
Gözleri kapanmaya başladı.
Ruh gördüğü manzara karşısında şaşırmıştı neler olduğunu anlamamıştı.
— Ağhh… başım… bu anılar… Bunlar Efendi Sora'nın anıları… Neden bunları gördüm? Böyle bir şey… ilk defa oluyor…
Raiga meraklı bir şekilde sordu.
— Bu adama ne oluyor?
Akira ise ruh'un dikkatinin dağıldığını farketmişti.
— Bilmiyorum ama saldırmanın tam sırası!
Raiga ve Akira yüksek hızla saldırıya geçti. Ruh ikisine bakıp bağırdı:
Ruh bağırdı.
— Yeter!
İkisi bir anda geriye savruldu.
Seraphina, Akira'ya doğru koştu.
— Akira!!
— Merak etme, iyiyim Seraphina.
Seraphina endişeli bir sesle:
— Durun… yaralarınız var!
— Olmaz, şu an duramayız!
Ruh öfke'den deliye dönmeye başladı.
— Sizi öldüreceğim! Siz de efendi Sora'yı rahatsız eden bir şey var!
Raiga ve Akira anlamadı.
— Akira, yanına bile yaklaşamıyoruz!
— Hey! Bir şey seziyorum… o bir şey yapacak. Biraz geri çekilelim.
— Tamam…
Ruh bağırmaya başladı.
— Volgrath tekniği, Colossus!!
Hava, ruhun etrafında birleşip devasa bir şekil almaya başladı. Devin kolu ile Akira ve Raiga'yı metrelerce fırlattı.
— Ağhhh!
Dev Seraphina'ya doğru ilerlerken Raiga hızla kılıcını devin koluna sapladı; fakat hava varlığı olduğu için ne kan, ne et vardı; sadece saf hava. Raiga hızla yere inip Seraphina'nın önüne geçti.
Akira endişelenmeye başladı.
— Bu saf hava… biz bunu nasıl keseceğiz?
— Havayı değil, bedenini kesmemiz gerekiyor.
— Ama o şey varken bedenine ulaşmak neredeyse imkânsız.
— Doğru… o zaman uzak mesafeli saldırmalıyız.
Akira sırıtmaya başladı.
— Tabii ki! Yapabiliyorum. Daha yeni öğrendim. O eli ben kestim.
— Sahi… eli unutmuşum. Bunu yapabilirsen savaşın seyrini değiştirebilir.
— Ben içimdeki Moruk'la kısa bir konuşma yapacağım. Sen şu dev oğlanı oyala.
Raiga onayladı.
— Tamam!
Raiga deve doğru atıldı. Akira gözlerini kapatıp ruha odaklandı.
— Valtherion! Valtherion!
Valtherion cevapladı.
— Ne var?
Akira sinirle bağırdı.
— Ah… demek uyandın. Seni o güzel uykundan uyandırdığım için özür dilerim, şerefsiz pislik!
— Ne diyorsun, velet?
Akira ekledi.
— Geçen yaptığımız anlaşma… Beni kandırdın!
— Sana istediğin gücümü verdim.
Akira yumruklarını sıktı.
— Öyle ama bana her gün akşam kabuslar görüp uykusuz uyanacağımı söylemedin!
Valtherion kahkaha attı.
— Sana gücümü direkt verdim; böylelikle o güçle öldürdüğüm tüm insanların ağırlığını da sana verdim.
Akira bağırdı.
— Neden!
— Bir şey istiyorsan karşılığında bir şey vermelisin. Bu dünyada karşılıksız hiçbir şey olmaz. Kötülük ya da iyilik, her hareketin ölçüsünü görür.
Akira tekrar bağırarak konuştu.
— Madem bunu biliyordun, neden o kadar insan öldürdün? Neden onlara zulmettin…?!
Valtherion tekrar kahkaha attı:
— Çünkü bu eğlenceliydi.
Akira şaşırdı.
— E-eğlenceli miydi?! İnsan hayatıyla oynamak eğlenceli olamaz!
Valtherion kollarını iki yana açtı.
— Ben işinden zevk alan bir katilim; söylediklerin benim için bir şey değiştirmez.
— Sen bir iblissin!!
Valtherion merakla sordu.
— Buraya neden geldin, velet?
Akira cevapladı.
— Bana daha fazla güç vermeni istiyorum!
Valtherion biraz düşündü.
— Hm… düşüneyim… HAYIR!
— Ama neden?
Valtherion küçümseyici bir bakışla Akira'ya baktı.
— Çünkü sen zaten sana verdiğim gücün sınırlarına ulaşmadın bile.
Akira itiraz etti.
— Kızıl enerjiyi kullandım ama yetmedi…
Valtherion bağırdı.
— Bilmediğin ve kullanmadığın çok özellik var; ama bunu kendin bulmalısın. Bir daha beni rahatsız etme!
Ruh'un uğultusu ormanı doldururken Akira ve Raiga'nın bedenleri çoktan yorgunluğun ve kan kaybının eşiğine gelmişti. İkisi de derin nefesler alıyor, kılıçlarını ellerinden bırakmamaya çalışıyordu. Ama karşılarında saf havadan oluşmuş devasa bedenli o varlık dimdik ayakta duruyordu.
Raiga sordu.
— Ne oldu senin moruk ne diyor?
Akira dudaklarını ısırarak dişlerini sıktı, alnından akan kan gözlerine doluyordu.
— Benim moruk güç vermeyi reddediyor… Bu halimizle onu yenmeliyiz.
Raiga homurdanarak kılıcını sıktı.
— Ama nasıl?
— Bilmiyorum…
Ruh bir kez daha kükredi ve kollarını havaya kaldırdı. Havadan oluşmuş dev kollar şimşek gibi indi. İkisi aynı anda yana sıçrayarak zor kurtuldular.
Akira ve Raiga, gelen her darbeyi kılıçlarıyla savuşturuyor ama asla yaklaşamıyorlardı. Her darbe arkalarında ağaçları paramparça ediyor, toprağı sarsıyordu.
Uzun bir süre boyunca sadece savunmada kaldılar. Her kılıç darbelerinin ardından kolları titriyordu, dizlerinin bağı çözülüyordu. Vücutlarının her yeri çiziklerle, kanla kaplanmıştı.
Seraphina endişeyle bağırdı:
— D-durun! Çok fazla kanamanız var!
Akira, nefes nefese Seraphina'ya göz attı.
— Hayır… daha değil!
Seraphina gözleri dolarak haykırdı.
— N-nasıl hâlâ savaşabiliyorsunuz?!
Raiga yüzünde kanlı bir sırıtmayla karşılık verdi.
— Çünkü dövmemiz gereken bir ruh var, aptal!
Akira başını salladı, kanlı dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi.
— Aynen öyle…
Raiga hızlıca bir plan kurdu.
— Akira! Ağaçlardan gizlenip arkasına git!
— Tamam!
Bir an bile düşünmeden, ağaçların arasına daldı. Sessiz adımlarla hızla dolandı ve ruhun dev bacağının arkasına ulaştı. Tüm gücüyle bacağını kesti, kılıçtan çıkan enerjiyle birlikte hava parçalandı… Ama hiçbir etki yoktu.
Dev kükreyerek ayağını kaldırdı ve Akira'nın üstüne indirdi.
— Lanet olsun!
Son anda yana yuvarlandı ama bacağına devasa bir kesik açıldı, kan fışkırdı.
Raiga'nın sesi yankılandı:
— Aptal, iyi misin?!
— İyiyim… Ama bu herifin bacaklarıyla vakit kaybetmek faydasız. Kas kafalı! Kafasına saldırmayı deneyelim!
Raiga gözleri parlayarak:
— Tamam! Buraya gel, seni fırlatacağım!
Akira şaşkınlıkla yanına geldiğinde Raiga iki eliyle onu yakaladı.
— Ne? Beni fırlata—
Daha sözünü bitiremeden Raiga onu bir mancınık gibi fırlattı. Akira gökyüzünde devin kafasına doğru uçarken haykırdı:
— Aferin kas kafalı!
İçinden, ''Bu nasıl bir kas gücü böyle…'' diye geçirdi.
Kılıcını devin kafasına indirdi. Çelik, havayı yarıp geçti… Ama sonuç yine aynıydı. Başka bir şey yoktu, kan yoktu, sadece saf hava. Akira yere doğru düşerken hızla doğruldu ve kılıcıyla devin kalbine doğru sapladı.
Ama… Ruh birden iki kolunu kavuşturup göğsünü korudu.
Akira'nın gözleri irileşti.
—Koca oğlan! Sanırım zayıf noktasını buldum!
Raiga heyecanla konuştu.
— Gerçekten mi?
— Zayıf noktası: kalbi!
— Tamam… Saldırılarımızı kalbine yönlendirelim!
İkisi de tekrar harekete geçti. Her saldırı, her kesik ruhun kalbine yöneliyordu. Ancak ruh inanılmaz bir hızla elleriyle kalbini koruyor, hiçbir kılıç oraya ulaşamıyordu.
Dakikalar geçti. İkisinin de nefesi kesildi.
Bir anda ikisi aynı anda sıçradı, kalbine ulaşmaya çalıştılar. Ruh devasa eliyle onları yakaladı ve yere yapıştırdı.
Akira'nın kemikleri sarsıldı, ağzından kan fışkırdı. Raiga ise göğsünden darbe almıştı.
Seraphina gözyaşlarıyla bağırdı:
— Yeter artık, durun!
İkisi de kanlar içinde, neredeyse yürüyemeyecek hale gelmişti. Ama gözlerindeki kararlılık sönmedi.
Akira'nın kılıcı birden çatırdadı ve kırıldı. Parçaları toprağa saplandı.
— Kılıcım… kırıldı.
Raiga derin bir nefes aldı.
— Halimize bakılırsa… Tek bir saldırı şansımız kaldı.
Arkasından ejderha alevleri yükseldi. Alevlerden oluşan devasa ejder silüeti sol eline doğru süzüldü. Aynı anda Akira'nın sağ kolu kızıl enerjiyle alevlendi.
Raiga, kılıcını ileri uzattı.
— Hadi… birlikte yapalım.
Akira tereddüt etmeden Raiga'nın kılıcını tuttu. İki farklı güç, ejderha alevi ve kızıl enerji aynı çeliğin üzerinde birleşti. Kılıç gürleyerek titreşiyor, yer sallanıyordu.
İkisi aynı anda sıçradı.
— Hadi yapalım! diye haykırdı Akira.
— Evet! Aptal ruha dersini verelim! diye karşılık verdi Raiga.
Ruh kükreyerek eliyle önlerini kapattı. Ama birleşmiş kılıç, yarısı ejderha alevi yarısı kızıl enerjiyle parlayan o kılıç… Havadan yapılmış dev eli ortadan ikiye ayırdı!
Işık gökyüzünü doldurdu.
Kılıç doğrudan ruhun kalbine yöneldi.
Ruh panikle bağırdı:
— B-bu imkânsız!
Bir anda kılıç kalbi yardı. Ruhun bedeni ortadan ikiye ayrıldı, ardından yeri paramparça eden devasa bir patlama oluştu.
Akira ve Raiga, güçsüz bedenleriyle sırtüstü yere düştüler. Ruhun çığlıkları gökyüzünü yırtarken, etrafı sarsan patlama sonunda sessizliğe gömüldü. Toz bulutları ağır ağır dağılırken sadece ağaç dallarından düşen yaprakların sesi duyuluyordu.
Akira ve Raiga, sırtüstü yere uzanmış, gökyüzüne bakıyorlardı. Nefes alışları düzensizdi, göğüsleri bir körük gibi inip kalkıyordu.
— Onu hakladık mı?
Raiga, kan dolu ağzıyla zorlukla konuştu.
— Bilmiyorum… kafamı kaldıramıyorum.
Akira derin bir nefes aldı, gökyüzünde süzülen bulutlara baktı.
— Sanırım… hakladık.
Raiga gözlerini kapatarak gülümsedi.
— Güzel savaştı, Akira.
Akira, şaşkınlıkla ona döndü.
— Sen benim adımı biliyormuşsun.
Raiga gözlerini açmadan mırıldandı.
— Evet… aptal.
Bir anda ikisinin de gülme sesi ormana yayıldı. Yorgun, kan içinde ama yine de kahkaha atıyorlardı.
Fakat gülüşleri birden kesildi. Patlamadan geriye kalan sisin içinden boğuk bir ses yankılandı.
— N-nasıl olabilir… N-nasıl sizin gibi iki sıradan insan beni öldürebilir… Nasıl efendi Sora tarafından kutsanmış ben, sizin gibi aşağılık varlıklar tarafından yok edilebilirim!
Akira heyecanla gözlerini açtı.
— Sanırım… gerçekten onu hakladık.
Raiga yorgun ama gururlu bir sesle güldü.
— Tabii ki! Ben varken kaybetmemiz imkânsız!
Tam o sırada Seraphina, gözyaşları içinde koşarak yanlarına geldi. Ellerini uzattı, iyileştirme büyüsünü başlattı.
— Evet… Onu yendiniz! Ama şu halinize bakın…
Işık Akira ve Raiga'nın yaralarına yayıldı. Kanlar duruyor, kesikler kapanıyordu. Fakat Seraphina'nın alnından terler süzülüyor, nefesi ağırlaşıyordu.
Akira endişeyle ona baktı. Burnundan ince bir kan damlası süzülüyordu.
— Sera, yeterli!
Seraphina karşı çıktı.
— A-ama—
Raiga da yorgun bir gülümsemeyle ekledi.
— Biz iyiyiz… Merak etme.
Seraphina çaresizce başını salladı ama büyüyü durdurdu. Akira ve Raiga titreyerek ayağa kalktılar.
Akira cebinden mor bir fişek çıkardı. Gökyüzüne doğru fırlattı. Patlayan morumsu ışık ormanı aydınlattı.
Çok geçmeden ileriden başka bir fişek işareti görüldü.
— Hadi gidiyoruz. Şu iki korkağı da uyandır sana zahmet.
Seraphina eğilip Renzo ve Gareth'ın yaralı bedenlerine dokundu. Hafif bir ışık yaydı. İkisi de gözlerini araladı.
Renzo, Akira'yı görünce donakaldı.
— Akira… Bu halin de ne böyle?
Gareth ise etrafına bakınıyordu.
— Ruha ne oldu?
Akira kısık bir sesle konuştu.
— Saraya dönerken anlatırım.
Beşi birlikte ilerlemeye başladılar. Akira ve Raiga'nın yaralı bedenlerini Renzo ile Gareth destekliyordu.
Bir süre sonra ormanın kenarında, dev bir ağacın altında oturmuş bekleyen Yui gözüktü. O an gözleri heyecanla parladı ve ayağa kalktı.
— Sonunda geldiniz!
Ama Akira ile Raiga'nın halini görünce şok oldu.
— B-bu haliniz ne böyle?!
Akira kısık bir sesle cevapladı.
— Bir ruhla savaştık.
Yui kollarını kavuşturdu, alaycı bir bakış attı.
— Basbayağı dövülmüşsünüz. Bunun savaş olduğuna emin misiniz?
Raiga öfkeyle doğrulmaya çalıştı.
— Ne diyorsun sen! Onu çok fena benzettik!
Akira gözlerini devirdi.
— Ayrıca yanımızdakiler… Burada kaybolan takım.
Seraphina öne çıkarak eğildi.
— Evet… Burada saldırıya uğramış, birbirimizden ayrı düşmüştük. Akira sayesinde hayattayız.
Renzo ve Gareth tekrar teşekkür ettiler.
Raiga göğsünü kabarttı.
— O ruhu ezip geçmeseydim, hepiniz çoktan ölmüştünüz. Bana minnettar olmalısınız, hahaha!
Akira alaycı bir gülüşle karşılık verdi.
— Emin misin? Ben daha çok kenarda korkudan titreyen birini hatırlıyorum.
Yui'nin gözleri parladı.
— Bu doğru mu?!
Raiga bir an dondu, sonra kahkaha atarak elini salladı.
— Ahaha! Tabii ki de hayır! Neyse, hızlıca bir hastaneye gitmemiz gerekiyor. Yaralarımızın sarılması lazım.
Yui ciddileşti.
— Haklısın. Fakat… sizin atlarınız yok.
Akira yüzünü buruşturdu.
— Sahi… Tek atla biz nasıl gideceğiz?
Renzo düşünceli bir sesle:
— Ormandan çıkana kadar birlikte gidelim. Daha sonra Akira ile kaslı adam atı alıp hastaneye gider.
Gareth homurdandı.
— Dalga mı geçiyorsun? At olmadan saraya varmak çok uzun sürer!
Yui derin bir nefes aldı.
— Yapacak bir şey yok. Yaralıları hastaneye götürmek lazım.
Tam o sırada Yui, gözünün kenarıyla dev ağacın tepesine baktı. Birinin onları izlediğini hissetmişti.
Ve gerçekten… Ağacın üstünde küçük bir çocuk oturuyordu.
— Demek beni fark ettin. Sen gerçekten insan mısın?
Yui sessiz kaldı, gözlerini kısmıştı.
Akira bağırdı.
— Sen de kimsin?
Çocuk ağaçtan aşağıya atladı.
— Adım Kian. Korkmanıza gerek yok, tehlikeli biri değilim.
Renzo şüpheyle:
— O zaman neden bizi gizlice izliyorsun?
Kian sakince gülümsedi.
— Sizi izlemeye yeni başlamıştım. Sadece size yardım etmek istiyorum.
Akira kaşlarını kaldırdı.
— Yardım mı?
Kian başını salladı.
— Evet. Yaralarınız var, ben doktorum.
Raiga kahkahayı patlattı.
— Hey, velet! Sen kaç yaşındasın? On falan mı? Senin doktor olduğuna inanırım sanki!
Kian ciddiyetle cevapladı.
— İsmim Kian efendim. Ayrıca 13 yaşındayım.
Yui hala süpheciydi.
— Peki sana nasıl güvenebiliriz?
Kian yine gülümsedi.
— Pek iç açıcı bir durumda değilsiniz.
Akira içinden düşündü: Bu doğru… Ama…
Kian devam etti.
— Sizi kaçırmak ya da öldürmek gibi bir şey denesem muhtemelen yapamazdım. Güçlü görünüyorsunuz. Özellikle sen.
Parmağıyla Yui'yi işaret etti.
Yui önce ciddileşti, sonra hafifçe gülümsedi.
— Sanırım haklısın. Sen ve birlikte yaşadığın adam isteseniz de beni yenemezsiniz.
Kian bir an donakaldı. Şaşkınlıkla ona baktı.
Yui sırıttı.
— Demek tahminim doğruymuş.
Kian'ın aklından düşünceler geçti: Bu adam moruğu nereden biliyor? Gerçekten tahmin mi etti, yoksa başka bir şey mi var?
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Kian gülümseyip ayağa kalktı.
— Hadi gidelim.
Altı kişi birlikte ormanda yürümeye başladı. Akira ve Raiga atın üstündeydi, diğerleri yanlarında.
Bir saat kadar yürüdükten sonra ağaçların arasından büyük bir yapı belirdi. Ahşaptan yapılmış, tek katlı ama birkaç parçadan oluşan geniş bir evdi.
Akira merakla sordu.
— Burası da neresi?
Renzo gerildi.
— Hangi deli ormanın ortasına böyle bir ev yapar?
Yui dikkatle baktı.
— Burası bir dojoya benziyor.
Kian gülerek:
— Kesinlikle. Burası bir dojo. Nasıl bir deli olduğunu yakında öğreneceksiniz.
———
Karanlık bir odanın kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri giren adamın ayak sesleri taştan zeminde yankılandı. Ellerinden yayılan turuncu alev ışıkları loş odayı kısa süreliğine aydınlattı. Yüzü tamamen gölgelerin ardında kalıyordu.
Sandalyede oturan bir kadın, uzun yeşil saçlarını omuzlarından aşağıya bırakmış, pencerenin ardından ay ışığını seyrediyordu. Hiç kıpırdamadan konuştu.
— Hoşgeldin, Rion.
Adam sert bir sesle karşılık verdi.
— Ne var Sora… Neden beni çağırdın?
Kadın başını çevirip hafifçe gülümsedi.
— Biraz kaba konuşmuyor musun?
Rion, yumruğunu sıktı, etrafı daha da aydınlatan ateş kıvılcımları çıktı.
— Kapa çeneni. Bana ne olduğunu söyle.
Sora ayağa kalktı, yüzündeki sakin ifade hiç değişmedi.
— Ormana gönderdiğim ruh… öldü.
Bir an sessizlik çöktü. Sonra Rion'un gözleri parladı, sesi şaşkın ve öfkeliydi.
— Gönderdiğin ruh mu öldü?! Yoksa… bu ihtiyarın işi olabilir mi?
Sora derin bir nefes aldı, gölgenin içinde gözleri hafifçe parladı.
— Ben de bundan şüpheleniyorum.
Rion birkaç adım attı, yere düşen kıvılcımlar karanlık zemini yaktı.
— Peki… kardeşimize söylememiz gerekir mi?
Sora kısa bir süre sustu, sonra pencereye bakarak konuştu.
— Hayır. O şu an bir görevde. Rahatsız edilmek istemiyor.
Rion dişlerini sıktı, yüzünde belirsiz bir gülümseme belirdi.
— Eğer gerçekten bu işin arkasında o ihtiyar varsa… işler daha çabuk karışacak.
Sora gözlerini kapadı, fısıltı gibi bir sesle mırıldandı.
— Zaten karışmalı…