LightReader

Chapter 18 - Arisawa Riven

Güneş, Riven ailesinin görkemli sarayının yüksek pencerelerinden içeri süzülüyor, altın işlemeli taş duvarlara ve kristal avizelere parıltılar saçıyordu. Bahçeden gelen kuş cıvıltıları ve rüzgârın taşıdığı çiçek kokusu, aslında huzurlu bir gün olacağının habercisiydi. Ama küçük Arisawa'nın içinde garip bir ağırlık vardı; belki de başının ağrısından, belki de babasının sürekli yüklediği sorumluluklardan.

O sırada kapısı aralanmadan önce içeride neşeli bir ses yankılandı:

— Abi, abi! Hadi gel birlikte dışarıda oynayalım!

Kardeşi Kagura, yüzünde kocaman bir gülümseme ve gözlerinde ışıltıyla kapının eşiğinde belirivermişti. Daha 9 yaşındaydı, heyecanla yerinde duramıyordu.

Arisawa ise yatağın kenarında oturuyordu. Bir yandan kılıç yapımında kullandığı küçük metal parçaları inceliyor, diğer yandan başını ovuşturuyordu. Yorgun bir sesle kardeşine döndü:

— Hayır, bugün olmaz Kagura… biraz başım ağrıyor.

Küçük çocuğun yüzündeki gülümseme bir anda soldu. Dudaklarını büzüp yere bakarak mırıldandı:

— Ama abi… dün geleceğine söz vermiştin.

Arisawa önce sessiz kaldı, sonra kardeşinin moralinin bozulduğunu görünce gülümseyip derin bir nefes aldı.

— Tamam, tamam… geleceğim.

Kagura'nın gözleri yeniden ışıldadı. Mutluluktan küçük bir çığlık atıp koşarak odasına döndü, belli ki hazırlanmak için sabırsızlanıyordu.

Tam o sırada, kalın meşe kapının dışından bir ses duyuldu:

— Bay Arisawa, aileniz sofrada sizi bekliyor.

Hizmetçinin sesinde nazik ama ciddi bir ton vardı.

Arisawa, elindeki kılıcı bırakıp ağır adımlarla pencerenin önüne ilerledi. Pencereden dışarı baktığında devasa bahçe, rengârenk çiçeklerle dolu geniş alan ve onu çevreleyen koyu yeşil orman gözüküyordu. Bu manzara ona huzur vermesi gerekirken, içinde bir sıkışmışlık hissi yaratıyordu.

— Asillik, sorumluluklar, babamın beklentileri… Ben bunların hepsine zincirli miyim? diye düşündü içten içe.

Kapı bir kez daha tıklandı. Hizmetçi sabırlı ama baskıcı bir sesle tekrar seslendi:

— Anneniz ve babanız bekliyor, Bay Arisawa.

''Tamam, birazdan geliyorum,'' dedi kısa bir yanıtla.

Bir süre daha manzaraya baktı, sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Koridorun taş duvarları boyunca altın işlemeli tablolar diziliydi, büyük camlardan giren ışık mermer zeminde parıltılar bırakıyordu. Arisawa ağır adımlarla uzun koridorda yürüdü, sonra büyük merdivenlerden aşağı indi. Avizelerin kristalleri güneş ışığını yakalayıp binlerce parçaya bölüyordu.

Salonun kapısından içeri girdiğinde karşısına devasa masa ve büyük mutfak çıktı. Masanın ucunda oturan ailesi ve kardeşi onu bekliyordu. Babasının yüzünde sert bir ifade vardı.

''Arisawa!" diye bağırdı. 

— Sen bir asilsin! Artık 11 yaşına girdin. Bu saçma hobilerini bırakıp bir asil gibi davranmalısın.

Arisawa bir an durdu, sesini çıkarmadı. Fakat annesi araya girdi, sesi yumuşak ve sakindi:

— Bence hobiler çok önemlidir. Ayrıca Arisawa'nın yaptığı kılıçlar gayet güzel.

Küçük Kagura da heyecanla atıldı:

— Evet! Abim çok iyi kılıç yapıyor! Daha iyi kılıç yapan kimseyi görmedim!

Arisawa kardeşinin sözlerinden gururlandı, dik oturup gülümseyerek konuştu:

— Tabii ki güzel yapıyorum. Bir gün krallıktaki en iyi kılıç üreticisi olacağım.

Babası kaşlarını çattı, sinirle bastırarak konuştu:

— Öyle bir şey olmayacak! Sen büyüdüğün zaman bu sarayı devralacaksın. Riven ailesinin sorumluluğunu taşımak zorundasın.

Arisawa, gözlerini babasına dikerek kararlı bir sesle karşılık verdi:

— İki işi bir arada yürütebilirim. Hem senin de hobilerin var değil mi baba?

O an babasının sesi yumuşadı.

— Evet, hobilerim var… ama önceliklerimi asla karıştırmam.

Kagura abisinin yanında gururla bağırdı:

— Benim abim çok iyidir! Her şeyi yapabilir!

Arisawa gülerek saçlarını karıştırdı:

— Elbette her şeyi yapabilirim. Merak etme Kagura, sen de bir gün benim kadar iyi olacaksın.

Ama küçük kardeşi suratını düşürerek mırıldandı:

— Aramızda sadece iki yaş var… ama ben hiçbir şeyde yetenekli değilim.

Sessizlik çöktü. Arisawa hemen karşılık verdi:

— Öyle deme. Sen çok çalışırsan bir gün hayallerini gerçekleştireceksin. Ben sana inanıyorum.

Annesi de destekledi:

— Evet, biz hepimiz sana güveniyoruz. Sen bence çok yeteneklisin.

Arisawa gülümseyerek son noktayı koydu:

— Bir gün konseyi üyelerinden biri olacaksın, Kagura.

Küçük çocuğun gözleri bir anda ışıldadı, yumruklarını sıktı:

— Doğru! Ben bir gün konseyi üyesi olacağım! Asla pes etmeyeceğim!

Babası sert ama onaylayan bir tonla konuştu:

— Riven ailesinden bir konseyi üyesi çıkması… iyi olur.

Masadaki gerilim dağıldı. Kagura, yemeğini aceleyle bitirip ayağa fırladı.

— Abi! Oyun oynayacak zamanımız yok! Enerjimizi güçlendirmemiz lazım!

Arisawa başını iki yana sallayıp güldü:

— Peki, peki…

Birlikte sofradan kalktılar ve bahçeye çıktılar. Bahçede onları Riven ailesinin özel öğretmeni bekliyordu. Orta yaşlı, sert bakışlı ama öğrencilerini seven biriydi. Kagura koşarak öğretmenin önüne geçti.

Öğretmen gülümseyerek sordu:

— Bay Riven, bugün neden bu kadar heyecanlısınız?

— "Çooook güçlü olmam gerekiyor!" dedi Kagura, nefes nefese.

Arisawa kahkahayı attı:

— Hocam, bu sefer biz değil siz yorulacaksınız anlaşılan.

Öğretmen de gülümseyip ellerini açtı:

— Öyleyse hazırlanın, antrenmana başlayalım.

— Tamaaaaam!!

Saatler süren enerji antrenmanı başladı. İki kardeş birbirini geçmeye çalışıyor, enerjilerini kontrol etmeyi öğreniyor, bazen düşüp bazen tekrar kalkıyorlardı. Üç saat sonunda ter içinde yere yığıldılar.

Öğretmen gülerek konuştu:

— Hani bu sefer ben yorulacaktım? Yine siz yorulmuş gibisiniz.

Kagura nefes nefese, inatla bağırdı:

— Ben daha bitirmedim!

Ama Arisawa kardeşini durdurdu:

— Kagura, hatırlamıyor musun? Dün babam Eldravon'a gideceğimizi söylemişti.

— Aa! Evet… tamamen unutmuşum!

Öğretmen araya girdi:

— O halde bugünkü antrenmanı bitirelim.

İki kardeş başlarını sallayıp eve doğru yürümeye başladılar. Kagura heyecanla abisine yaklaştı:

— Abi, abi… acaba Eldravon nasıl bir yer?

— Kaç kere gittik, hâlâ mı soruyorsun?

— Ama hep konseyi sarayına gidiyoruz! Ben şehri gezmek istiyorum.

Arisawa durdu, kardeşine baktı. Babalarının asla izin vermeyeceğini biliyordu. Ama Kagura'nın gözlerindeki heyecanı görünce içten içe gülümsedi.

— Tamam, tamam. Şehri gezeceğiz.

— Ne?! Ama nasıl??

Arisawa göz kırptı:

— Onu bana bırak.

Sabahın erken saatleriydi. Gökyüzü henüz gri bir perde gibi şehrin üstüne serilmiş, rüzgâr ormandan serin serin esiyordu. Arisawa ve küçük kardeşi Kagura, evin içinde kıyafetlerini aceleyle giymiş, çantalarına birkaç eşya tıkıştırmışlardı. Battaniyeler, bir iki ekmek parçası, bir de Arisawa'nın gizemli turuncu renkli içeceği.

Kagura şişeyi kaldırıp dikkatle baktı.

— Abi… bu şey biraz tuhaf kokuyor.

Arisawa ciddi bir sesle cevapladı:

— Bu benim özel tarifim. Yolculukta işimize yarayacak.

Kardeşi pek anlamasa da başını salladı. İkisi merdivenlerden aşağı inerken evin sessizliği uğursuz bir yankı gibi üzerlerine çökmüştü. Avluda at arabası hazır bekliyordu. Babaları önde, sert bakışlarıyla onları süzüyor, muhafız ise atların yanında dikiliyordu.

Baba, oğluna ve kızına yaklaştı.

— Geldiniz demek. İyi, vakit kaybetmeyeceğiz.

Kagura ürkek bir sesle sordu:

— A-annem gelmeyecek mi?

Babanın cevabı kısa ve netti:

— Hayır. Anneniz bugün bizimle gelmeyecek.

Kardeşler sessizce başlarını eğdiler. Tam arabaya binecekleri sırada babanın gözleri onların ellerindeki eşyalara takıldı.

— O battaniye ve… o tuhaf turuncu su da neyin nesi?

Arisawa hiç istifini bozmadı.

— Yolda uyumamız için battaniye. Bu su da benim özel tarifim.

Baba kaşlarını çattı ama sorgulamadı.

"Anladım." dedi ve sürücünün yanına oturdu.

Arisawa, Kagura ve yanlarındaki muhafız ile arabanın arkasına geçtiler. Tekerlekler dönmeye başladı, atların nal sesleri ormanda yankılanıyordu.

Yolculuk saatler sürdü. Ormanın içinden geçen dar yollarda ilerlerken, ağaçların arasından gökyüzü ince çizgiler halinde görünüyordu. Bir süre sonra ufukta ihtişamlı bir manzara belirdi. Eldravon'un sarayları… Uzakta, sisin ardında bile seçilebilen on iki devasa yapı.

Kagura hayranlıkla bağırdı:

— Abi bak! Orada… dev gibi binalar var!

Arisawa hafif gülümseyerek başını salladı.

— Evet. İşte 12 konseyin sarayları.

O sırada Arisawa yanındaki muhafıza döndü.

— Hey muhafız, bu özel sıvının tadını test etmeni istiyorum.

Muhafız hiç tereddüt etmeden şişeyi aldı.

— Emredersiniz.

Bir yudum içer içmez yüzü buruştu.

— Bu sıvı… çok ekşi!

Arisawa kaşlarını kaldırıp ciddiyetle başını salladı.

— Anlıyorum. Denediğin için teşekkür ederim. Sanırım ben içmeyeceğim.

Kagura kahkaha atmaya başladı. Muhafız kafasını kaşıdı, bir şey diyecekti ki dudakları titredi ve aniden olduğu yere yığıldı.

Arisawa kısık bir sesle mırıldandı:

— Aşama bir tamamlandı. Şimdi Eldravon'a yaklaşalım… sonra aşama ikiye geçelim.

Kagura başıyla onayladı, gözlerinde hem korku hem heyecan vardı.

At arabası büyük şehrin kapısına vardığında Arisawa battaniyeyi serdi. Kardeşine döndü.

— Hazır mısın? Hadi atlayalım.

Araba yavaşladığı anda ikisi aynı anda kendilerini dışarı attılar. Yuvarlanarak yere düştüler, tozu dumana kattılar. Arisawa hemen kardeşini kontrol etti.

— Kagura, iyi misin?

Küçük çocuk heyecanla başını salladı.

— İyiyim abi! Harikaydı!!

Önlerinde, Velmorya'nın başkenti Eldravon bütün ihtişamıyla yükseliyordu. Devasa surlar, altın rengi çatılar, göğe uzanan saraylar… Sokaklar insanlarla dolup taşıyordu. Pazar yerinden gelen baharat kokuları havayı dolduruyordu.

Kagura hayranlıkla fısıldadı:

— M-muhteşem…

Arisawa gözlerini kısıp gülümsedi.

— Kesinlikle.

İkisi şehrin kalabalığında yürürken, enerjik sesli bir adam yanlarına yaklaştı. Geniş omuzlu, güler yüzlüydü.

— Merhaba! Ben Takari. Sanırım buraya ilk gelişiniz?

Arisawa dikkatle baktı.

— Evet, ilk defa geldik.

Takari gülümseyerek devam etti:

— Burada daha görmediğiniz çok güzel yerler var. İsterseniz sizi gezdirebilirim.

Kagura heyecanla zıpladı.

— Ne! Gerçekten mi?

Arisawa kaşlarını çattı.

— Neden bizi gezdiresin ki?

Takari dostane bir tavırla omuz silkti.

— İnsanlara yardımcı olmayı seviyorum.

Arisawa hemen reddetti:

— Kalsın. Biz almayalım.

Ama Kagura abisine dönüp yalvaran gözlerle baktı.

— Abi nolur… Takari bey kötü birine benzemiyor.

Arisawa içinden derin bir iç çekti. Sonunda kardeşine kıyamadı.

— Peki. Ama dikkatli olacağız.

Takari önde, onlar arkada sokaklarda yürümeye başladılar. Gerçekten de her sokağa girdiklerinde daha da ihtişamlı manzaralarla karşılaşıyorlardı. Arisawa'nın şüphesi yavaş yavaş dağılıyordu.

Bir süre sonra Takari dar bir ara sokağa yöneldi.

— Bu sokağın arkasında Eldravon'un en güzel caddesi var.

Arisawa şüpheyle kaşlarını kaldırdı.

— Emin misin? Burada fazla insan yok.

Takari alaycı bir şekilde gülümsedi.

— Merak etme… göreceksin.

Tam köşeyi döndüklerinde Takari aniden durdu. Kardeşler şaşkınlıkla baktılar. Kagura sordu:

— Bay Takari, neden durduk?

Adamın gülümsemesi bir anda korkutucu bir ifadeye dönüştü.

— Siz veletleri kandırmak… çok kolaymış.

Kagura'nın nefesi kesildi.

— T-Takari b-bey… ne diyorsunuz?

Arisawa kardeşini arkasına çekti, koşmaya çalıştı. Ama bir anda evlerin çatısından iki adam daha atladı, yollarını kapadı.

Adamların gözleri açgözlülükle parlıyordu.

— Bu çocuklar da kim?

— Hani parası olanları getirecektin?

Takari kahkaha attı.

— Asiller bunlar. Aileleri onlar için servet öder.

Kagura titreyerek sordu:

— P-para mı? Abi… ne diyorlar?

Arisawa sakin kalmaya çalıştı.

— Sakin ol Kagura.

Ama Takari ileri atıldı, Kagura'yı yakalamaya çalıştı. Arisawa bütün gücüyle kardeşini korumak için öne çıktı. Yumruk karnına indi, yere düştü. Ama kalkıp tekrar önüne geçti.

Adamlar kahkaha atıyordu.

— Bak bak… kahraman olmaya çalışıyor.

Üçü birden Arisawa'ya saldırdı. Yere düşürdüler, tekmelemeye başladılar. Yüzü kan içinde kaldı. Kagura çığlık çığlığa bağırıyordu.

— Durun!! Abimi bırakın!!

Ama adamların umurunda bile değildi. Tekmeler devam etti. Arisawa kan içinde kardeşine baktı, dişlerini sıktı ve kısık bir sesle mırıldandı:

— K-Kagura… koş… kaç…

Küçük çocuk gözyaşları içinde bakakaldı.

— Ama abi!

— N-nolur… kaç…

Sonunda Kagura çığlık atarak koşmaya başladı. Takari öfkeyle bağırdı:

— Sanki izin veririz!

Arisawa bütün yaralarına rağmen son bir hamleyle önüne atladı. Takari şaşırdı.

— Sen hâlâ yaşıyor musun?

Arisawa kardeşine bakarak gülümsedi. Yüzü kan içinde, nefesi zayıftı. Adamlar Arisawa'yı tekmelemeye devam ettiler ama o gülümseme hiç gitmedi.

Takari öfkeyle yumruğunda enerji toplamaya başladı. Adamlar panikle bağırdı:

— Hey! Onu öldüreceksin!

— ''Kapa çeneni!!" diye bağırdı Takari ve yumruğunu Arisawa'ya savurdu.

Ama tam o anda güçlü bir el kolunu tuttu. Takari'nin gözleri dehşetle açıldı.

Önlerinde parlayan zırhıyla bir saray askeri duruyordu.

Adamlar askeri görür görmez kaçmaya başladılar. Takari çırpınıyordu.

— Hey! Beni bırakmayın!! Kurtarın!!

Asker buz gibi bir sesle konuştu:

— Sebepsiz yere birine enerjiyle saldırmak… cinayete teşebbüs. Ömrünün büyük kısmını kafeste çürüterek geçireceksin.

Tek yumrukla Takari'yi yere serdi, zincirlerle bağladı.

Kagura koşup abisine sarıldı, hıçkırıklarla ağlıyordu.

Asker başını salladı.

— Kardeşin bana haber vermese çoktan ölmüştün. Ona teşekkür etmelisin.

Arisawa gülümsedi, elini kardeşinin saçlarına koydu.

— Hayatımı kurtardın Kagura… teşekkür ederim.

Kagura gözyaşları içinde bağırdı:

— Ama neden abi?! Beni korumak için ölüyordun! Hepsi benim yüzümden!!

Arisawa kollarını açtı, kardeşine sıkıca sarıldı.

— Çünkü sen benim kardeşimsin. Ne olursa olsun seni korurum.

Küçük çocuk daha çok ağladı, abisinin göğsüne kapanarak.

Asker onları babalarına teslim etti. Baba öfke ve hayal kırıklığıyla doluydu. Çocuklarının bu halde olmasını görünce eve dönme kararı aldı.

Gece yarısı eve vardıklarında anneleri Arisawa'nın kanlı yüzünü görünce şok oldu.

— ''Ne yaptınız siz!?" diye bağırdı.

Arisawa ve Kagura sessizce odalarına çıktılar. Ama o gece, ikisi de yataklarında uzun süre uyuyamadı.

Gece sessizdi. Ya da en azından öyle görünüyordu.

Arisawa yatağında bir o yana bir bu yana dönüyor, uyku göz kapaklarını zorladığı halde içindeki huzursuzluk onu rahat bırakmıyordu. Odayı aydınlatan tek şey, pencerenin ardından süzülen solgun ay ışığıydı. Ama ay ışığı bile bu gece farklıydı; sanki bir şeylerin olacağını önceden haber veriyor gibi donuktu.

Bir süre daha boş gözlerle tavana baktıktan sonra, pencerenin önüne geçti. Ellerini pervazın üzerine koydu, derin bir nefes aldı. Ormanın üzerine çökmüş sis dalgaları ay ışığında kıpır kıpır hareket ediyordu. Tam o anda… kulaklarına garip bir şey çarptı.

Sesler.

Önce rüzgârın uğultusu sandı. Ama dinledikçe bunun rüzgâr olmadığını fark etti. Fısıltılar, boğuk konuşmalar… sanki kalabalık bir grup adam gecenin sessizliğinde fısıldaşıyordu.

Kaşlarını çattı. Hemen kapıyı açıp yan odadaki kardeşi Kagura'nın yanına gitti. Kardeşinin kapısını hafifçe araladığında Kagura yatağında oturmuş, ellerini dizlerinin üzerine koymuş bir şekilde oturuyordu. Göz göze geldiklerinde Kagura hızlıca ayağa kalktı.

"Abi… burada ne yapıyorsun? Yoksa sen de mi uyuyamadın?" dedi endişeli bir sesle.

Arisawa, sessizce başını salladı.

— Bazı sesler geliyor. Duyuyor musun?

Kagura başta anlamadı, kulak kesildi. Birkaç saniye sonra, aynı sesleri o da duymaya başladı. Ağır, boğuk erkek sesleri… fısıltılar… ve ayak sesleri.

Kagura'nın gözleri korkuyla açıldı.

— Abi, neler oluyor?

Arisawa'nın yüzü ciddi bir ifadeye büründü.

— Bilmiyorum. Annemlerin yanına gidelim.

İki kardeş koridorda ilerledi. Sarayın taş duvarları loş mum ışıklarıyla aydınlanmıştı ama gecenin bu saatinde her şey çok daha ürkütücü görünüyordu. Adımları yankılanırken sanki o sesler daha da yakından geliyordu.

Sonunda anneleriyle babalarının kaldığı odanın önüne geldiler. Arisawa kapıyı açtığında karşılaştığı manzara kalbini yerinden söküp attı.

Anne ve babaları büyük bir telaş içinde bavullarını hazırlıyorlardı. Odada kaos hâkimdi; dolaplar boşaltılmış, sandıklar açılmış, kıyafetler gelişigüzel yerlere fırlatılmıştı.

Arisawa şokla bağırdı:

— N-neler oluyor!?

Anne, çocuklarını gördüğü anda toparlanmaya çalıştı ama yüzündeki panik ifadesini gizleyemedi.

— Arisawa, Kagura… bir şey olduğu yok.

Babaları ise sert bir sesle konuştu:

— Odalarınıza dönün!

Arisawa bir adım öne çıktı.

— Ama… neden bavullarınızı hazırlıyorsunuz?

Babalarının sesi bu kez daha da sertleşti.

— Bir şey yok dedik! Hemen odanıza dönün!

Çaresiz kalan Arisawa kardeşinin elinden tutarak geri çekildi. Koridorda ilerlerken Kagura kısık sesle konuştu:

— A-abi… neden hazırlanıyorlardı?

Arisawa dudaklarını ısırdı.

— Bilmiyorum. Yarın onlara sorarız.

Ama kalbine çöken karanlık his gitgide büyüyordu.

Odaya girdiklerinde ışıklar yanmıyordu. Ortalık zifiri karanlıktı. Kagura abisinin koluna daha sıkı sarıldı.

— Abi… korkuyorum. Beni bırakma.

Arisawa kardeşinin başını okşadı.

— Tamam. Bugün seninle birlikte uyuyayım.

Kagura yatağa uzandı. Yavaş yavaş göz kapakları ağırlaşırken Arisawa pencerenin yanına geçti, ay ışığını seyretti. Ama kulaklarını geceye diktiğinde sesler yeniden geliyordu. Hem de daha kalabalık, daha yakın.

Atların kişnemesi. İnsanların bağrışları. Ve aniden… cam kırılmaları.

Sanki sarayın dört bir yanında bir şeyler parçalanıyor, devriliyor, yıkılıyordu.

Arisawa'nın yüzü karardı. Hızla perdeyi kapattı. İçinde büyüyen korku, boğazına oturan bir taş gibiydi. Kagura'nın uyuyana kadar yanında kaldı. Ama kardeşi uykuya dalar dalmaz odadan çıkmaya niyetlendi.

Tam kapıya yürüdüğünde… garip bir sıcaklık hissetti.

Terlediğini sandı önce. Ama hayır. Bu normal bir sıcaklık değildi. İçten içe kavurucu bir sıcaklık yayılıyordu.

Kapıyı açtığında gözleri dehşetle büyüdü.

Koridor tamamen alevler içindeydi.

Kızıl ateşler taş duvarları yalıyor, ahşap kirişleri tek tek düşürüyor, her yeri cehenneme çeviriyordu.

— B-bu da ne böyle! Bu ateşler… buradan hemen çıkmalıyız!

Arisawa koşarak Kagura'yı sırtına aldı. Kolunu ağzına kapadı, alevlerin arasından koşmaya başladı. Merdivenlere doğru indi ama ayağı yerdeki bir bıçağa takıldı.

— Aahhh!

Bacağı derin bir şekilde yarılmıştı. Kan akmaya başladı. Ama kardeşini bırakmadı. Sürünerek ilerlemeye devam etti.

Bir süre sonra, koridorun sonunda kapıyı gördü. Ve kapının önünde annesiyle babasını!

— Anne! Baba! Biz buradayız!!!

Anne arkasını döndü, gözleri büyüdü.

— Ç-çocuklar… onlar içeride!!

Baba dişlerini sıktı.

— Boşver onları! Buradan hemen gitmemiz gerek! Yoksa öleceğiz!

Anne tereddüt etti. Yanan çocuklarına baktı. Gözleri doldu. Ama sonunda… kafasını çevirdi ve at arabasına bindi.

Arisawa'nın kalbi paramparça oldu. Çığlık attı, gözlerinden yaşlar boşaldı.

Onları terk etmişlerdi.

Ama Kagura'ya döndü. Onu uyandırmaya çalıştı.

— Kagura! Kagura! Kalk ayağa!!

Ama kardeşi kıpırdamıyordu. Derin bir uykudaymış gibi sessizdi. Arisawa daha da panikledi.

— Kagura… Kagura! Ayağa kalk! Ne olur!!

Onu sırtına aldı. Bacağı kanlar içinde, derisi alevlerle kavruluyordu. Ama ilerlemeye devam etti. Acısı tarif edilemezdi. Her saniye çığlık atıyor, etini kavuran ateşle boğuşuyordu.

Ve… zaman geçti. Belki dakikalar, belki saatler. Ama acı hiç bitmedi.

Alevler arasında kavrulurken kardeşini kollarına daha sıkı sardı.

Derken… kucağına baktı. Gözleri büyüdü.

Kollarının arasında artık Kagura yoktu.

Sadece kül ve kemik kalmıştı.

— Ka… gu… ra…

Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarına bile ulaşmadan buharlaşıyordu.

Vücudu yanmaya devam etti. Kolları, bacakları… hatta kemiği görünmeye başladı. Ama yine de ölmedi. Günler geçti mi? Yoksa sadece saatler mi? Hatırlamıyordu.

Acı azalmaya başladı. Yavaş yavaş… yanmayı hissetmez oldu. Çevresinde hâlâ ateş vardı, ama vücudu artık tepki vermiyordu.

Titreyerek ayağa kalktı.

— N… neler oluyor… N-neden yanmıyorum… nasıl…

Saray kül olmuştu. Arisawa acı içinde ama canlıydı. Açlık yoktu, susuzluk yoktu. Sadece boşluk.

Yıkıntıların arasından çıktı. Günler geçmiş olmalıydı. Ve ormanın derinliklerinde bir at gördü. Atın gözlerine baktığında, hayvan korkuyla geri çekildi. Ama Arisawa yine de ona yaklaşıp bindi.

Rotasını başkente, Eldravon'a çevirdi.

Yıkılmış, yanmış, her şeyini kaybetmiş… ve artık insandan çok başka bir şeye dönüşmüş olarak.

More Chapters