LightReader

Chapter 22 - Daigo Homura

Daigo ağır adımlarla oğlunun cansız bedenine yaklaştı. Dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi, sanki her adımında yeryüzü ayaklarının altından kayıyordu. Ren'in başı bedeninden ayrılmıştı… O korkunç manzarayı gören Daigo, sonunda onun yanına çöktü. Ellerini oğlunun kanlı omuzlarına koydu ve boğazı düğümlenerek gözyaşlarına teslim oldu. Bu gerçekle yüzleşmek istemiyor, içten içe reddediyordu. Ama gerçek değişmiyordu: Oğlunu kaybetmişti.

Akira'nın yüzüne ise öfke hâkimdi. Gözleri öyle bir parlıyordu ki, sanki ruhu yanıyordu. Dudakları titriyor, nefesi ağırlaşıyordu. Biriken öfke kabına sığmıyordu.

Karşılarındaki kahverengi saçlı, sert mizaçlı adam yüksek bir kahkaha attı. Gülüşünde uğursuz bir alay vardı. Ardından ağırbaşlı bir sesle konuştu:

— Kael… gitgide ona benziyorsun.

Kısa beyaz saçlı olan Kael dudaklarını kıvırarak güldü.

— Sanırım doğru. Benden güçsüzlere karşı gücümü göstermek… beni ona benzetiyor.

Kahverengi saçlı adam bu sefer sert bir sesle karşılık verdi:

— Onların işini bitirelim.

Kael başını yana eğip sırıttı.

— Neden bu hüzünlü tabloyu bozuyorsun Takeshi? Çok kötüsün.

Takeshi hiç tereddüt etmeden cevap verdi:

— Onları zaten öldüreceksin.

Kael'in gözleri buz kesmişti, ama aynı zamanda umursamaz bir tonda onayladı:

— Evet… ama şimdi değil.

Daigo, oğlunun cansız bedeninden gözlerini ayıramıyordu. Yüreği paramparça olmuştu. O esnada Raiga ve Yui, kayıplarının farkında olsalar da savaş pozisyonlarını bozmamışlardı. Onların bakışlarında hem öfke hem de korku vardı.

Sonunda Akira sinirlerine hâkim olamadı. Ayağa fırladı, gözlerinde öfkenin parıltısıyla Setsuna'yı kınından çekti.

— Sizi öldüreceğim!!!

Tam ileri atılacakken bir el omzuna dokundu. Arkasını döndüğünde Daigo'yu gördü. Akira şaşkınlıkla bağırdı:

— Ne yapıyorsun?! Onlar senin oğlunu öldürdü!!

Daigo'nun gözlerinden hâlâ yaşlar süzülüyordu. Ama acısına rağmen, olayın vahametini kavramıştı. Koluyla gözyaşlarını silip derin bir nefes aldı ve kısık bir sesle konuştu:

— Akira… inan bana, ben de onları öldürmek istiyorum. Şu an içimdeki tek arzu bu. Ama…

Akira sinirle kükredi:

— Ama ne?!

Daigo'nun sesi daha ciddi çıktı.

— Ama dikkatsiz davranırsak, biz de ölürüz.

Sözler havada asılı kaldı. Herkes bir an sustu. Sessizlik Akira'nın kalbini sıkıyordu. Sonra dişlerini sıkarak sakinleşti.

— Tamam… haklısın. O halde düzenli bir şekilde saldırmalıyız.

Takeshi dudaklarında hain bir tebessümle güldü.

— Kael, sanırım onlar bizi yenebileceklerini zannediyorlar.

Kael, ağır adımlarla öne çıktı.

— Onlarla tek savaşacağım. Bana karışma.

Takeshi sessizce başını sallayarak onayladı.

Daigo ekibine dönüp seslendi:

— Bir'e karşı dört… kazanabiliriz!

Akira hemen onayladı.

— Tamam!

Yui gözlerini kapatıp tüm enerjisini topladı. Etrafındaki ağaçlar köklerinden sökülerek havaya yükseldi. Kael bir anlığına şaşırdı.

— Demek böyle olacak…

Daigo'nun bedeninden ateşler yükselmeye başladı. Tüm vücudu bir anda kıpkırmızı alevlerle kaplandı. Ardından inanılmaz bir hızla ileri atıldı. Yumruğu Kael'e yaklaşırken Kael kıpırdamadı bile. Tam yumruğu değmek üzereyken Kael gözden kayboldu ve bir anda Daigo'nun arkasında belirdi.

Soğuk bir sesle fısıldadı:

— Bir ayağın gitti. Dikkatli olmalısın.

Daigo geri çekildiğinde sol ayağının koptuğunu fark etti. Yine de ateşten bir bacak ve kol oluşturdu.

Akira bağırarak seslendi:

— İyi misiniz?!

Daigo onayladı. Ama belli ki şansları yoktu. Kael hâlâ ciddi bile değildi.

Akira tekrar öne atılmak istedi, fakat Daigo onu durdurdu. Yüzündeki ciddiyet değişmemişti.

— Son hamlede anladım… bu savaşı kazanmamız imkânsız.

Akira dişlerini sıktı.

— Ama… onu yenmek zorundayız!

Raiga, Akira'ya destek oldu.

— Bu buz adamı yenmezsek buradan zaten çıkamayız!

Daigo'nun sesi daha sakin, daha ağırdı.

— O zaman siz kaçın. Ben onu oyalarım.

Sözleri duyduklarında hepsi donakaldı.

Akira bağırdı:

— Bu saçmalık!!! Eğer takım halinde savaşırsak kazanabiliriz!!!

Raiga da karşı çıktı:

— Seni burada yalnız bırakırsak kesinlikle ölürsün!

Daigo'nun gözlerinden yeniden yaşlar süzüldü. Dudakları titreyerek konuştu:

— Ne olur gidin… daha fazla kayıp vermeye gerek yok.

Akira'nın sesi kısıldı.

— A-ama…

Yui, gözlerini yere dikti ve mantıklı düşünmeye çalıştı.

— Bence de gitmeliyiz. Burada kalırsak Daigo'nun yoluna çıkarız.

Daigo başıyla onayladı.

— Evet. Siz buradayken en güçlü tekniğim olan ejderhayı tam potansiyelde kullanmam mümkün değil.

Akira derin bir nefes aldı ve başını eğdi.

— Demek bu yüzdendi…

Yui arkasına döndü.

— Hadi, buradan hızlıca gidelim.

Raiga tereddüt etse de sonunda kabul etti.

Akira gözyaşlarını saklayarak gülümsedi.

— Sizi sarayda bekleyeceğiz…

Daigo da aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi.

— Tamam. Hemen geleceğim… ve zaferi kutlayacağız.

Üçlü koşarak uzaklaşmaya başladı. Fakat Kael gözlerini kısmış, sessizce izliyordu.

— Sanki gitmenize izin vereceğim…

Bir anda Yui'nin yanında belirdi. Yui refleksle koca bir ağacı Kael'e fırlattı. Kael geri çekilirken Daigo öne atıldı ve sert bir yumruk indirdi. Kael takla atarak toparlandı. Hiç yara almamıştı. Daigo öfkeyle haykırdı.

Kael alayla güldü.

— Tamam… tamam. İlk seni öldüreceğim.

Daigo ateşlerini kontrol ederek elinde ateşten bir kılıç oluşturdu. Kael de buzdan bir kılıç çıkardı. Ve böylece yakın dövüş başladı.

Her darbeleri etrafı parçalıyor, toprağı yarıyor, havayı titretip kulakları sağır eden çarpışmalara sebep oluyordu. Daigo birkaç an Kael'in zorlandığını düşündü, ama Kael'in hâlâ ciddi olmadığını fark etti. Kesikler artıyor, kan kaybı büyüyordu.

Sonunda Daigo geri çekildi. Kararını vermişti: ejderhasını tam potansiyeliyle kullanacaktı.

Etraf artık boştu. Akira ve diğerleri uzaklaşmıştı. Ellerini açtı, tüm enerjisini dışarı çıkardı. Arkasında devasa bir ejderha şekillenmeye başladı. Yerler titriyor, gökyüzü bile sarsılıyordu.

Kael kollarını kavuşturdu, umursamaz bir tavırla izliyordu.

— Ne oldu? Pes mi ettin?

Daigo cevap vermedi. Arkasındaki ejderha gitgide büyüyordu. Kıpkırmızı alevler bir anda masmaviye dönüştü. Ejderha, gökdelen kadar devasa bir varlığa dönüşmüştü.

Takeshi'nin gözleri kısıldı.

— Kael… bunu halledebileceğine emin misin?

Kael sırıttı.

— Tabii ki.

Daigo kükredi:

— SALDIR!!!

Ejderha Kael'e doğru atıldı. Kael kollarını öne uzattı ve buzdan devasa bir savunma duvarı oluşturdu. Çarpıştıkları anda yer gök sarsıldı, enerji dalgaları dört bir yana yayıldı.

Daigo, ejderhayı yönlendiriyor ve tüm gücüyle baskıyı artırıyordu. Kael önce umursamazca direniyordu, ama sonra ellerinin titrediğini fark etti.

— Ellerim mi titriyor…? Demek ki bu beklediğimden çok daha iyi bir teknikmiş!

Kollarını sıktı, buzları daha da sertleştirdi. Daigo'nun yüzü kıpkırmızı kesildi, ama enerjisi tükenmeye başlamıştı. Gücü yetmiyordu. Sonunda ejderha parçalanmaya başladı.

Kael buzdan dev bir kılıç çıkararak ejderhayı ikiye böldü. Mavi alevler bir anda sönüp yok oldu.

Daigo bitkindi. Kael üzerine yürüdü, buz kılıcını Daigo'nun göğsüne sapladı. Daigo kanlar içinde oğlunun yanına yığıldı.

Oğlunun yüzünü görünce gözlerinden yine yaşlar süzüldü.

— Ren… özür dilerim. Seni koruyamadım. Berbat bir babayım.

Titreyen eliyle oğlunun yanağına dokundu. Gözleri artık bulanıktı.

— Noa… ben neyi yanlış yaptım? Sanırım… gerçekten güçsüz bir adamım.

Son kez gökyüzüne baktı. Gözkapakları ağırlaştı.

Ve hayatı gözlerinin önünden akmaya başladı.

Küçük Daigo, Homura Sarayından dışarı heyecanla çıkar. Dışarıda yaz sabahının o parlak güneşi gözlerini kamaştırıyordur. Çocuksu bir neşeyle bağırır:

— Anne! Ben saraylarda dolaşacağım, görüşürüz!

Annesi sakin ve yumuşak bir sesle cevaplar:

— Görüşürüz, dikkatli ol. Çok uzaklaşma.

Daigo koşarken elini sallayarak cevap verir:

— Tamam!

On iki saray arasında dolaşırken bahçede tek başına oturan beyaz saçlı bir çocuk görür. Merakla yanına yaklaşır ve hemen konuşur:

— Merhaba, burada ne yapıyorsun?

Çocuk çekingen ve ürkek bir sesle cevap verir:

— H-hiçbir şey… s-sadece oturuyorum.

Daigo sorgulayıcı bir şekilde bakar:

— Sen buz sarayından mısın? Saçların bembeyaz.

Çocuk başını öne eğer:

— E-evet… adım Noa.

Daigo gülümseyerek elini uzatır:

— Ben de Daigo. Tanıştığımıza memnun oldum.

Bir süre sessizlik olur. Ardından Daigo tekrar sorar:

— Sen neden buradasın? Saraydakiler genelde bu bahçeye inmez. Burası hizmetliler için.

Noa'nın yüzü düşer, sesi titreyerek konuşur:

— B-ben… abimler gibi değilim…

Daigo anlamaz:

— Abinler gibi değil misin? O da ne demek öyle?

Noa morali bozuk bir şekilde devam eder:

— O-onlar çok yetenekli ve güçlü. Ama b-ben… hiçbir işe yaramıyorum. T-tam bir fiyaskoyum.

Daigo şaşırır:

— Neden öyle düşünüyorsun ki? Belki de yeteneklisindir ama daha ortaya çıkmamıştır.

Noa başını sallar, kesin bir sesle konuşur:

— H-hayır… ben d-doğduğumdan beri yeteneksizim. H-herkes böyle düşünüyor.

Daigo gözlerini ciddiyetle diker:

— Neden insanların ne dediğine bu kadar takılıyorsun? Bence sen çok yetenekli birine benziyorsun.

Noa öfkelenir, sesi yükselir:

— Bana moral vermeye çalışma!

Daigo ellerini kaldırıp sakinleşmesini ister gibi konuşur:

— Tamam! Ama seninle arkadaş olmak istiyorum.

Noa şaşkınlıkla gözlerini açar:

— B-bunu istemezsin…

Ama Daigo kararlı bir sesle konuşur:

— O zaman artık benim en yakın arkadaşımsın.

Noa'nın gözleri büyür. İçinde daha önce hissetmediği bir mutluluk parlamıştır. Daigo elini uzatıp gülerek devam eder:

— Hem merak etme, ben güçlüyümdür. Seni her zaman koruyacağım.

Şimdi, ölmeden önce o an gözlerinde yeniden canlandı. İçinden fısıldadı:

Üzgünüm Noa… seni her zaman koruyacağıma söz vermiştim. Ama artık sonum geldi…

Ve gözlerini kapattı. O an Daigo hayata gözlerini yumdu.

More Chapters