LightReader

Chapter 28 - Noa Yukishiro

Savaş alanı sessizleşmişti. Yalnızca Kael'in yankılanan kahkahası, kırık ağaçların ve parçalanmış toprağın üzerinde çınlıyordu.

Akira, bilincini kaybetmiş olan Arisawa'yı sarsarak uyandırmaya çalışıyor, Noa ise kanlar içindeki bedenini zorlayarak ayağa kalkmaya çabalıyordu. Sadece kısa süre savaşmış olmalarına rağmen bedenleri tükenmişti; kemiklerine kadar işlemiş yorgunlukla titriyorlardı.

Sonunda Noa sendeleyerek de olsa ayağa kalktı, Akira'ya doğru yürüdü ve omzuna elini koydu.

— Hey çocuk… Kalk. Bu savaş daha bitmedi.

Akira dişlerini sıkarak ayağa kalktı. Kılıçlarını çektiğinde gözlerinde parlayan öfke artık geri dönüşsüzdü.

— Haklısın… Bu herifi burada öldüreceğiz!

Kael kahkahasını kesti, bakışlarını buz gibi bir ciddiyetle Akira'ya çevirdi.

— Son umudunuz da öldü. Artık sizi öldürmemi engelleyecek hiçbir şey yok!

— Birlikte saldıracağız! — diye haykırdı Noa ve hızla ileri atıldı.

Akira da Setsuna'yı ve diğer kılıcını eline alarak onun arkasından fırladı.

Kael, buzlarını harekete geçirip Noa'nın ayaklarını sardı. Noa kendi buzuyla zincirleri kırarken Akira, yerdeki buzları kılıcıyla parçalayıp ilerledi.

Kael, Noa'nın yakın saldırısını savuşturdu, ardından Akira'nın darbelerini karşıladı.

Noa durumun vahametini anlamıştı. Uzak menzilde dezavantajlıydılar ama yakın dövüşte de fark yoktu. Kael, onların ötesinde bir seviyedeydi.

Normalde böyle bir savaşa girmezdi ama Daigo'nun yüzü gözlerinin önüne geldikçe öfkesi büyüyordu. Daigo… hem en yakın dostu, hem de güçlü olmasının sebebiydi. Onun intikamını almadan ölemezdi. Bu yüzden tehlikeli bir seçim yaptı: orta menzilden buz saldırılarına başladı.

Akira yakın dövüşte durmaksızın saldırıyor, Kael ise sanki oyalanıyormuş gibi konuşuyordu.

— Tüm yapabileceğiniz bu mu? Sizden biraz umutluydum.

— Seni öldüreceğiz! — diye bağırdı Akira.

Kael alaycı bir gülümseme ile yaklaştı.

— Adın ne senin, velet?

Akira cevap vermedi.

Kael bir anda arkasında belirdi. Saldırmak yerine başına dokundu. Akira refleksle geri sıçradı.

Kael düşünceli bir ifadeye büründü.

— Valen… Bu isim kulağıma bir yerden tanıdık geliyor.

— Sen bunu nereden…

— Volgrath özelliği. — dedi Kael, saldırılarını aniden hızlandırarak.

Noa, Akira ile yaptıkları kusursuz kombolara rağmen savaşın gidişatının değişmediğini fark etti. Bu yüzden tamamen yakın dövüşe geçti; birlikte daha hızlı ve uyumlu hareket edebilirlerdi.

Ama Akira hâlâ zorlanıyordu. Ne yapabileceklerini düşünürken aklına tek bir şey geldi: Valtherion'dan daha fazla güç almak.

— İçimdeki ruhla biraz sohbet edeceğim! — diye bağırdı.

— Hey! Benimle dalga mı geçiyorsun?! — diye karşılık verdi Noa.

— İçimdeki cimri moruktan daha fazla güç isteyeceğim… — diyerek savaş alanından uzaklaşmaya başladı.

Noa başıyla onayladı ve Kael'e yaklaşarak saldırıyı sürdürdü.

Akira gözlerini kapattı, zihnini derinleştirdi. Normalden uzun sürse de sonunda beyaz saçlı, yaşlı bir adamın karşısında durdu.

Valtherion'un sesi tiksinti doluydu.

— Neden geldin?

Akira bağırarak konuştu.

— Bana daha fazla güç lazım… Karşımda oğlun Kael var!

Valtherion'un yüzü ciddileşti.

— Kusura bakma ama karşında gerçekten Kael varsa… şuan ben bile bir şey yapamam.

— Ne! Hani senin kızıl kaosun güçlüydü!

— Zaten güçlü. Ama sen tam bir aptalsın! Kael'le savaşmaya nasıl cüret ettin?!

— Napsaydım?! Arkadaşlarımı öldüren adamla dost mu olsaydım?! Onu öldüreceğim! Ya senin yardımınla ya da sensiz!

Valtherion sessiz kaldı, sonra kısık bir sesle konuştu:

— Tamam… Sana verdiğim gücü arttıracağım. Ama bu onun karşısında kazanmanı sağlamaz. Ben en iyi dönemimde bile onu öldüremeyebilirdim.

— Çocukların nasıl senden daha güçlü olabilir?!

Valtherion güldü.

— Onlar benim savaş aletlerimdi. On çocuğum olunca, on kaosumu güçlendireceklerdi… sonra hepsini öldürüp güçlerini alacaktım.

— Bu çok vahşice!

— Zaten istediğim gibi gitmedi.

Akira düşündü, sonra sordu:

— 10. çocuk yüzünden mi?

Valtherion'un gözleri büyüdü.

— Sen onu biliyor musun?

— Hayır… ama fotoğrafı görünce anladım. Ayrıca o çocukla birlikte yapbozdaki tüm parçalar tamamlanıyor. Bunu üç ay boyunca düşündüm.

Valtherion önce güldü, sonra elleri titremeye başladı. Yüzü korkuyla burkuldu.

— Oğullarımdan birinin öyle bir gücü olacağını… öyle bir canavar olacağını hiç düşünmemiştim.

— Peki o nasıl öldü?

Valtherion konuyu kapatır gibi konuştu:

— Senin için Kael ile konuşacağım. Ama olumlu sonuç alacağımı sanmıyorum.

Akira gözlerini açtığında Noa hâlâ Kael'le savaşıyordu. Kızıl enerjisini toplayıp hızla savaş alanına daldı.

Kael bir anda durdu. Ardından kahkahaya boğuldu.

— Valtherion senin içinde…

Ardından karşısında Valtherion'un siluetini gördü.

— Baba… Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Nasılsın?

Valtherion ciddi bir sesle konuştu.

— Kael… taşıyıcımı öldürme.

Kael elini çenesine götürdü.

— Hmmm… Hayır! Sanırım onu öldüreceğim. Çünkü bu eğlenceli olacak.

— Hiç değişmemişsin aptal! — diye kükredi Valtherion.

— Bir zamanlar en sevdiğin oğlun değil miydim? Ne oldu? Öldükten sonra iyi insan olmaya mı karar verdin?

Valtherion şaşırdı.

— Yani sen… öldükten sonra hiç günahlarından arınmaya çalışmadın mı?

Kael ellerini iki yana açtı.

— Hayır. Neden öyle bir şey yapayım ki? Sırf öldürüldüm diye zevkimden vaz mı geçeyim?

Valtherion yere bakarak kısık bir kahkaha attı.

— Bu çocukla uğraşmak istemezsin. Bu yapacağın son şey olabilir.

Kael gözlerini açtı ve savaş yeniden başladı. Valtherion'un sözlerini ciddiye almamıştı.

Akira'nın saldırıları her saniye güçleniyordu. Artık Setsuna'nın kesikleri küçük bir dağı ortadan ikiye ayırabilecek kadar yıkıcıydı. Noa'nın savunması sayesinde Kael ona kolay ulaşamıyordu.

Kael'in hâlâ birçok kozu vardı ama ikilinin birlikte yaptığı saldırılar onu rahatsız etmeye başlamıştı.

Kael aniden öne atıldı ve Noa'dan sert bir darbe aldı. Şimdi Akira'ya ulaşabilirdi. Akira büyük kesişi için Setsuna'yı kaldırdı fakat yerden yükselen buz zincirleri aniden bedenini sardı.

Kocaman buzdan bir kafesin içine hapsolmuştu. Ne kadar çabalasa da kıpırdayamıyor, hareket edemiyordu.

Noa hemen yardıma koştu, fakat Kael onun önünü keserek saldırılarını yoğunlaştırdı. Noa ne kadar uğraşsa da Akira'ya ulaşamıyordu

Kael kahkaha attı.

— Artık bu savaş 1'e karşı 1.

Noa, ardı arkası kesilmeyen buz saldırılarıyla Kael'e yükleniyordu. Kael ise aynı hızla savunma yapıyor, her hamleyi buzla karşılıyordu.

Akira zincirlerinden kurtulmak için tekrar tekrar çabalıyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyor, sadece bu korkunç savaşı izlemekle yetiniyordu. Buz, buza karşı… Çekişmeli bir savaş gibi görünüyordu fakat Kael'in hâlâ kullanmadığı sayısız kozu vardı.

Noa, oluşturduğu yüzlerce buz bıçağını gökyüzüne fırlatıp Kael'in üzerine yağdırdı. Bu teknik… bizzat Kael'den öğrendiği bir saldırıydı.

Kael de savunma için aynı tekniği kullandı. Havada çarpışan bıçaklar paramparça olurken, yankılanan çatırtı sesleri savaş alanında uğuldayarak dağılıyordu.

Noa, elinde devasa bir buz kılıcı oluşturdu ve bütün gücüyle savurdu. Kael karşılık olarak devasa bir kalkan yarattı. Kalkan bir dağ büyüklüğündeydi; kılıç ise gökdelen gibi yukarıdan iniyordu.

İki buz devinin çarpışmasıyla ortalık parçalandı. Buz parçaları gökyüzünde savrulurken, kontrolü ele geçirmek için yükselip havada savaşmaya başladılar. Noa, Kael'e sert bir yumruk indirdi. Kael yere çakıldı fakat hiç darbe almamış gibi ayağa kalkıp vücudunun etrafında yoğun buz katmanları oluşturmaya başladı.

Noa bunu fark etti ve aynı şekilde onu taklit etti. Bir süre sonra ikisinin de vücutları devleşti; devasa buzdan bedenleriyle birbirlerine saldırdılar. Artık savaş, kılıçların değil yumrukların gücüyle devam ediyordu. Her bir darbe yeri titretiyor, her çarpışma toprağı çatlatıyordu.

Kael, sağ yumruğunu daha da sertleştirip Noa'ya yıkıcı bir darbe indirdi. Noa'nın buzdan vücudu parçalandı ve yere düştü. Kanlar içinde kalan bedeni artık hareket bile edemiyordu. Kael kahkaha attı.

— Kaybettin… tıpkı o ateş herif gibi.

Bu sözleri duyan Noa'nın gözleri bir anda öfkeyle alev aldı. Zorla da olsa başını kaldırdı, ellerini birleştirdi.

Dev Kael, Noa'ya doğru koşmaya başladı. Tam ulaşacakken gökyüzünden küçük buz parçaları yağmaya başladı. Kael'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

— Yoksa bu…

Noa gülümsedi.

— Aynen öyle! Bu senin tekniğin!

Başta ufak olan buz parçaları bir anda büyüyüp hızlandı. Artık gökten mermi gibi yağıyorlardı ve her biri normalden çok daha sertti. Kael kahkaha attı.

— Sen yarım bir Violen yapamayacak kadar zayıfsın.

Kael, yağmur bitene kadar kalkanının altında durdu. Buz fırtınası dindiğinde kalkanı kenara attı; yüzü artık tamamen ciddileşmişti.

Noa, gelecek saldırıyı önceden sezmişti. Elleriyle göğe uzandı ve buzdan devasa bir kale oluşturdu. Kale, bir dağdan bile büyüktü.

Kael'in arkasında yavaşça bir buz ejderhası şekillenmeye başladı. Bunu gören Akira ve Noa'nın gözleri dehşetle açıldı.

— B-bu… Daigo'nun!

Kael'in yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi.

— Aynen öyle.

Fakat bu ejderha Daigo'nunkinden farklıydı; ateşten değil, tamamen buzdan oluşmuştu… ve en az beş kat daha büyüktü. Kael başparmağıyla sarayı işaret etti. Ejderhası havalanıp göğe yükseldi ve ardından korkunç bir hızla saraya çarptı. Ortalığı devasa bir enerji dalgası kapladı. Patlamanın gücü öyle büyüktü ki, kilometrelerce ötede ağaçları yerle bir etti.

Akira, bu manzara karşısında sadece donup kaldı.

Kael'in elleri titriyordu… ama aynı şekilde Noa'nın da.

İkisi de öfkeyle birbirlerine bakıp aynı anda haykırdılar.

Enerji çarpışmaları göğü yırtarken, hangisinin üstün geleceği belli değildi. Ancak sonunda Noa'nın insan enerjisi tükenmeye başladı. Kael'in sınırsız kaos gücü karşısında daha fazla dayanamadı.

Ve o an geldi. Kael'in ejderhası sarayı paramparça ederek Noa'ya doğru ilerledi. Çarpışma anında Noa havada savrulurken, Daigo ile yaşadığı tüm anılar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.

— Üzgünüm Daigo… intikamını alamadım… Ben güçsüzdüm…

Noa'nın bedeni yere çakıldığında, Akira zincirlerini parçalayarak bağırdı.

— Noa! Yaşayacaksın! Biraz dayan!

Akira, kanlar içindeki Noa'nın yanına koştu. Noa gözlerini kapatmadan hemen önce son bir kez konuştu.

— Akira… sen… iyi bir insansın.

Ve gözlerini kapattı.

Artık kalbi atmıyordu.

More Chapters