Arisawa bir anda kolunu uzatarak Akira'yı tuttu, onun ileri atılmasını engelledi.
Akira öfkeyle haykırdı.
— Bırak beni! Onu öldüreceğim!
Akira tüm gücüyle zorlamasına rağmen, Arisawa'nın kavrayışı çelik gibiydi. Onu bırakmıyordu.
— Öfkene yenik düşersen kaybedersin. Sakin ol, yoksa burada sonun gelir.
Akira, dişlerini sıkarak elindeki kılıcı kavradı. Parmakları bembeyaz olana kadar sıkmaya devam etti. Sonunda istemeye istemeye Setsuna'yı kınına geri koydu. Nefesi ağırdı, gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu.
— Peki… Planımız ne?
Arisawa tam ağzını açacakken, Kael sıkılmış gibi esnedi.
— Bu da ne böyle? Birazdan öleceksiniz, hâlâ oyalanıyor musunuz?
Kael'in ifadesi bir anda değişti, kaşları çatıldı.
— Yoksa… yaşam sürenizi uzatmak için mi konuşuyorsunuz? Heh… beni kandırdınız. Sizi hemen öldüreceğim!
Onun yanında duran Takeshi ağır adımlarla yere çöktü.
— Hemen bitir, bekletme beni.
Kael, yan gözle ona bakıp dişlerini sıktı.
— Bana emir verme! Kendini güçlü mü zannediyorsun?!
Takeshi sakin bir sesle karşılık verdi.
— Güçsüz olduğumu hiç düşünmedim.
Kael tam cevap verecekken, Arisawa öne çıktı ve alaycı bir şekilde bağırdı:
— Ne o? Sohbet etmeye mi başladınız?
Kael'in sabrı taşmıştı. Gözleri öfkeyle parladı ve bir an bile tereddüt etmeden ileri atıldı. Elindeki buzdan kılıç doğrudan Arisawa'ya yöneldi. Tam ona değecekken Kael'in bedeni birden bire dondu. Hareket etmeye çalışıyordu ama adım atamıyordu.
Herkes şaşkınlıkla ona bakarken, Arisawa hafifçe gülümsedi.
— Çıkabilirsiniz.
Yanlarındaki ağaçların gölgelerinden üç silüet belirdi. Kollarını ileri uzatıp bir bariyer oluşturdular. Bu üç kişi Kuronuma, Noa ve Makise'ydi.
Akira şaşkınlıkla bakındı.
— Burada… neler oluyor?!
Kael öfkesini gizleyemedi, bağırarak haykırdı.
— Sizi şerefsizler! Bu… bir bariyer tuzağı!
Arisawa, yüzünde sakin ama keskin bir ifadeyle Akira'ya döndü.
— Evet. Bu, onun dediği gibi bir bariyer tuzağı. Noa, dün geceden beri bu bariyeri güçlendirmek için uğraştı. Biz de saraya gidip onları kışkırttık. Kral, tam buraya yönlendirdi onları.
Raiga, hiçbir şey anlamadığı hâlde anlamış gibi başını salladı.
— Güzel planmış.
Akira hayranlıkla Arisawa'ya baktı.
— Siz harikasınız Arisawa hocam!
Yui, gülümseyerek ekledi.
— Gerçekten akıl almaz bir zekânız var.
Ama Noa'nın gözleri öfkeyle doluydu. Kael'e öyle bir bakıyordu ki, sanki bakışlarıyla delip geçecekti.
— Sen… Daigo'yu öldürdün!
Kael başını zorla Noa'ya çevirdi. İfadesi küçümseyiciydi.
— Daigo da kim be?
Noa'nın yüzündeki öfke daha da karardı. Sesinde fırtınalar kopuyordu.
— Ateş Ejderhası Daigo… Hatırlamıyor musun?!
Kael birkaç saniye düşündü. Sonra yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
— Ah, evet. Onu hatırladım. Onu öldürmek… bana büyük bir zevk vermişti.
Noa'nın yumrukları titredi. Saldırmak üzereydi ama kendini zorla sakinleştirdi.
Takeshi, yerdeki sakin duruşunu hiç bozmadan konuştu.
— Kael… bizi gafil avladılar. Ne yapacağız?
Kael, öfkeyle bağırdı.
— Bunu bana mı soruyorsun?! Senin zekâ dediğin bu mu?!
Raiga derin bir nefes alarak sıkıntıyla söylendi.
— Susun artık. Zaten birazdan öleceksiniz.
Takeshi başını kaldırıp merakla sordu.
— Bariyer sadece bizi içeride tutuyor. Peki… bizi nasıl öldüreceksiniz?
Arisawa kahkaha attı.
— Bariyerler konusunda yetenekli biri, çok daha fazlasını yapabilir.
Takeshi etrafına bakındı. Makise'nin bariyere garip bir enerji yüklediğini fark etti. O enerji, yavaş yavaş içeriyi doldurmaya başlıyordu.
Bir an sonra o bilinmeyen enerji Takeshi'nin bacağına ulaştı. Takeshi hızla zıpladı ama bacağında ince bir yara açılmıştı.
Kael şaşkınlıkla bağırdı:
— Sen… nasıl hareket edebiliyorsun?!
Takeshi kıyafetini silkerek cevapladı.
— Bariyer sadece çıkışımızı engelliyor. Bizi tutan şu herifin buzları. Sen neden hâlâ buzlarından kurtulmadın?
Kael, donuk yüzüyle gülümsedi.
— Ben… bunları kendi buzlarım sanmıştım.
Takeshi, Arisawa'ya baktı. Gözlerinde vahşi bir parıltı belirdi.
— Bedeninizi çiğnemekten… kesinlikle zevk alacağım!
Kael, buzlarını kırarak özgürlüğünü kazandı. Takeshi'ye döndü.
— Hey! Bana en azından bir canlı bırak. Yoksa nasıl eğleneceğim?
Takeshi'nin sesi karanlıktı.
— Hayır… hayır. Hepsini çiğneyip doğaya karıştıracağım. Böylece hiç olmazsa bir işe yararlar.
Ve bir anda yerden buzlar fışkırdı. İkili, bariyerin dışında kükreyerek saldırıya geçti.
Noa, öfkesini daha fazla saklayamadı.
— Sizi öldüreceğim!
Saldırı başlamıştı…
Kael ve Takeshi'nin saldırıları, bariyerin içinde yankılandıkça yer sarsılıyordu. Noa buzlarını yükseltiyor, Makise enerji dalgalarını peş peşe yolluyor, Kuronuma bariyeri sabit tutmaya çalışıyordu. Ama iki Volgrath'ın gücü korkunçtu.
Her darbelerinde bariyer çatırdayarak inliyordu.
Makise kaşlarını çattı.
— Bu bariyer… uzun süre dayanmaz. Bir an önce bitirmemiz gerek.
Kael, karşısındaki engeli umursamaz bir kahkahayla karşıladı.
— Hadi ama! Daha güçlü olun! Böyle bariyerlerle beni tutamazsınız!
Takeshi ise sakin sakin bariyeri test ediyordu. Yumruklarını vurdukça çatlaklar büyüyor, içerideki basınç daha da artıyordu.
Makise gözlerini kapattı, enerjisini tek noktada topladı. Ellerinden yayılan ışık, bir bıçak gibi keskinleşti. Zamanı gelmişti. Bir anda gözlerini açtı ve saldırısını serbest bıraktı. Enerji dalgası Takeshi'ye yöneldi.
Takeshi bir anlık dikkatsizlikle gardını düşürmüştü. Saldırı tam isabet edecekti ki…
Bir anda gökyüzünden yeşil uzun saçlı bir kadın belirdi. Makise'nin kolunu yakaladı ve onunla birlikte yukarıya doğru yükseldi!
— Makise!!!
Akira ve diğerleri şok içindeydi. O an bariyerin bütün dengesi bozuldu. Bariyer cam kırıkları gibi çatladı ve ardından patlayarak parçalandı. Büyük bir enerji dalgası etrafa yayıldı.
Akira, Arisawa ve Noa geriye doğru savruldu. Yui, Raiga ve Kuronuma diğer tarafa uçtu.
Toprak parçalandı, duman her yeri sardı.
Kael öfkeyle yumruğunu sıktı.
— Lanet olsun! Kardeşim bana yardım göndermiş…
Takeshi gülmeye başladı.
— Bir an için gerçekten öleceğimi düşünmüştüm.
Kael gözlerini Arisawa'nın düştüğü yere çevirdi.
— Artık planları bozuldu. Ben onunla ilgileneceğim. Diğeriylede sen uğraş, Takeshi.
Takeshi ağır adımlarla diğer tarafa yöneldi.
— Sakın uzun sürmesin. Zaten bu ceset paylaşımı bana göre değil!
Kael çoktan harekete geçmişti. Adımlarının altında toprak donuyor, buz çatırdamaları her yere yayılıyordu.
Arisawa, zorlanarak ayağa kalktı. Sağında Akira, solunda Noa vardı. İkisi de yaralıydı ama ayaktaydılar.
Kael soğuk bir sesle konuştu.
— Planlarınız çöktü. Şimdi teslim olun. Beni uğraştırmayın.
Arisawa kahkaha attı.
— Tam aksine… planım sizi ayırıp teker teker yok etmekti. Önce seni, sonra onu.
Akira ve Noa dondu.
— Yani… biz bu yüzden buradayız?
Arisawa başını salladı.
— İkiniz de Kael'den nefret ediyorsunuz. Onu birlikte öldüreceğiz.
Kael'in yüzü bir anda çarpıldı. Göz bebekleri titredi.
— Ben… küçümseniyor muyum? Hayır… Bu olamaz! Ben küçümsenemem! Bu… bu o zamankine benziyor… Seni öldüreceğim!
Kael bir anda yok oldu. Akira ve Arisawa gözleriyle takip etmeye çalıştı ama başaramadı. Arisawa refleksle kılıcını kaldırdı. Kael'in buzdan kılıcı, bir anda önünde belirmişti. Son anda saldırıyı savuşturdu ama kolları uyuştu.
Kael'in gücü tahminlerinden fazlaydı.
Arisawa, Akira'yı geriye çekti. Noa da aynı şekilde savunmaya geçti. Üçü de savaş pozisyonu aldı.
Akira, sol elinde Sera'dan aldığı kılıcı, sağ elinde Setsuna'yı tutuyordu. Setsuna'nın kızıl enerjisi damarlarında dolaşıyor, gözlerinde alev gibi parlıyordu. Noa ise tüm bedenini buzla kapladı.
Sessizlik…
Kael kükreyerek kocaman bir buz parçası fırlattı.
Noa buzdan kalkan oluşturdu ama Kael'in buzları çok daha güçlüydü. Kalkan parçalandı. Akira, Setsuna ile mızrakları kesip dağıttı. Ardından diğer kılıcını Kael'e doğru fırlattı.
Arisawa hemen devreye girdi. Telekinezi gücüyle Akira'nın kılıcını hızlandırdı, aynı zamanda kırılan buz parçalarını da Kael'e yönlendirdi.
Kael koca buzdan kolunu büyüterek tüm saldırıları paramparça etti. Ardından göz açıp kapayıncaya kadar Akira'nın karşısında belirdi.
Akira refleks gösteremedi. Kael'in saldırısı ölümcül olacaktı.
Ama Arisawa yetişti. Akira'yı çekerek geriye aldı. Kael'in darbesi, arkasındaki dev dağa indi.
Büyük dağ ikiye ayrıldı. Yarı buz, yarı taş bir enkaz hâline geldi.
Akira'nın nefesi kesildi.
— B-bu bana isabet etseydi…
Arisawa, net bir sesle söyledi:
— Kesinlikle ölürdün.
Kael yeniden atıldı. Vücudu gitgide buzla kaplanıyor, devasa bir görünüme kavuşuyordu. Hızı biraz düşmüş ama gücü katlanmıştı. Yumruklarıyla ve buz darbeleriyle üst üste saldırıyordu.
Noa, buzuyla saldırıları yavaşlatabiliyordu ama durduramıyordu. Kael'in buzuyla kendi buzunun arasındaki fark dağlar kadar büyüktü.
Akira, Setsuna'yı fazla kullanmaktan yorulmaya başlamıştı. Dizleri titriyordu.
Arisawa durumun kötüye gittiğini fark etti. Gözleri kararlıydı. Elleriyle göğe yükseldi.
— Hazır olun!
Akira onun niyetini anladı. Kael buzdan mızraklarını gökyüzüne fırlattı ama mızraklar havada durdu. Arisawa'nın bedeninden devasa bir enerji yayıldı. Arkasında kocaman bir enerji küresi oluştu.
Kael'in gözleri büyüdü.
— Bu da ne böyle!
Arisawa, o dev enerji topunu doğrudan Kael'e fırlattı. Yer sarsıldı, gökyüzü titredi. Kael'in buzdan savunması paramparça oldu. Saldırı, doğrudan bedenine çarptı.
Kael'in devasa buz vücudu çatladı, parçalandı ve yere düştü.
Arisawa yavaş adımlarla ona yaklaştı.
— Adaptasyonumu zorladın… ama sonunda kaybettin.
Kael kahkaha attı. Yüzünde korkunç bir gülümseme vardı.
— Hayır… savaş daha yeni başlıyor. Size… Buz Kaosunun gerçek gücünü göstereceğim!
Kael ayaklarını yere vurdu. Kollarını göğe kaldırdı ve bağırdı.
— Yağan buz!
Bir anda gökyüzünden buz taneleri yağmaya başladı. Başta masum kar taneleri gibiydi. Ama aniden büyüdüler. Binlerce buzdan kılıç, gökten yere yağıyordu!
Akira iki kılıcıyla onları parçalamaya çalıştı. Yorgun olmasına rağmen kılıçları parıldıyordu. Arisawa, son enerjisiyle telekinezi kullanarak buzları kenara itiyordu.
Noa, Kael'in buzlarını kendi buzuna çevirmeye uğraşıyordu. Ama Kael'in gücü o kadar büyüktü ki, bu çaba bile yetersiz kalıyordu.
Üçü de artık şunu anlamıştı:
Uzak menzilde bu savaşı kazanamazlardı.
Bu yüzden hızla Kael'in yakınına girdiler. Üçü birden saldırıya geçti.
Ama Kael… hâlâ çok daha hızlıydı.
Arisawa'nın adaptasyonu bile Kael'in hızına ayak uydurmakta zorlanıyordu. Akira deneyim eksikliğinden dolayı saldırıların hepsinden kaçamıyordu. Yumruklar ve buz darbeleri bedenine çarpıyor, vücudu yara bere içinde kalıyordu.
Kael'in kükremesi, buzların çatırdaması ve çarpışmaların sesi… Ormanın her köşesinde yankılanıyordu.
Ve savaş… yeni başlıyordu.
Bir süre sonra Kael, Akira ve Noa'yı yere fırlattı. İkisi de nefes nefese kalmıştı; yorgunluktan doğrulacak hâlleri bile yoktu. Savaşa hâlâ ayak uydurabilen tek kişi vardı: Arisawa.
Akira ayağa kalkmaya çalıştı ama dizleri titredi, vücudu itaat etmiyordu. O an anladı… Yapabileceği tek şey izlemekti.
Savaş meydanında yalnızca iki figür vardı artık. Arisawa ve Kael.
Her kılıç çarpışmasında yerler parçalanıyor, göğe dalgalar yükseliyor, ağaçlar köklerinden koparak devriliyordu.
Ve ikisi de gülüyordu.
Sanki bu ölüm kalım savaşı değil de, uzun zamandır bekledikleri bir oyunmuş gibi.
Kael hırıltılı bir kahkaha attı.
— Daha önce Volgrath soyundan olmayıp bu kadar güçlü olan hiç kimseyi görmedim.
Arisawa parmaklarını çıtlattı, gözlerinde ışık parladı.
— Volgrath'ların hepsi senin kadar güçlüyse… bu benim için bile sorun olur.
Kael'in kahkahası ormanı doldurdu.
— Birazdan ölecek birine göre fazla özgüvenlisin. Ayrıca… onu saymazsak, Volgrath'ların en güçlü ikinci oğluyum.
Arisawa'nın kaşları çatıldı.
— Onu derken… kimden bahsediyorsun?
Kael, bir anda ortadan kayboldu. Arisawa'nın arkasında belirdi, sesi gök gürültüsü gibi yankılandı.
— Savaşa odaklan! Beni biraz eğlendir!
Arisawa refleksle arkasına döndü, kılıcını savurdu. Kael son anda geri çekildi ama gözleri büyümüştü. Çünkü artık fark etmişti:
Arisawa, savaş boyunca gelişmişti.
İçinden geçirdi: Nasıl oluyor da ilk saldırımı savunmakta zorlanan bu adam… şimdi neredeyse benimle dövüşebiliyor?!
Arisawa hızla öne atıldı. Kael'in yerden yükselttiği buzların arasından kılıcıyla geçiyor, saldırısını durdurmasına izin vermiyordu. Enerjisini kılıcında topladı, tüm gücüyle aşağıya indirdi.
Kael koca bir buz kalkanı oluşturdu. Darbe çınladı, buz kalkanı titredi. Kael'in elleri uyuştu, savunması çatlamaya başladı..
— İlginç!
Kalkan parçalandı. Kael geri çekilmeye çalıştı ama… karşısında aniden beliren Arisawa belirdi.
Arisawa'nın kılıcı ışık gibi parladı. Tüm enerjisini tek bir darbeye yükleyerek yukarıdan aşağıya savurdu. Kılıç Kael'in kafasına ulaşmak üzereydi ki…
Bir anda durdu.
Yerde dev bir çatlak açıldı, toprak yarıldı. Ama Kael'in başı hâlâ yerindeydi.
Arisawa'nın elleri titriyordu. Kael gözlerini kısarak baktı. Bir an için ölüme yakın olduğunu hissetmişti.
Arisawa, sınırlarına geldiğini anladı.
Kenarda izleyen Akira ve Noa nefeslerini tutmuştu.
Arisawa ağır adımlarla geri çekildi. Kılıcı elinden kaydı, yere düştü. Kael tam saldırıya hazırlanırken, birden Arisawa'nın dudaklarından köpükler çıkmaya başladı. Öksürük krizine girmişti.
Üçü de şaşkınlıkla dondu kaldı.
Akira, tüm gücünü zorlayarak onun yanına çöktü. Dudaklarından dökülen beyaz köpüğü görünce bir şey hatırladı.
Kısık sesle, fısıldar gibi söyledi:
— …Uyuşturucu.
Noa irkildi.
— Uyuşturucu mu? Akira… sen ne diyorsun?
Kael küçümseyici bakışlarla Arisawa'ya eğildi. Ardından ağır adımlarla yaklaşarak ayağını onun başının üstüne bastırdı.
Akira öfkeyle kükredi ama kıpırdayacak hâli yoktu. Vücudu savaşın ağırlığından iflas etmişti.
Kael ciddileşti, gözlerini Akira'ya dikti.
— Yani… bana böyle bir adamın uyuşturucu yüzünden öldüğünü mü söylüyorsun?
Akira'nın gözleri alev aldı. Bağırdı.
— O ölmedi!
Kael bir anda kahkahalara boğuldu. Gülerek buzlarını yumrukladı, parçalar etrafa saçıldı. Sesi ormanı çınlattı.
— Hahhahaha! Gerçekten eğlenceliydi…