Takeshi, Raiga'dan biraz korkmaya başlamıştı çünkü onun aura'sı tamamen değişmişti. Fakat kibri korkusuna ağır basmış, alaycı bir şekilde konuşmuştu:
— Artık bir tek sen ka—
Raiga işaret parmağını kaldırıp Takeshi'ye susmasını işaret etti.
— Sessiz ol… Daha değil.
Takeshi sinirlendi, ellerini yere koyarak topraktan devasa bir mızrak oluşturdu ve Raiga'ya doğru fırlattı. Ancak mızrak, Raiga'ya değdiği anda anında kül oldu. Takeshi şaşkındı; Raiga'nın az önceki hâlinden eser yoktu.
Raiga'nın vücudundan siyah alevler yükselmeye başladı. Takeshi bu ateşi daha önce sadece Kaos'un parçalarından biri olan Rion'da görmüştü. Raiga kafasını yavaşça yukarı kaldırdı. Gözleri, nefretle yanan simsiyah bir alevden oluşuyordu. Takeshi, devleşmeyi kullanarak tüm vücudunu toprakla kapladı. Raiga ise kılıcını siyah ateşle doldurdu.
Sağ ayağını yere bastırdı ve bir anda Takeshi'nin karşısında belirdi. Kılıcıyla devin kolunu tek hamlede kopardı. Takeshi donakalmıştı; kolu yeniden oluşmuyordu ve uç kısmı yanmaya devam ediyordu. Toprakları bu ateşi ememiyordu. Arkasına baktığında Raiga oradaydı. Raiga yavaşça arkasını döndü.
Takeshi bu durumu egosuna yediremedi, öfkeyle bağırdı:
— Velet! Biraz güçlenmiş olabilirsin ama beni asla yene—
Ancak sözünü tamamlayamadan sağ bacağı alev aldı. Ateş yukarıya doğru yayılıyordu. Takeshi panikle bacağını koparıp fırlattı. Gözünü kapatıp açtığında ise karşısında yine Raiga'yı gördü. Ona doğru bağırarak uzandı ama Raiga bir anda gözden kayboldu. Bir sonraki anda Takeshi'nin diğer kolu da kopmuştu. Böyle giderse gerçekten öleceğini anladı.
Raiga'nın arkasından siyah bir ejderha belirmeye başladı. Takeshi artık korkuyordu. Bu ateşi durduramayacağını biliyordu ama yine de savunma için topraktan devasa bir duvar oluşturdu. Raiga ejderhasını tamamladığında, onu Takeshi'nin üstüne saldı. Ejderha, toprak duvara çarptığı anda onu paramparça etti.
Takeshi'nin o anda düşündüğü tek şey vardı: "Kaçmalıydı…" Ejderhanın yanından fark ettirmeden kaçmaya başladı. Ejderhanın oluşturduğu yıkım çok büyüktü; tüm orman yanıyordu. Biraz uzaklaştığında içinden geçirdi: Bu… bu Rion'un ateşlerine denk! Kaçmazsam kesinlikle öleceğim! Bu işi Kael'e bırakmalıyım!
Artık kaçtığını sanıyordu… ta ki karşısında Raiga'yı görene kadar. O an donakaldı. Ölümü hissetmişti.
Raiga, siyah alevlerle yanan sağ elini Takeshi'nin kalbine doğru uzattı. Suratında hâlâ nefret ve öfke vardı. Gözlerini kapattı; önce ailesiyle geçirdiği güzel zamanları, sonra arkadaşı Yui'yi düşündü. Gözlerini öfkeyle açtı ve kısık, korkunç bir sesle konuştu:
— Öl.
Takeshi'nin bedeni bir anda alev aldı. Çığlıklar içinde yanıyordu. Toprakla ateşi söndürmeye çalıştı fakat hiçbir işe yaramadı. Bir süre sonra bedeni tamamen eridi ve kül oldu.
Raiga'nın siyah alevleri söndü. Yere yığıldı. Akira'nın yanına gitmesi gerekiyordu; daha tükenemezdi. Kanlar içerisindeki bedenini zorladı ama ayağa kalkamadı. Sonunda gerçekliği kabullendi ve gözlerini kapadı.
O sırada Akira, hâlâ Kael tarafından savruluyordu. Vücudu tamamen kan içindeydi. Gözleri kısılmış, kapanmak üzereydi. İstemiyordu ama artık ölümü kabullenmişti. Gözlerini kapadı. Her buz darbesi, bedenini biraz daha parçalıyor, her darbede biraz daha tükeniyordu.
Derken… kısık bir ses duymaya başladı. Sese odaklandı. Ses yavaş yavaş yükseliyordu. Bu, küçük bir çocuğun sesiydi. Çocuk sürekli "Valen" diye sesleniyordu. Akira başta bunun bir halüsinasyon olduğunu düşündü fakat ses netleşince bir şeylerin değiştiğini fark etti.
Zorla gözlerini açtı. Karşısında devasa bir malikane görünce donakaldı. Karanlık, üç katlı, eski ama heybetli bir malikane… Etrafında büyük bir bahçe vardı ama bahçe bomboştu. Dolunay'ın ışığı bahçeyi aydınlatıyordu. Sessizlik hâkimdi, sadece o çocuğun sesi yankılanıyordu.
— Valen…
Akira bahçede dolaşıp çocuğu aradı ama bulamadı. Sonra malikanenin kocaman kapısından içeri girdi. Büyük bir salonla karşılaştı. Sağda ve solda iki uzun merdiven vardı. Burası ona tanıdık geliyordu. Bunu bir yerden hatırlıyordu…
Çocuğun sesine doğru ilerledi. Salonun ortasında bir tablo gördü… Morvan'da gördüğü Volgrath ailesi tablosuydu.
— Burası Volgrath'ların malikanesi…
Valtherion'a seslendi ama içindeki Valtherion ona cevap vermedi. Çocuğun sesini takip ederek büyük merdivenin önüne geldi. Kapı sıkıca kilitlenmişti, ama kilidi kırılmıştı. Kapıyı yavaşça itti. Aşağıya inen bir merdiven vardı.
Çocuğun sesi artık çok daha netti. İçinde bir ürperti hissetti ama aşağı indi. Merdivenlerin yanındaki duvarda uzun mumlar vardı. Son basamakta kan izlerini görünce donakaldı. Hızla bir mum alıp kan izlerini takip etmeye başladı.
Burası bir bodrumdu… ışık girmeyen, karanlık ve soğuk bir bodrum. Uzun koridorda kan izlerini takip etti. Kanlar, kapısı kapalı bir odanın önünde sona ermişti. Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı.
İçerideki manzara karşısında dili tutuldu. Elindeki mum yere düştü. Küçük bir çocuk, duvara iplerle ve zincirlerle bağlanmıştı. Her yeri kan içindeydi. Odaya yukarıdan küçük bir ışık sızıyor, içerisi işkence aletleriyle doluydu.
Çocuk başını kaldırdı.
— Valen…
Akira ona yaklaştı.
— S-seni daha önce gördüm! Sen kimsin?
Çocuk hafifçe gülümsedi.
— İsmim Ares Volgrath. En küçük Volgrath benim.
Akira şaşkındı.
— Onuncu Volgrath… Peki neden buradayım?
Çocuk mutlu bir sesle cevapladı:
— Çünkü öldün… Kalbin durdu.
Akira iç çekti.
— Biliyorum. Kardeşin Kael tarafından öldürüldüm.
Sessizlik oldu.
Akira devam etti.
— Daha yapmak istediğim çok şey vardı ama… hayat işte. Ne zaman öleceğin belli olmuyor.
Arkasını dönüp kapıya yürüdü. Çocuk tekrar seslendi:
— Akira… yaşamak istiyor musun?
Akira şaşırmıştı. Hızla arkasını döndü.
— Ama ben çoktan öldüm!
Çocuk gülerek cevapladı:
— Burada olduğuna göre hâlâ ölmedin.
Akira heyecanlandı.
— Beni… geri döndürebilir misin?
Çocuk vücudunu kıpırdatmaya çalıştı ama edemedi.
— Tabii ki. Kader sana bir şans daha verdi. Rica etsem… beni çözebilir misin?
Akira hızla bir bıçak alıp çocuğun kollarındaki ve bacaklarındaki ipleri çözdü.
Ama suratına bir umutsuzluk çöktü.
— Geri dönsem bile yeniden öleceğim. O çok güçlü…
Çocuk kanlı elleriyle Akira'nın yüzüne dokundu. Mekân bir anda bembeyaz bir boşluğa dönüştü.
— Akira… sana onu öldürmen için gücümün küçük bir kısmını emanet edeceğim.
Akira homurdandı.
— Öyle bir canavarı öldürmek için küçük bir kısım yeter mi ki?
Çocuk gülümsedi.
— Artar bile. Sana azını versem bile gücü kısıtlaman gerekecek. Yoksa Velmorya'ya zarar verirsin.
Akira başını salladı. Gözlerini kapatıp açtığında karşısında Kael vardı. Vücudunda yeşil bir enerji dönmeye başlamıştı. Kael bunu fark edip hemen geri çekildi.
Akira yavaşça ayağa kalktı. Vücudunda tarifsiz bir güç hissediyordu. Kael devasa bir buz topu oluşturup fırlattı. Akira göğe yükseldi; buz topu parçalandı. Ellerini iki yana açtı, elindeki yeşil güce baktı. Güç onu sarhoş ediyordu. Suratında korkunç bir ifade belirdi ve kahkaha attı:
— Bu güç… güzel hissettiriyor!
Kael, bu gücün kimden geldiğini anladığı anda korkmaya başladı.
— Y-yoksa bu…
Bir anda mekân değişti, etraf karardı. Kael etrafına bakınırken dolunay çevreyi aydınlattı. Artık karşısında bir kan gölü ve milyonlarca cesetten oluşan dağlar vardı. Korkuyla arkasını döndü; karşısında Volgrath malikanesi duruyordu.
— Bu… aile malikanemiz…
Malikanenin hemen üstünde kocaman bir ceset dağı daha vardı. Fakat bu sefer, cesetlerin üstünde bir adam görünüyordu. Kael neler olduğunu anlayamamıştı ama kötü bir aura hissediyordu.
Cesetlerin tepesinden bir ses geldi:
— Kael!
Kael etrafına bakınmaya devam etti ve malikaneye doğru yürüdü. Ses tekrar geldi, fakat bu sefer arkadan geliyordu. Kael hızlıca arkasına döndü. Karşısında kendi cesedi duruyordu. Korkudan elleri titremeye başladı ve kendi cesedine dokundu.
— B-bu… ben miyim? B-bu olamaz!
Tekrar arkasından bir ses duydu fakat bu sefer ses tanıdık gelmişti. Bu ses kesinlikle ona, yani katiline aitti. Yavaşça arkasını döndü. Karşısında siyah saçlı, parlak yeşil gözlü, yirmili yaşlarında, 1.80 boylarında bir adam duruyordu.
Adam soğuk bir sesle konuştu:
— Merhaba, Kael.
Kael donakalmıştı, ağzı titredi:
— A-res… s-senin 100 s-sene ö-önce…
Ares sert bir sesle konuştu:
— Ölmüş olmam mı gerekiyordu?
Kael korkusunu bastırmaya çalışarak yumruklarını sıktı:
— Melekler… senin ruhunu cehenneme götürmüş olması gerekiyordu! Nasıl yaşıyorsun?! Nasıl buradasın?!
Ares parmağını Kael'in kafasına değdirdi:
— Kael… ben meleklerle hiç savaşmadım. 100 sene önce bitiremediğim işi bitirmek için buradayım. Senin kararını çoktan verdim; sen öldün!
Kael artık korkudan hareket bile edemiyordu. Tüm vücudu titriyordu. Yere düştü ve sürünerek kaçmaya çalıştı:
— B-bırak beni! Bırak!! Ölmek istemiyorum!!
Ares'in suratında küçük bir gülümseme belirdi. Parmağıyla Kael'in cesedini işaret etti:
— Sana az önce de söylediğim gibi… sen zaten öldün.
Kael yumruklarını sıkıp ayağa kalktı, vücudunu buzla sardı ve bağırmaya başladı:
— Hayır… hayır! Bu sefer beni öldüremeyeceksin! Burası ruhlar âlemi olmalı! Burada tam potansiyelimi kullanabilirim! Ayrıca öldürdüğün milyarlarca insan sana lanet okuyarak seni aşağıya çekecek!!
Ares alaycı bir sesle konuştu:
— Beni yenebileceğini mi düşünüyorsun?
Kael bağırarak cevap verdi:
— Evet! Seni yeneceğim! Ruhuna zarar vereceğim! Sonra taşıyıcın olan o veledi öldüreceğim!!
Kael'in yüzünde tuhaf bir sırıtış belirdi.
— Tam potansiyel Violen Zareth: Donmuş Yerçekimi Alemi!
Bir anda bir buz dalgası fırladı ve kar yağmaya, her yer buzla kaplanmaya başladı.
Malikane de dahil her yer buz olmuştu. Önünde devasa bir buz parçası oluşturdu; bu parça neredeyse bir ülke boyutundaydı. Hızla Ares'e doğru fırlattı. Fakat buz, Ares'e değdiği anda on binlerce parçaya ayrıldı.
Kael yere düştü. Altına baktığında ayaklarının olmadığını fark etti. Korkusunu bastıramıyordu.
— B-bu imkânsız…
Ares sakince Kael'e doğru yürüdü. Eğilip onu saçından tuttu:
— Hani beni yenecektin? Benimle savaşabilmek için daha çok çabalaman lazım. Hadi… kendini zorla, çabala!
Kael cevap vermedi, gözlerinde korku vardı. Ares ayağını Kael'in kafasına koydu:
— Gerisini Valen'e bırakıyorum.
Artık Kael'in karşısında Akira vardı. Ayakları olmayan Kael sürünmeye çalıştı:
— B-bırakın beni! Çöl! Bana yardım et!
Kael buzla ayaklarını oluşturdu ve ayağa kalktı. Akira'ya bakıp içinden düşündü:
Eğer karşımda Ares olsaydı hiçbir şansım olmazdı… ama bu sadece gücün küçük bir kısmını taşıyan bir taşıyıcı! Onu yenebilirim!
Kael gökten buz yağdırmaya başladı, ardından buzdan büyük bir kılıcı hızla Akira'ya fırlattı.
Akira korkunç bir şekilde gülümsüyordu. Kılıcın geldiğini anladığında onu tuttu ve kırdı. Gözlerini Kael'e sert bir şekilde dikti. Bir anda Kael'in yanında belirdi.
Kael elini kaldırdı.
— Zareth! Buzul Püskürtme!
Akira dahil kilometrelerce alan buzlaştı. Heyecanla bağırdı:
— Kazandım!
Ellerini yukarıya kaldırıp arkasına döndü, fakat arkasında Akira'yı gördü. Saldırıdan zarar görmesin diye Arisawa'nın yerini değiştirmişti. Daha sonra eski yerine geri döndü ve Kael'in boğazını sıkıp havaya doğru kaldırdı.
Kael buzlarını kullanıp kaçmaya çalışıyor, çırpınıyordu fakat Akira'ya hiçbir etkisi olmuyordu. Akira sağ eliyle Kael'in boğazını tutarken, sol elini Kael'in kalbine sokup gülümsedi.
Kael bağırdı:
— Dur!! Yapma!! Du—
Akira, Kael'in kalbini sıkarak parçaladı ve cesedini fırlattı. Vücudundaki yeşil enerji yavaş yavaş gitmeye başladı, fakat Akira gücü bırakmak istemiyordu. Bağırarak konuşmaya başladı:
— Gitme! Ben bu güçle yenilmezim!
Enerji Akira'nın vücudunu terk etti. Akira yukarı doğru bakıp bağırdı:
— Ares! Bana gücünü ver!
Ama hiçbir şey olmuyordu. Kanlar içindeki bedeninin yorgunluğundan dolayı yere düştü.
Zar zor ayağa kalktı, Arisawa'yı sırtladı ve Raiga'ların yanına doğru yavaşça yürümeye başladı. Yorgun ve bitkindi ama onlara yardım etmeliydi.
Zor da olsa yürümeyi başarıyordu. Bir süre sonra büyük ve geniş bir çukur gördü. Orada bir şeyler olmuştu ama devam eden bir savaş görünmüyordu. Akira, Raiga ve Yui'nin çoktan ölmüş olabileceğini düşünüp koşarak geniş çukurun sonuna gitti. Orada bir adam taşın üzerinde oturuyordu: bu, Raiga'ydı.
Akira heyecanlandı. Raiga'nın yanına koştu ve bağırdı:
— Raiga!!
Raiga sesi duyar duymaz arkasını döndü.
— Akira… yaşamana sevindim.
Akira'nın sırtındaki Arisawa'yı görünce şaşırmıştı.
— Peki o, yaşıyor mu?
Akira, Arisawa'yı yavaşça yere koydu ve gülümsedi:
— Evet, yaşıyor. Sadece bayıldı.
Raiga morali bozuk şekilde önüne bakmaya devam etti:
— Hmm… iyi.
Akira etrafına bakındı:
— Yui nerede?
Raiga yumruğunu sıktı:
— O… o… öldü…
Akira güldü:
— Bu güzel bir şaka ama şu an şaka yapılacak bir zaman değil.
Raiga'nın suratında ciddiyet vardı. Parmağıyla önündeki kemikleri işaret etti:
— Ondan kalan son şey bu…
Akira bir süre kemiklere baktı. Sonra yüzündeki gülümseme dondu. Kemiklerin yanına çöktü, onlara dokundu.
Gözyaşları akmaya başladı:
— Yui… bu olamaz!!
Raiga sessiz kaldı. Yui ile yaşadığı tüm anılar gözünün önünden geçip gidiyordu. Akira bağırarak konuşmaya başladı; gözyaşları sel gibi akıyordu:
— Yui! Hani hayalimizi gerçekleştirmeden ölmeyecektik! Hani kardeşin Darius'un idealini tüm dünyaya yayacaktın! Neden… neden böyle oldu?!
Raiga yumruklarını sıktı:
— O, beni korurken öldü… benim yüzümden… benim güçsüzlüğüm yüzünden öldü…
Akira sertçe Raiga'ya baktı. Ayağa kalkıp Raiga'ya yumruk attı. Raiga yere düşünce üstüne çıkıp onu yumruklamaya başladı. Raiga karşılık vermiyordu.
Akira gözyaşlarını sildi, suratında öfke vardı:
— Hepsi senin yüzünden! Onu koruyamadın! Onun ölümüne müsaade ettin! Senin güçsüzlüğün yüzünden Yui öldü!!!
Akira, Raiga'nın gözyaşlarının aktığını görünce yumruk atmayı durdurdu. Raiga gözyaşları akarken soğuk bir sesle konuştu:
— Biraz daha güçlü olsaydım… o ölmezdi…
Bir süre sessizce birbirlerine baktılar sonra Akira sessizce ayağa kalktı, üstündeki kıyafeti çıkardı ve Yui'nin kemiklerini toplamaya başladı. Raiga'ya baktı:
— Özür dilerim… bu senin suçun değil…
Raiga hiçbir şey söylemedi. Sadece sağ kolunu gün batımına doğru kaldırdı.
İçinden düşünmeye başladı:
"Neden sevdiğim herkes ölmek zorundaydı…"