Takeshi, bariyerin yıkılmasıyla savrulan üçlünün yanına doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Yüzündeki korkunç gülümseme, onu adeta bir canavara benzetiyordu.
Kuronuma toparlanarak ayağa kalktı, ardından Raiga ve Yui'yi de kaldırdı. Arisawa'nın planı bozulmuştu ama Kuronuma onun gücünü bildiği için endişelenmiyordu.
Raiga ayağa kalkar kalkmaz sert bir sesle konuştu:
— Bu herifi hemen öldürüp yardıma gitmemiz lazım. Buz herif acayip güçlü.
Kuronuma başını sallayarak onayladı ve enerjisini elektriğe çevirerek tüm vücudunda dolaştırmaya başladı.
— Herkes savaşa hazır olsun! Bu işi hızlıca bitirmeliyiz.
Yui de zorlansa da ayağa kalkıp toparlandı ve enerjisini artırdı.
Takeshi ağır adımlarla yaklaşırken kahkaha attı:
— Kael'den güçsüz olabilirim ama siz beni asla yenemezsiniz!
Raiga alevlerini kuşanıp hemen saldırdı. Takeshi sağ elini havaya kaldırdı, bir anda toprak çatlayarak Raiga'ya doğru yükseldi. Raiga, toprağa tekme atarak geri çekildi.
Kuronuma saldırı için hazırda bekliyordu.
— Hey çocuk! Ona hep birlikte saldırmalıyız.
Raiga istemese de durumu anlayarak kabul etti.
Takeshi ellerinden toprak çıkarmaya başladı, diğer eli ise tamamen toprağa dönüşmüştü. Raiga birden donakaldı. Yürüyemiyor, sanki bir şey onu durduruyordu. Takeshi'nin sağ eline baktığında anıları gözlerinin önünden geçmeye başladı: ailesinin ölümü… ve onları öldüren Kaos ruhu… O anda anladı. Ailesini öldüren ruh oydu. Bu "toprak kaosu"ydu.
Yüzünde bir anda öfke belirdi ve bağırdı:
— Sen… sen ailemi öldüren ruhsun!
Takeshi şaşkınlıkla Raiga'ya baktı ve elini çenesine götürüp düşünmeye başladı:
— Hmm… hatırlamıyor—
Raiga öfkeyle Takeshi'ye atıldı. Alevler tüm bedenini sarmıştı; keskinlikten yoksun kılıcını Takeshi'nin kafasına doğru savurdu. Ancak Takeshi, toprağını kullanarak hızlıca geri çekildi.
— Genelde öldürdüğüm insanların adlarını hatırlamam ama ailenin adını söylersen belki hatırlarım, velet.
Raiga öfkeyle bağırdı:
— Draven!
Takeshi ismi duyar duymaz hatırladı ve gülmeye başladı.
— Draven ailesi… Hatırlıyorum. Rastgele bir köyde şans eseri bulduğum soylular. Çocuklarının kaçtığını bilmiyordum.
Raiga öfkesini tutamıyordu:
— Neden o köye… aileme saldırdın?!
Takeshi omuz silkerek konuştu:
— Çok fazla soru soruyorsun velet. Doğrusu, o köye saldırmamın sebebi canımın sıkılmasıydı.
Kuronuma ve Yui saldırıya hazır beklerken Raiga cevaptan dolayı donakaldı. Dudaklarından kelimeler süzüldü:
— O katliamı… sırf canın sıkıldığı için mi yaptın…
Takeshi sinirlenerek bağırdı:
— Bir insanın canının sıkılmasının ne kadar kötü bir şey olduğunu biliyor musun?!
Raiga'nın vücudundaki alevler kızıldan maviye dönerken sessizce fısıldadı:
— Sen insan değilsin…
Ardından hızlıca Takeshi'ye saldırdı. Mavi alevleriyle toprak savunmasını yakıp geçti ve Takeshi'nin kafasına ulaşmaya çalıştı. Fakat Takeshi tekrar toprak savunması yaptı. Raiga bir eli sert topraktan, diğer eli topraktan yapılmış keskin bir kılıç taşıyan Takeshi ile yakın dövüşe girdi. Kuronuma, Raiga'nın gücünü görünce şaşırmıştı ama bunun asla yeterli olmayacağını biliyordu.
— Çocuk! Onu tek başına yenemezsin!
Raiga sert bir darbeyle Takeshi'yi yukarı doğru fırlattı, ardından yukarı zıplayıp güçlü fiziğiyle Takeshi'yi yere çarptı.
— Kapa çeneni!
Takeshi hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı. Kalkar kalkmaz karşısına doğru bir ağaç fırlıyordu; bu, Yui'nin telekinezisiydi. Takeshi kafasını eğdi. Bu sefer arkasında, tüm vücudu sarı elektrikle kaplı Kuronuma vardı. Toprağını çoktan vücuduna sarmıştı. Takeshi yere sertçe yapıştırıldı.
Raiga iki elini açarak mavi alevlerini Takeshi'ye püskürttü. Takeshi'nin toprağı erimeye başladı ama yüzünde en ufak bir korku bile yoktu. İçinden düşündü:
Ateş enerjisi güçlü ama asla Rion kadar olamaz. Ayrıca bu velet şu an tam potansiyelinde. İnsan ölüme yaklaşınca yaşama içgüdüsü sayesinde gerçek gücünü ortaya çıkarır. Ve bu onun sınırı.
Takeshi alevlerin arasından çıkıp toprağıyla havadaki Raiga'ya ve Kuronuma'ya saldırdı. Yui telekinetik gücüyle ikisini de geriye çekti, böylece son anda darbeden kurtuldular.
Kuronuma savaşın seyrini nasıl lehlerine çevirebileceklerini düşünmeye başladı. Ancak aklına göreve katılma sebebi geldi ve duraksadı. Çünkü aslında göreve katılmasının gerçek nedeni ölmek istemesiydi. İntihar etmek bir konseyi üyesine yakışmazdı, bu yüzden savaşırken ölmeyi tercih etmişti. Şu an aklındaki tek soru şuydu: Gerçekten bu kadar zorlamaya gerek var mıydı?
Takeshi, Kuronuma'nın duraksadığını fark edip ona doğru atıldı ve toprağından keskin bir mızrak oluşturup kafasını hedef aldı. Mızrak Kuronuma'nın kafasına değdiği anda gözlerini kapattı ve anıları gözlerinin önünden geçti…
Kuronuma, büyük bir ormanın ortasında şehirden uzak bir evde babasıyla birlikte büyümüştü. Reiji ailesi soylu bir aileydi, fakat sadece ikisi hayattaydı. Geri kalanlar ya yaşlılıktan ya idam edilerek ya da para uğruna ölmüştü. Kuronuma ve babası ise savaşlardan, şöhretten ve yönetimden uzak bir yaşam sürüyordu.
Ancak Kuronuma bundan memnun değildi; en büyük hayali yönetime girmekti. Çok çalıştı, babasıyla ters düştü ama sonunda hayali gerçek oldu. Halk yeni bir konsey üyesi seçecekti. Kuronuma ve bir rakip olmak üzere yalnızca iki aday vardı. Halk onu sevdiği için seçimi kolayca kazandı.
Fakat rakibi kaybettikten sonra öfkeyle oradan ayrıldı. Kuronuma artık başkentte yaşıyordu ama haftada bir babasının yanına gider, 1-2 gün birlikte vakit geçirirdi. Babasıyla geçirdiği zamanlar onun için çok değerliydi. Zor bir hayatı vardı ama babası hayata tutunmasını sağlıyordu. Aynı zamanda iyi bir marangozdu.
Yıllar böyle geçti. Her şey yolunda gidiyordu.
Ta ki bir gün eve geldiğinde babasının orada olmadığını fark edene kadar. Hemen ormana koştu; belki göl kenarında balık tutuyordu. Vardığında babası ayaktaydı ve yanında başka bir adam vardı. Koşarak yanlarına gitti, seslendi… Ancak babası aniden yere yığıldı. Vücudundan kanlar akıyordu — bu bir bıçak yarasıydı.
Kuronuma gözyaşları içinde babasını tedavi etmeye çalıştı fakat babası son nefeslerini veriyordu. Kısık bir sesle konuştu:
— Kuronuma… seni görmek bile beni mutlu ediyor… Senin kollarında son nefesimi vermekten daha büyük bir mutluluk olamazdı…
Kuronuma çığlık atarak babasına direnmesini, onu kurtaracağını söylüyordu. Ancak babasının kalp atışı durdu ve orada hayatını kaybetti. Gözyaşları sel gibi akmaya başladı. Babasını bıçaklayan adam kapüşonunu indirdiğinde Kuronuma donakaldı — bu, yıllar önce seçimdeki rakibiydi.
Adam sert bir sesle konuştu:
— Sen benden her şeyimi aldın, ben de senden her şeyini alacağım.
Adam bir anda bıçağını Kuronuma'ya doğrulttu. Ancak Kuronuma öfkeyle bıçağı kırdı ve adamı boğazından tutarak ölene kadar sıktı. Cesedi göle fırlattı, ardından babasının bedenini sırtlayıp evlerinin yanına götürdü. Orada bir mezar kazıp onu gömdü.
O günden sonra Kuronuma ölmek istemişti. Babası onu hayata bağlayan tek şeydi. Ama intihar etmek hem babasına hem de krallığa hakaret olurdu. Bu yüzden ölmek için yüzlerce savaşa katıldı, fakat hiçbirinde ölmedi.
Ama bu sefer farklıydı. Ruhla arasındaki güç farkı olağanüstüydü.
Raiga hızla Kuronuma'yı itti, Takeshi'nin mızrağı ağaca saplandı. Yui telekineziyle Kuronuma'yı yanına çekti. Raiga öfkeyle bağırdı:
— Bir savaşa her şeyini koymayacaksan, bu savaşa savaş denir mi!
Kuronuma Raiga'ya döndü.
— Ama aramızda çok fazla güç farkı var…
Yui kararlı bir sesle cevapladı:
— Denemeden bilemeyiz!
Kuronuma hâlâ ölmek istiyordu ama çocukların bu kararlılığını görmezden gelemezdi. Yüzünde bir gülümseme belirdi ve enerjisini vücudunda dolaştırdı.
— Sanırım haklısınız. Hadi şu ruhu dövelim!
Savaş artık hararetlenmeye başlamıştı. Kuronuma öne çıktı ve hızlı bir adımla Takeshi'ye saldırdı. Hızı olağanüstüydü ancak Takeshi toprağıyla savunma yapmayı başardı. Kuronuma vazgeçmedi; ellerini yere koyup ayaklarıyla tekrar saldırdı. Takeshi bunu beklemiyordu ama yine de savunamayacağı bir saldırı değildi. Geriye doğru çekilerek savundu ve arkasına savrulan ağacı toprağıyla ikiye ayırdı. Raiga havadayken iki parçasını tutup Takeshi'ye fırlattı.
Takeshi ağaçları parçalara ayırdı. Raiga ve Kuronuma yakın dövüşe girdiler, Yui ise devasa taşlar ve ağaçları kontrol ederek onlara destek oluyordu. Bir süre boyunca çetin bir savaş sürdü. Ancak hem Raiga hem de Kuronuma artık bitkin düşmüştü; tüm bedenleri kan içindeydi. Takeshi ikisini de sert bir darbeyle fırlattı. Artık ayağa kalkmakta zorlanıyorlardı, fakat kendilerini zorlayarak yeniden doğruldular ve savaşmaya devam ettiler. Elleri titriyordu ama durmadılar.
Sonunda Raiga, sağ elinde devasa mavi alevler oluşturarak bütün gücüyle Takeshi'ye saldırdı. Bu, elinde kalan son enerjisiyle yapabileceği en güçlü saldırıydı. Fakat alevler tam Takeshi'ye ulaşacakken bir anda söndü ve Raiga yorgunluktan yere yığıldı.
Takeshi eline keskin bir toprak kılıcı alarak Raiga'nın başının üzerinde tuttu, ardından hızla aşağıya indirdi. Yui telekinezisini kullanmaya çalıştı ama bu kez işe yaramıyordu. Kuronuma, artık vaktinin geldiğini anlamıştı. Hızla kollarını açtı ve Raiga'nın önüne geçti. Kılıç kalbini delip geçti. Vücudu kanlar içinde yere düştü.
Raiga ve Yui şaşkına dönmüştü. Kuronuma'nın aklındaki tek düşünce ise sonunda bir savaşçıya yaraşır şekilde, kahramanca ölebilmiş olmaktı. Gözlerinden yaşlar süzülürken kısık bir sesle fısıldadı:
— Özür dilerim baba…
Kuronuma gözlerini kapattı.
Raiga, Kuronuma'nın cansız bedenine bakarak yumruklarını sıktı. Ardından ayağa kalktı.
— Hem senin… hem de ailemin intikamını alacağım!
Yui de Kuronuma'nın ölümünden dolayı üzülse de, kararlılıkla enerjisini toplamaya başladı.
— Bundan sonra iki kişi olacağız.
—————————
O sırada Sora, Makise'yi alıp gökyüzüne çıkarıyordu. Bulutları geçtiklerinde Sora durdu ve Makise'yi bıraktı. Ancak beklediğinin aksine Makise düşmüyor, havada süzülüyordu.
Sora gülümsedi:
— Havada savaşabileceğimiz için mutluyum.
Makise ise umursamaz bir şekilde etrafına bakınıyordu.
Sora bunu fark etti ve bağırdı:
— Birazdan burada öleceksin! Manzara izlemenin zamanı değil!
Makise etrafa biraz daha göz gezdirdikten sonra cevap verdi:
— Burada olmaz.
Sora'nın yüz ifadesi değişti. Sakin bir sesle konuştu:
— Tamam… o zaman nerede ölmek istersin?
Makise sağ elini havaya kaldırdı ve parmağını şıklattı. Bir anda atmosfer değişti. Sora bu tuhaflığı hemen hissetti; sonuçta o, bir "hava kaosu"ydu.
— Bu da ne böyle…?
Makise önce başını eğdi, sonra korkunç bir gülümsemeyle yüzünü yukarı kaldırdı.
— Sonunda… Havaya çıkana kadar bu anı bekledim!
Sora şaşkınlıkla irkildi.
— Bu an derken… ne demek istiyorsun?
Makise kahkahalar atarak konuştu. Artık tamamen bir psikopata benziyordu.
— Seninle yalnız kalacağımız zamanı beklemek gerçekten sabrımı zorladı.
Sora, ne olduğunu anlayamamıştı. Makise'nin zihinsel bir sorunu olduğunu düşünmeye başladı. Zaman kaybetmeden havayı manipüle ederek büyük bir rüzgar dalgasıyla saldırdı.
Makise bir anda yok oldu ve aynı yerde tekrar belirdi. Sora, saldırısının etkisiz olmasına şaşırdı. Yeniden saldırmak için sağ kolunu kaldırdı fakat bir an sonra Makise'nin elinde bir kol olduğunu gördü… kanını yalıyordu. Sora kendi koluna baktığında donakaldı. Sağ kolu yoktu. Görüş alanı daralmaya başladı. Önce korkudan kıpırdayamadı, ardından acı içinde çığlık attı.
Makise gülümseyerek ona baktı:
— İşte bunu seviyorum!
Sora bu savaşı kazanamayacağını ilk saldırıda anlamıştı. Hemen kaçmaya başladı. Havanın gücü sayesinde çok hızlı kaçabiliyordu. Makise elindeki kolu yere attı ve bir anda Sora'nın önünde belirdi. Sol elini sağa doğru savurdu ve devasa bir rüzgar esti. Sora'nın bedeninin yarısı yok olmuştu… Korkuyordu. Daha önce yalnızca bir kez bu kadar korkmuştu: öldürüldüğü zaman.
Başta öleceğini sandı ama acıyı tüm bedeniyle hissetmesine rağmen ölmemişti. Bu nasıl mümkündü? Bir anda kardeşinden aldığı uyarı aklına geldi:
— Sen… Makise Yura'sın!!!
Makise elindeki kanlı bacağı yalamayı bırakıp Sora'ya baktı ve ciddileşti.
— Bunu nereden biliyorsun?
Sora korkudan titrerken cevapladı:
— Bana bunu… çöl Volgrath'ı söyledi… Hepimiz uyarıldık… Sen, Ayame'nin gücünü çalan ilizyonistsin…
Makise'nin yüzünde az önceki eğlenceli ifade tamamen kaybolmuştu. Her yanını ölümcül bir ciddiyet kapladı.
— Onu… çöl kaosunu… öldürmeliyim.
Sora korkusuna rağmen alaycı bir şekilde gülümsedi:
— Neden insanların senin psikopat tarafını görmesini istemiyorsun ki?
Makise önce ciddi bir yüz ifadesi takındı, sonra tekrar gülümsedi.
— O zaman insanlarla nasıl eğlenebilirim ki?
Sora şaşkınlıkla sordu:
— Eğlenmek mi…?
Bir anda Sora'nın bedeninin alt kısmı ve kolu tekrar oluştu. Bunun bir ilüzyon olduğunu düşündü, fakat nasıl kurtulacağını bilmiyordu.
Makise sağ elini öne doğru uzatıp parmağını şıklattı. Bir anda mekân değişti. Artık her yeri kanla kaplı, işkence aletleriyle dolu karanlık bir odadaydılar. Parmakları, kolları ve bacakları koparılmış cesetler ortalığı dolduruyordu.
Sora titreyen sesiyle sordu:
— B-burada ne yapacağız…?
Makise önce gülerek, meraklı bir ses tonuyla konuştu:
— Bir adam arıyorum. İsmi Darius. Tanıyor musun?
Sora biraz düşündü.
— Hayır… öyle birini tanımıyorum.
Makise başını salladı:
— Tamam, o zaman artık eğlenceye geçebiliriz.
Makise parmağını tekrar şıklattı. Sora bir koltuğa oturup kıpırdayamaz hâle geldi. Makise eline bir tırnak sökücü aldı ve kahkahalar atmaya başladı.
Sora çoktan yardım çığlıkları atmaya başlamıştı:
— Bırak beni!! Bırak!!