LightReader

Chapter 21 - Daigo Takımı

Akira ve arkadaşları hazırlanıp Daigo'nun sarayına doğru gidiyordu fakat Akira sürekli art arda yaptığı görevlerden kaynaklı çok yorgundu, sanki aniden bayılacak gibiydi. Adımları ağırlaşıyor, alnında ter birikiyordu ama gözlerindeki kararlılık hiç kaybolmuyordu.

Daigo'nun sarayına vardıklarında, atların yanında Daigo ve oğlu Ren'i gördüler. Atlar çoktan hazırlanmış, dizginleri özenle bağlanmıştı. Ren'in bakışları hemen Akira'ya kaydı.

— Baba onlarla birlikte göreve çıkmak mantıklı mı, eski takımımızı beklesek ya.

Daigo dudaklarında hafif bir gülümsemeyle cevap verdi.

— Onları çağırmamın sebebi Arisawa'nın takımının ne kadar güçlü olduğunu görmek.

Gözleri Akira'ya döndü, işaret parmağıyla onu gösterdi.

— Özellikle de onun.

Ren kaşlarını çattı, küçümseyici bir iç çekişle başını salladı.

— Neden onun gibi bir köylünün savaş yeteneklerini bu kadar merak ediyorsun.

Daigo, Akira'nın belinde duran kılıca baktı.

— Çünkü o, efsanevi kılıç Setsuna'nın sahibi.

Ren şaşkınlıkla geri çekildi.

— Ne! Setsuna… onu mu seçmiş… öyle birini…

Akira ilerleyip konuşmaya başladı.

— Biz hazırız efendim.

Raiga homurdanarak araya girdi.

— Neden bu herifle göreve çıkmak zorundayız ki…

Ren öfkeyle bağırdı.

— Babama karşı saygılı konuş!! O bir konseyi üyesi!!

Yui ikisinin arasına girdi.

— Kesinlikle Raiga, o haklı. Biraz daha saygılı konuşmalısın.

Raiga sinirle yumruğunu sıktı.

— Öyle olmazsa ne olur ha?!

Ren, Raiga'nın üstüne doğru yürürken Daigo kolunu uzatıp oğlunu durdurdu.

— Çocukça şeyler yapmayın. Atlarınıza binin ve gidelim.

Kısa bir sessizlik oldu. Gergin hava ağırdı ama kimse konuşmadı. Önce Akira ve Yui atlarına bindiler, ardından Raiga ve Ren. Daigo sert bir sesle konuştu.

— Size görevi yolda anlatacağım. Öncelikle başkentten çıkalım.

Şehrin kalabalığından, büyük sokaklardan ayrıldılar. Artık karşılarında sadece uçsuz bucaksız tarlalar vardı. Hafif rüzgar buğday başaklarını dalgalandırıyor, güneş ufukta batmaya başlıyordu.

Akira sabırsız bir şekilde seslendi.

— Görevi anlatacaktınız.

Ren hemen lafa atladı.

— Sabretmeyi bilmelisin.

Daigo gülümseyerek başını salladı.

— Sanırım artık anlatabilirim.

Raiga homurdanarak söze karıştı.

— Anlat bir zahmet, ne zamandır bekliyoruz.

Ren yeniden konuşacakken Daigo söze girdi.

— Elçi olarak başka bir krallığa gideceğiz. Konseyin söylediklerini onlara ileteceğiz.

Yui'nin gözleri açıldı.

— Ama neden siz? Elçilik için birkaç asker gönderilebilirdi.

Daigo hemen cevapladı.

— Çünkü giden elçiler geri dönmedi. Şu ana kadar sekiz elçimiz öldü. Hepsi sizin şu kaos dediğiniz ruhlar yüzünden.

Ren ekledi.

— Evet, bizim takımımız da onlar yüzünden saldırıya uğradı. Ruhla dövüştük ama arkadaşlarım ağır yaralandı.

Akira başını salladı.

— Demek o yüzden başka bir takım istediniz.

Raiga sinirle söylendi.

— Madem konseyi üyesisin, bizimle ne işin var? Kendi başına yapsana!

Ren öfkeyle ayağa kalkar gibi oldu.

— Hey!! Sana kaç kere daha babamla böyle konuşma dedim—

Daigo sertçe araya girdi.

— Seni seveceğim gibi.

Raiga alaycı bir şekilde güldü.

— Sanki istiyorum da.

Sessizlik çöktü. Yalnızca atların nalları toprağa vuruyordu. Bir süre sonra Akira sordu.

— Tam olarak nerede bu gideceğimiz krallık?

Daigo başını kaldırdı.

— Velmorya'ya en yakın krallık Karathos'tur. Oraya gideceğiz.

Raiga bir an heyecanlandı.

— Karathos savaşçıların krallığı mı?!

Yui hemen cevap verdi.

— Evet, çok fazla savaşçıları olduğu söyleniyor.

Raiga göğsünü kabarttı.

— Bende bir savaşçıyım! Orada olmam gerekiyor!

Daigo ciddi bir sesle konuştu.

— Evet, yaklaşık 200.000 savaşçıları olduğu söyleniyor.

Akira şaşkınlıkla haykırdı.

— Ne! Bu Velmorya'dan bile fazla!

Daigo devam etti.

— Ama konseyi derecesinde hiç kimse yok.

Raiga hayal kırıklığıyla yumruğunu sıktı.

— 200 bin savaşçı var ama hiçbiri konseyi seviyesinde değil mi…

Ren küçümseyici bir kahkaha attı.

— Doğru. Çünkü ne kadar savaşçı olsalar da enerjileri az.

Daigo devam etti.

— Oranın kralının bile konseyi seviyesinde olmadığı söylenir.

Akira şaşkınlıkla fısıldadı.

— Koskoca kral bile…

Yui gülmeye başladı.

— Bir de kendilerine savaşçı diyorlar.

Raiga sinirle homurdandı.

— Savaşçı sadece enerjiyle alakalı değildir aptal.

Akira dudaklarını bükerek ekledi.

— Doğru, ben kendi enerjimi bile kullanamıyorum.

Ren birden şaşkınlıkla Akira'ya döndü.

— Sen ciddi misin?!

Akira başını salladı.

— Evet, benim insan enerjim yok.

Ren'in gözleri Akira'nın belindeki kılıca kaydı.

— O zaman Setsuna nasıl seni seçti?

Raiga öfkeyle ekledi.

— Bende anlamadım. O tam bir aptal, kılıç nasıl onu seçti?!

Akira kılıcına dokundu.

— Kılıç beni seçti diye kıskanma aptal!

Yui sessizce araya girdi.

— Akira kendi enerjisini kullanamıyor olabilir. Çünkü o bir ruh taşıyıcısı.

Akira şaşkınlıkla gözlerini açtı.

— B-ben bir ruh taşıyıcısı mıyım??

Ren küçümseyerek güldü.

— Daha ne olduğunu bile bilmiyormuşsun aptal.

Tam o anda ağaçların tepesinden bir kılıç fırladı. Hızla Yui'ye doğru geliyordu. Yui anında telekineziyle kılıcı durdurdu.

Daigo sert bir sesle bağırdı.

— Herkes dursun!!

Gözler ağaçlara çevrildi. Beyaz kıyafetli, siyah beyaz saçlı bir adam dallardan aşağı indi. Vücudundan yayılan soğuk, buz enerjisinin kanıtıydı.

— Ben, efendi Kael'in sadık askeriyim.

Akira'nın gözleri büyüdü.

— Kael!! Buz kaosunun Volgrath'ı…

Ruh kısık sesle güldü.

— O halde sizleri burada öldürmekle başlayacağım.

Daigo pelerinini sıyırdı, gözlerinde ateş vardı.

— Herkes savaş pozisyonu alsın. Onunla takım olarak dövüşeceğiz.

Akira ve Ren aynı anda bağırdı:

— Tamam!!

Daigo, Raiga ve Ren'in vücudundan alevler çıkmaya başladı. Toprak sıcaktan kavruluyor, havada keskin bir yanık kokusu oluşuyordu.

Ruh derin bir nefes aldı ve küçümser bir sesle konuştu.

— Üç tane ateş enerjisi kullanıcısı… Ne büyük talih!

Raiga diğerlerinden önce hızla öne atıldı. Yumruğunu kaldırıp ruhun göğsüne doğru savurdu.

Ruh iki elini kaldırdı, avuçlarından parlak buz parçaları çıkmaya başladı.

Akira bağırdı:

— Aptal!! Dikkat et buz geliyor!

Raiga tam son anda tekmesiyle yere vurdu, sıçrayarak geri çekildi. Keskin buz parçaları geçtiği yeri dondurmuştu.

— Farkındayım aptal!

Daigo ileri adım attı.

— Onu tek başıma alt edebilirim… Noa'dan daha güçsüz. Ama ben takım olmanın gücünü görmek istiyorum. Bu yüzden hep birlikte saldıracağız!

Ren tereddüt etmeden bağırdı:

— Tamam!

Ren ani bir hızla ileri fırladı, sert bir tekmesiyle ruhu babası Daigo'ya doğru savurdu. Daigo fırsatı kaçırmadı. Yumruğunu ateşle kapladı ve tam o anda ruhun üzerine indirdi.

Toprak zangır zangır sallandı. Ruh yere çakıldığında toprak önce yanmaya sonra parça parça dağılmaya başladı.

Akira hayranlıkla izliyordu.

— Bu muhteşem bir takım çalışması!

Ren gururlu bir ifadeyle dikildi.

— Tabii ki! Babamla takım çalışmamız her zaman kusursuzdur!

Daigo başını salladı.

— Evet. Ama şimdi sizlerle birlikte savaşacağız.

Yui kıkırdayarak gülümsedi.

— Arisawa'nın aksine siz gerçekten takım çalışmasına önem veriyorsunuz.

Daigo'nun sesi ciddi ve derindi.

— Arisawa bireysel güce inanır. Ben ise herkesin güçlü olmasının yanında, takım çalışmasının her zaman zafer getireceğini düşünürüm.

Ruh kahkaha atmaya başladı.

— Gerçekten beni yenebileceğinizi mi düşünüyorsunuz!!

Daigo sertçe bağırdı.

— Herkes aynı anda saldıracak, hazırlanın!

Akira derin bir nefes aldı, sağ belindeki Sera'nın verdiği kılıcı çekti.

— Hazırız!!

Raiga yine önden atıldı. Bu defa hızını artırmıştı.

Ruh iki elini açtı, keskin buz parçaları yağmur gibi yağmaya başladı. Ama Raiga'nın vücudundan çıkan sıcaklık bir anda arttı. Buzlar ona dokunduğu anda erimeye başladı.

Ruh şaşkınlıkla geri adım attı.

— Nasıl… eriyor?!

Raiga öfkeyle haykırdı.

— Seninle böyle savaşacağız buz adam!

Elinde oluşan ateşten kılıcıyla ruhun göğsüne sert bir darbe indirdi. Ruh sendeleyip Daigo'nun önüne düştü. Daigo ikinci bir yumrukla ruhu bir kez daha yere gömdü.

Çevredeki toprak kızıl ateşle yanarken Yui ellerini uzattı. Çevredeki dev ağaçlar sarsıldı, köklerinden koparak ruha doğru fırladı.

Ruh küçümser bir şekilde güldü.

— Bir telekinetik… demek yakın dövüşte güçsüzsün!

Buz enerjisini patlatarak ağaçları parçaladı ve bir anda Yui'nin önünde belirdi. Yumruğu buzla kaplanmıştı.

Tam darbeyi indirecekken Ren ve Akira aynı anda kılıçlarını savurdular. İki kılıç da aynı noktaya indi. Ruhun sol kolu buzla kaplı halde paramparça oldu!

Ruh çığlık attı, gözleri şokla açıldı.

— Bu… bu nasıl olabilir?! Efendi Kael'in kırılmaz buzları!!!

Daigo sertçe güldü.

— Sen anlatılanlara göre çok güçsüzsün. Sanırım Kael dediğin o büyük adam, askerlerine pek cömert davranmıyor!

Ruh öfkeyle titredi.

— Sen… sen ne cüretle efendime cimri dersin!!!

Ruhun bedeni parlamaya başladı. İçinden yayılan buz enerjisi öylesine güçlüydü ki etraf bir anda kar fırtınasına döndü. Ağaçlar donuyor, zemin kaygan buz tabakalarıyla kaplanıyordu.

Daigo bağırdı.

— Dikkat edin!! Gücünü artırıyor!

Raiga öne çıktı.

— O buzları paramparça edeceğim!

Ama Akira'nın gözleri Setsuna'ya kaydı. Kılıç kılıfında titriyordu, sanki sahibine sesleniyordu. Kalbinin atışları hızlandı, gözlerinde kızıl bir parıltı belirdi.

— Setsuna… bana gücünü ver…

Kılıcı yavaşça kaldırdı. Kızıl enerji Akira'nın vücudundan yükseldi, kılıçla bütünleşti. Çevreyi aydınlatan kırmızı bir dalga yayılıyordu.

Ren şaşkınlıkla geri çekildi.

— B-bu güç… insan enerjisi değil…

Daigo hayranlıkla izliyordu.

— Bize gücünü göster setsuna…

Ruh çığlık atarak buz kılıcını oluşturdu ve Akira'ya doğru koştu.

Akira iki eliyle Setsuna'yı kavradı. Yere sağlam bastı.

— Bu sefer… bitireceğim!!!

Kızıl enerji kılıcın etrafında yoğunlaştı. Havayı yırtan bir keskinlik yayıldı. Akira kükreyerek kılıcı savurdu:

— Kes Setsunaaaa!!!

Kızıl ışık bir dalga halinde fırladı. Önündeki ağaçlar ortadan ikiye ayrıldı, toprağı deşerek dev bir iz bıraktı. Ruhun göğsüne çarpan dalga buz zırhını paramparça etti.

Ruhun gözleri dehşetle açıldı.

— İ-imkansız… bu güç…!!

Setsuna'nın keskinliği ruhu baştan aşağı ikiye ayırdı. Ardından ruhun bedeni sayısız buz kristaline dönüşerek gökyüzüne dağıldı.

Sessizlik çöktü.

Akira dizlerinin üzerine çöktü, kılıcı hâlâ parlıyordu. Yorgunluk tüm bedenini sarmıştı.

— Ben… başardım mı?

Yui gülümseyerek yanına geldi.

— Başardın Akira

Daigo ağır ağır başını salladı.

— Artık biliyorum… Setsuna'nın gücünü.

Ren dişlerini sıktı, ama bir şey söylemedi. Sadece Akira'ya baktı.

Daigo derin bir nefes aldı, gözlerini ufukta kızıllığa bürünmüş gökyüzüne çevirdi. Çevredeki sessizlik, savaşın sona erdiğini ve geride yalnızca yanık toprağın, çatlamış kayaların kaldığını hatırlatıyordu. Gür sesiyle konuştu:

— Buradaki savaş bittiğine göre artık Karathos'a gidebiliriz. Zaten hava da kararmaya başladı.

Akira kılıcını kınına yerleştirirken kollarının titrediğini fark etmiyordu bile. Ama Yui dikkatli gözlerinden kaçırmadı. Bir adım yaklaştı ve endişeli bakışlarla sordu:

— Sen iyi misin Akira?

Akira dudaklarının kenarına zayıf bir gülümseme yerleştirdi.

— Evet, iyiyim… sadece kılıcın etkisi beklediğimden biraz daha ağır oldu.

Daigo göz ucuyla Akira'ya baktı, ardından alayla sordu:

— Kollarını oynatabiliyorsan sorun yok demektir.

Akira biraz zorlanarak kollarını oynattı.

— Oynatabiliyorum…

Daigo tatmin olmuş bir şekilde başını salladı.

— Tamam. Herkes atlarına binsin o zaman.

Grup, atlarına binerek gün batımının kızıllığı eşliğinde yola koyuldu. Gökyüzünde karanlık ağır ağır çökerken, yol boyunca rüzgâr yüzlerini yalayıp geçti. Yaklaşık üç saatlik bir yolculuğun ardından, uzaklarda ışıkları parlayan bir şehir ufukta belirmeye başladı. Küçük taş evler ve evlerin tam ortasında göğe doğru yükselen görkemli bir saray dikkat çekiyordu.

O manzarayı gören Akira'nın zihninde Velmorya'nın ihtişamlı sarayları canlandı. Ama burası farklıydı. Velmorya'daki tahta evler yerine burada sağlam taş evler vardı ve saray, on iki büyük yapının birleşimi değil, tek ve kocaman bir yapıydı. Akira kendi kendine mırıldandı:

— Neredeyse Velmorya'ya benziyor ama… çok farklı da.

Şehir girişine geldiklerinde Daigo tekrar konuştu:

— Saat geç olduğu için kralı rahatsız etmek iyi olmaz. Bu yüzden şimdilik burada kalacağız, saraya yarın gideceğiz.

Yui derin bir nefes alıp gülümsedi.

— En azından güzel bir otelde kalalım.

Akira onayladı:

— Aynen, geçenki gibi olsun istemiyorum.

Raiga burnundan soluyarak söze karıştı:

— Ben de bu aptallarla bir daha yan yana yatmam!

Akira hemen çıkıştı:

— Bunu sen mi diyorsun, aptal!

Daigo elini kaldırıp sert bir sesle ikisini susturdu.

— Kavga etmeyi bırakın. Buranın en iyi otellerinden birine gidiyoruz. Kral bizim için yer ayırmış olmalı.

Akira şaşkınlıkla gözlerini açtı.

— Ne?!

Şehrin sokaklarından ilerlediklerinde karşılarına büyük, üç katlı, adeta saray gibi bir otel çıktı. Girişin önünde kocaman bir havuz vardı. Akira, Raiga ve Yui aynı anda hayranlıkla bakakaldılar.

Akira heyecanla bağırdı:

— B-bu çok güzel bir otel!

Yui gülümsedi.

— Sonunda dinlenebileceğiz…

Raiga ise kollarını esnetip kaslarını gösterdi.

— Havuz kaslarım için güzel olacak.

Kapıdan içeri girdiklerinde onları altın işlemeli avizelerle aydınlatılmış, lüks bir giriş karşıladı. Hemen ardından şık giyimli bir görevli yanlarına geldi.

— Merhaba, hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?

Daigo öne çıkarak cevap verdi:

— Hoş bulduk. Velmorya'dan gelenler için hazırlanmış odanız bulunuyor mu?

Adam kibarca gülümsedi.

— Tabii ki. Kral tarafından ayarlanmış dört odanız mevcut.

— Güzel, — dedi Daigo. — O zaman odalarımıza geçelim.

Adam onlara yolu göstererek önden yürümeye başladı. Geniş merdivenlerden üçüncü kata çıktılar. Adam iki kapıyı işaret ederek konuştu:

— Birinci ve ikinci odalar burada.

Daigo, Yui ve Raiga'ya döndü.

— Siz ikiniz bu odalara gidin.

Yui ve Raiga odalarına doğru ilerlerken, adam diğer kapıları işaret etti:

— Üçüncü ve dördüncü odalar da burada.

Daigo kısa bir süre düşündü, ardından Akira ve Ren'e bakarak konuştu:

— O zaman ben şu odaya geçiyorum, siz ikiniz diğer odaya.

Ren'in yüzü gerildi.

— Ama baba! Neden ikimiz aynı odada olmuyoruz da onunla aynı odada kalmak zorundayım?!

Akira da homurdandı.

— Sanki ben seninle kalmak çok istiyorum!

Daigo cevap vermeden odasına girdi ve kapıyı kilitledi. Ren ve Akira ise söylene söylene aynı odaya girdiler.

Akira yatağa kendini atarken uykulu bir sesle konuştu:

— Ben yatıyorum… ışığı kapa.

Ren alaycı bir kahkaha attı.

— Saat daha çok erken. Nesin sen, çocuk falan mı?

Akira sinirlenerek bağırdı:

— Sadece çok yorgunum!!!

Ren ışığı kapatıp yatağının yanındaki küçük lambayı açtı. Bir süre ikisi de tavana bakarak sessizce yattı. Sessizliği bozan ilk kişi Akira oldu.

— Setsuna'yı her kullandığımda vücudum bu hale gelecekse… hiç kullanışlı değil.

Ren kıskanç bir ses tonuyla karşılık verdi:

— Kılıcın gücünü gördük. Sen şansın sayesinde böyle bir silah kazandın. Bununla böbürlenmek iyi değil.

Akira derin bir nefes aldı.

— Şanslı olduğumu kabul ediyorum. Bazen… sanki bir şey beni koruyormuş gibi hissediyorum.

Ren gözlerini kısmıştı.

— Belki de içindeki ruhla alakalıdır.

Akira gülümseyerek başını salladı.

— İçimdeki ruh beni pek sevmiyor.

Ren, biraz düşünerek karşılık verdi:

— Ama sen ölürsen başka bir beden bulması uzun zaman alır.

Akira sessizleşti, ardından hafif bir kahkahayla konuyu değiştirdi.

— Asker olmadan önce seni arenada izliyordum. Muhteşemdin. O ateşten yumrukların, ateş ejderhan… Sen kesinlikle çok yetenekli—

Ren aniden bağırdı:

— Yetenek mi!! Benim bunları yapabilmem seneler sürdü! Senelerce çalıştım! Ama sen… sen şans eseri güçlü bir ruhu kullanıyorsun. Setsuna seni seçti. O an… o ruhu kestiğin an anladım. Ben onu yapamazdım, ama sen şans eseri yapabildin! Üstelik hiçbir bedel ödemiyorsun!!!

Akira şaşkınlıkla Ren'in yüzüne baktı. Ren'in gözlerinde öfke vardı ama kısa süre sonra yüz ifadesi yumuşadı.

— Özür dilerim, — dedi Ren, başını çevirerek.

Akira derin bir nefes aldı, gözlerini tavana dikti, elini kalbine götürdü.

— Ren… ben her gün acı çekiyorum.

Ren şaşırarak döndü.

— Neyden bahsediyorsun?

Akira gözlerini kapadı, sesi titriyordu.

— Ruh'la anlaşma yaptıktan sonra… her gün kabus görmeye başladım. Bunu kimseye söylemedim.

Ren kaşlarını çattı.

— Kabus görmekle acıyı pek bağdaştıramadım.

— Benim ve Valtherion'un öldürdüğü insanlar… Her gün onları görüyorum. Önce kabus sandım ama değilmiş. Her gün, her gece… cesetler arasında acı çekiyorum. Uyuduğumda üzerime çullanıyorlar, çiğniyorlar. Ben sadece uyumak istiyorum ama yapamıyorum. Uyursam acı çekeceğimi biliyorum. Uyku bana korku getiriyor artık!!

Akira'nın çığlığı odanın duvarlarında yankılandı. Ren'in yüzü değişti, daha anlayışlı, daha yumuşak bir ifade aldı.

— Bu… o ruhtan kaynaklı mı?

— Evet.

Ren bir süre sustu, ardından sordu:

— Madem o kadar acı çekiyorsun, neden böyle bir anlaşmayı sürdürüyorsun?

Akira yumruklarını sıktı.

— Çünkü güç istiyorum. Güçlenmek istiyorum. Arkadaşlarımı korumak istiyorum. Ben… sandığının aksine yeteneksizin tekiyim. Ruh olmadan hiçbir işe yaramıyorum.

Ren, Akira'nın bu sözlerinden etkilenmişti. Yüzünde istemsiz bir tebessüm belirdi.

— Sen sandığımın aksine… iyi bir insansın, Akira.

Akira ona döndü, gülümseyerek teşekkür etti.

— Teşekkür ederim ama…

Ren sözünü kesti.

— Sana kötü davrandım, sadece seni kıskandığım için. Ama sen o kılıcı gerçekten hak ediyorsun.

Akira kahkaha attı.

— Bence sen de hak ediyorsun.

Ren başını salladı.

— Belki bir gün ben de öyle bir kılıca sahip olurum.

— Umarım, — dedi Akira.

Kısa süre sonra Ren gözlerini kapadı ve uykuya daldı. Akira ise uzun süre tereddüt etse de, yorgunluğuna yenik düştü ve göz kapakları ağırlaştı.

Sabah olduğunda Akira kabusla uyandı. Ter içinde kalmıştı. Yerinden fırlayıp bağırdı:

— Aghhhh!!

Ren çoktan kalkmış, hazırlanıyordu. Ona dönerek sordu:

— Akira? İyi misin?

Akira derin bir nefes aldı.

— İyiyim… sadece yine bir kabus.

— Anladım. Hadi hazırlan, saraya gidiyoruz.

Akira üstünü giyip toparlandı. Ardından Yui'nin odasına gitti, kapıyı çaldı ama açan olmadı. Kapı kilitli değildi, içeri girdiğinde odanın boş olduğunu fark etti. Raiga'nın odasına geçti. Raiga hâlâ uyuyordu.

— Hadi Raiga, uyan!

Raiga uykulu bir sesle mırıldandı:

— Biraz daha uyuyacağım…

Akira sinirlendi.

— Hadi, saraya gideceğiz! Ayrıca Yui nerede?!

Raiga tek gözünü açtı.

— Yan odada değil mi?

Akira sert bir sesle konuştu:

— Hayır, değil!

— Bana pazara gideceğini söylemişti. Çok önemliymiş.

Akira öfkeyle bağırdı:

— Dalga mı geçiyor o?! Biz saraya gideceğiz, o pazara mı gidiyor! Bunu hemen Daigo'ya söyleyeceğim, sen de kalk!

Raiga istemese de ayağa kalktı, hazırlanıp çıktı. Akira avluda Daigo ve Ren'i gördü. Ren bu kez ona gülümsedi.

— Sonunda gelebildin.

Daigo şaşkınlıkla oğluna baktı.

— Demek arkadaş olabildiniz.

Akira başını salladı.

— İyi geçinmeye başladık.

Daigo gülümsedi.

— Bunun iyi bir fikir olduğunu biliyordum.

Akira ciddileşti.

— Yui odasından ayrılmış.

— Nerede biliyor musun? — diye sordu Daigo.

— Pazara gitmiş.

Ren öfkeyle bağırdı:

— Ciddi mi o?!

Daigo derin bir nefes aldı.

— Pazarı görevinden fazla düşünen biri… Eğer onu beklememiz gerektiğini söyleyeceksen cevabım hayır!

Akira itiraz etmeye çalıştı.

— A-ama…

— Cevabım net, — dedi Daigo.

Raiga da yanlarına geldi.

— Biraz daha durup havuza girseydik keşke…

Daigo atına atladı.

— Hadi, takip edin.

İstemsizce de olsa Akira atına atladı ve grubu takip etmeye başladı.

Böylece saraya vardılar. Sarayın bahçesi, Arisawa'nınkinden çok daha genişti ve bakımlıydı. Bahçeyi geçtiklerinde kocaman merdivenlerle karşılaştılar. Beyaz giysili, gözlüklü bir adam onları karşıladı.

— Kralın odasına kadar sizi götüreceğim.

Merdivenlerin sonunda, altın işlemeli dev kapının önünde durdular. Adam kapıyı tıklattı. İçeriden soğuk bir ses duyuldu:

— Gelin.

İçeri girdiklerinde, ihtişamlı bir tahtta oturan kırmızı pelerinli, siyah maskeli birini gördüler. Yaklaşık 1.70 boyundaydı.

Daigo çocuklara döndü:

— Akira, Raiga, Ren. Siz dışarıda bekleyin.

Ama maskeli adam sözlerini kesti, değiştirilmiş sesiyle konuştu:

— Burada kalın. Benim için sorun yok.

Daigo kaşlarını çattı.

— Bu maske de ne? Karathos'un kralını göreceğimi sanıyordum.

Adam alaycı bir kahkaha attı.

— Maske takmamın sebebi güvenlik. Açık konuşayım: Velmorya'ya güvenim yok.

Daigo öfkeyle karşılık verdi:

— Sana sürekli yardım eden biziz. Hâlâ bize güvenmiyor musun?!

Kral soğuk bir sesle cevapladı. 

— Hayır. Kralınıza güveniyordum… ama maalesef öldü.

Daigo dişlerini sıktı.

— Her neyse. Buraya geliş sebebimi biliyorsun. Ne yapacağını söyle.

Kral derin bir sesle konuştu:

— Kaos karşısında size destek olacağımızdan şüpheniz olmasın.

— Güzel, — dedi Daigo. — Peki nasıl destek olacaksınız?

Kral gülümsedi.

— Size en iyi adamlarımı göndereceğim.

— Burada değiller mi?

Kral hemen cevapladı.

— Onları sizinle göndermeyi düşünüyordum ama hâlâ görevde.

— Ne zaman dönerler?

— Birkaç hafta.

Daigo öfkesini gizleyemedi.

— O halde gidelim. Senin gibi maskeli bir korkağı daha fazla oyalamayalım.

Tam o sırada kral, Akira'ya baktı.

— Setsuna seni mi seçti?

Akira kibarca cevap verdi:

— Evet efendim.

Kral heyecanlı bir sesle konuştu.

— Onu inceleyebilir miyim? Bayadır görmemiştim.

Akira şaşırdı.

— Siz de kılıcı kullanabiliyor musunuz, yoksa…?

Kral derin bir nefes aldı.

— Hayır. Ama önceki sahibini tanıyorum.

Akira itiraz etti:

— Ama… elinize aldığınızda—

— Buraya getir.

Akira tereddütle yaklaştı, kılıcı verdi. Kral kılıcı kınından çekti. Bir anda parlayan Setsuna söndü.

— Kullanamıyorum, — dedi kral. — Çünkü beni seçmiyor. Ama kolumu koparacak kadar da güçlü değil.

Akira fısıldadı:

— Vay be…

Daigo sabırsızca araya girdi:

— Bitti mi? O halde gidelim.

Kral sessizce başını salladı. Grup hızla saraydan ayrıldı.

Daigo öfke doluydu.

— Ona yaptığımız ekonomik yardımlara rağmen bize maske ve ses değiştiriciyle yanıt veriyor!

Raiga hırladı.

— Bence de o herif çok şerefsiz.

Akira ise temkinliydi.

— Belki başka bir sebebi vardır…

Daigo atına atladı.

— Akira! Takım arkadaşını bul ve çıkışa gel. Seni bekliyoruz.

Akira önce otele döndü. Yui'nin atı hâlâ oradaydı. Bir süre arandıktan sonra Yui'yi atının üstünde gördü.

— Yui!! Sen ne yapıyorsun?! Biz saraya gidiyoruz, sen pazara gittiğini söylüyorsun!

Yui mahcup bir şekilde gözlerini kaçırdı.

— Ö-özür dilerim… bir daha olmayacak.

— Her neyse, buradan gidiyoruz!

— Tamam… hadi gidelim.

İkisi çıkışa döndü, diğerleri orada bekliyordu. Daigo Yui'yi sert bir şekilde azarladıktan sonra Velmorya yoluna çıktılar.

Uzun bir süre yol aldıktan sonra, toprak yolun ortasında birkaç ağacın olduğu tuhaf bir bölgeye vardılar. Havanın kokusu bile bir anda değişmiş gibiydi; rüzgârın uğultusu yerini boğucu bir sessizliğe bırakmıştı. Daigo'nun kaşları çatıldı, gözleri çevreyi tararken şaşkınlıkla mırıldandı:

— Dikkatli olun.

Ren hemen atının dizginlerini çekip babasına döndü.

— Ama neden baba?

Daigo derin bir nefes aldı.

— Buradaki ağaçlar… daha önce yoktu.

Akira da çevresine bakındı ve o anda fark etti.

— Sahi… biz buradan geçmedik. Burası daha önce yoktu!

Tam o sırada tüyler ürpertici bir sesle etleri yırtan bıçak darbeleri duyuldu. Bir anda tüm atların bacakları kesildi. Acı içinde kişneyerek yere çakıldılar, üzerlerindekiler hızla atlayarak kendilerini yere attı. Toz, kan ve kaos içinde herkes nefes nefese kaldı.

Ağaçların tepesinde bir hareketlenme oldu. Daigo'nun gözleri aniden parladı, sesi gür bir şekilde yankılandı:

— Savaş pozisyonu alın!!

Raiga iç çekerek, neredeyse kaderine lanet ederek homurdandı:

— Neden yine aynı şeyleri yaşamak zorundayız ki…

Ren öne çıkıp yüksek sesle bağırdı:

— Kim varsa uğraştırmadan çıksın!

Ağaçların arasından kahverengi saçlı, 1.80 boylarında bir adam çıktı. Adımlarını ağır ağır atıyor, yüzünde alaycı bir gülümseme taşıyordu. Sesinde sahte bir nezaket vardı:

— Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim…

Daigo gözlerini kısmıştı.

— Sen kimsin?

Adam sakin bir şekilde cevapladı:

— Ruh.

Daigo'nun bakışları sertleşti.

— O kaos şeylerinden misin?

Adam bu kez sessiz kaldı, sadece onları izledi.

Raiga'nın göz bebekleri titredi. Ellerinin istemsizce titremeye başladığını fark etti. Nefesi hızlandı.

Akira hemen ona baktı.

— Raiga, ne oluyor? Yoksa… çok mu korkuyorsun?

Raiga başını salladı ama sesi titriyordu.

— Hayır… ama vücudum… kendi kendine tepki veriyor.

Akira kaşlarını çattı.

— O da ne demek şimdi?

Daigo araya girdi, bakışlarını Raiga'ya dikerek konuştu.

— Daha önce onunla karşılaşmış olmalısın.

Raiga içinden haykırıyordu: Evet… kesinlikle karşılaştım. Ama ne zaman?! Nerede gördüm onu?!

Daigo yumruğunu sıktı, sesi kararlıydı.

— Neyse, bunu düşünmenin sırası değil. Öncekini nasıl yaptıysak, bunu da takım çalışmasıyla yere sereceğiz!

Ren yüksek bir sesle karşılık verdi:

— Tamam!!!

Kahverengi saçlı adam birden kahkahaya boğuldu. Kahkahası uğursuz bir yankıyla gökyüzünde dolaştı. Sonra aniden sesi kesildi ve kükredi:

— KAAEELLLLL!!!!

Bir anda karşılarında, bembeyaz kısa saçlı bir adam belirdi. Sanki ışınlanmış gibiydi. O anda havayı yırtan bir uğultu duyuldu. Adeta boşluktan doğmuş gibiydi.

Herkesin gözleri dehşetle açıldı.

Daigo içinden fısıldadı: Bu da kim…? Bu kesinlikle diğerlerinden farklı!

Adam başını kaldırdı, soğuk ve donuk gözlerini üzerlerine dikti. Ardından dudaklarından buz gibi bir cümle döküldü:

— Kaldı dört…

Daigo şaşkınlıkla mırıldandı:

— Dört mü?

Bir anlık sessizlik… ardından Daigo sağ elinde keskin bir acı hissetti. Gözleri dehşetle açıldı. Eli kanlar içinde yere düşerken boğazı düğümlendi. Şoku daha da büyüktü, çünkü o an fark etti: sağ eli kopmuştu.

İlk defa, ilk defa bu kadar korktuğunu hissetti. Ama aynı anda gözleri oğluna kaydı. Onu korumalıyım… Ren'i korumalıyım! Bu düşünce yüreğine bir kıvılcım gibi düştü. Sol kolunu kaldırdı, kolundan alevler fışkırmaya başladı.

Ama o sırada, arkasından Akira'nın çığlığı yankılandı:

— RENN!!! HAYIIIIIIRRR!!! BU OLAMAZ!!!

Daigo ne olduğunu anlayamadan arkasını döndü. Ve gördüğü manzara karşısında dizlerinin bağı çözüldü. Kalbi paramparça oldu.

Yere düştü. Gözlerinden yaşlar süzüldü. Karşısındaki manzara aklına kazındı:

Oğlu Ren'in kafası, vücudundan ayrılmış haldeydi.

Daigo'nun yüreği paramparça olurken, dünya bir anda sessizleşti.

More Chapters