Akira, Raiga ve Yui atları olmadığı için saraya doğru uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkmışlardı. Zaten savaşın ve kayıpların ardından tükenmiş olan bedenleri, yolun bitmek bilmeyen uzunluğuyla iyice ağırlaşıyordu. Her adımda ayakları sanki taş bağlıymış gibi yere çarpıyor, nefesleri hızla tükeniyordu. Göz kapakları yorgunluktan ağırlaşsa da, içlerindeki endişe onları ayakta tutuyordu.
Sonunda ufukta Eldravon'un görkemli surları ve sarayların görkemli kuleleri belirdiğinde, üçlü derin bir nefes aldı. İçlerinde uzun zamandır hissetmedikleri bir rahatlama yayılıyordu. "Kurtulduk" dediler içlerinden, ama aslında hiçbir şeyin bitmediğini çok iyi biliyorlardı. Yine de sarayın görkemli siluetini görmek, kalplerine kısa süreliğine de olsa huzur vermişti. Adımlarını hızlandırarak sarayın devasa kapısına doğru ilerlediler.
Kapıdan içeri girdiklerinde, ilk gördükleri kişi Arisawa oldu. Sarayın giriş kapısında yere oturmuş, sanki gözlerini kısa bir süreliğine dinlendirmiş gibi uyukluyordu. Akira gözleri parlayarak koştu, heyecanla Arisawa'nın yanına gitti ve onu hızlıca sarsarak uyandırdı.
Arisawa gözlerini açtığı anda aniden ayağa fırladı. Sesi sertti, adeta komutan edasıyla haykırıyordu:
— Çok geciktiniz!!!
Akira bu sert çıkışa önce şaşırdı, sonra dudaklarına küçük bir gülümseme geldi. Yorgun ama samimi bir sesle karşılık verdi:
— Özür dileriz…
Arisawa'nın gözlerinde merakın ve şüphenin parıltısı vardı. Hızla sordu:
— Daigo ve oğlu nerede?!
Bu soru ortalığı dondurmuştu. Akira'nın yüzünden bir anda tüm neşesi silindi. Gözbebekleri küçüldü, nefesi hızlandı, yumruklarını ve dişlerini sıktı. Raiga, ağır bir iç çekişle gerçeği söyledi:
— Oğlu… öldü. Ve Daigo şu anda bir ruhla savaşıyor…
Arisawa'nın bedeni taş kesilmişti. Dudakları titredi, gözleri açıldı ve kısa bir an nefes bile almayı unuttu. Fısıltıya yakın bir sesle tekrarladı:
— Öldü mü?.. Peki Daigo savaşıyorsa siz neden buradasınız?
Yui, soğuk ve sakin bir tonla açıklama yaptı:
— Çünkü Daigo, özel hamlesini kullanacağını… ama menzilin çok geniş olacağını söyledi. Bu yüzden epey uzaklaşmamız gerekti.
Arisawa derin düşüncelere daldı. Hiç konuşmadan birkaç saniye boyunca sadece yere bakarak düşündü. Sonunda başını kaldırdı, bakışları sertleşmişti:
— O nerede? Bana yerini söyleyin.
Akira heyecanla sordu:
— Birlikte gidiyor muyuz?!
Arisawa keskin bir şekilde cevapladı:
— Hayır! Siz sarayda kalacaksınız. Ben gidip kontrol edeceğim.
Akira'nın morali bir anda bozuldu. Omuzları düştü, sesi kırık çıktı:
— Karathos yolunda…
Arisawa bu sözleri duyar duymaz vakit kaybetmeden sarayın dışına çıktı, hızla koşmaya başladı. Arkasında üçlüye tek kelime etmeden gözden kaybolmuştu.
Raiga derin bir iç çekti, başını iki yana salladı:
— Kesinlikle… bu herif normal değil.
Yui ise gözlerinde heyecan parıltılarıyla sırıttı:
— Arisawa burada olmadığına göre saray bizim!
Raiga'nın gözleri parladı, bir çocuk gibi heyecanlandı:
— Sarayın özel mutfağı olduğunu duydum! Hadi yemek yiyelim!!
Akira, bitkin ve ağır bir sesle araya girdi:
— Ben… direkt yatacağım.
Raiga alaycı bir gülüşle kolunu Yui'nin omzuna attı ve Akira'ya dönerek dalga geçti:
— Sana söyleyen olmadı zaten, aptal!
Yui güldü:
— Hadi gidelim!
Raiga ve Yui neşeyle koşarak sarayın içine girdiler. Akira ise ağır adımlarla, omuzları düşmüş halde odasına yöneldi. Odaya girdiğinde belinden kılıçlarını çıkarıp masaya bıraktı. İnce zırhını ve armasını dikkatlice dolabına yerleştirdi. Yorgunluktan gözleri kapanıyordu. Vakit kaybetmeden yatağa uzandı ve kısa sürede derin bir uykuya daldı.
O sırada Arisawa Karathos yolunda ilerliyordu. Önünde kocaman bir çukur uzanıyordu. Toprak parçalanmış, yer yarılmış, derin yarıklar oluşmuştu. Etraf, savaşın izleriyle doluydu. Ağaçların gövdeleri kül olmuş, dalları yanmış, ayakta kalan tek bir sağlam ağaç bile kalmamıştı. Arisawa, ağır adımlarla çukurun tam ortasındaki çimenliğe ilerledi.
Ve orada, yüreğini parçalayan manzarayla karşılaştı. Yan yana uzanmış iki cansız beden… Daigo ve oğlu Ren.
Arisawa, donakaldı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Kalbi sanki göğsünden çıkacak gibiydi. Onun için Daigo, konseyin en güçlü üyelerinden biriydi. Böylesine kudretli bir adamın ölü bedeni önünde yatıyordu. Gerçek olduğuna inanmak istemiyordu.
Titreyen elleriyle cesetlere yaklaştı, bakışları etrafı taradı. Ama onları bu hale getiren düşman artık orada değildi. Yalnızca sessiz, küllerle dolu bir meydan kalmıştı geriye. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemeden öylece durdu. Sonunda içinden, "Cesetleri alıp saraya götürmeliyim" diye geçirdi. Ve o ağır görevle, Daigo ve Ren'in bedenlerini toparlayarak Eldravon'a geri döndü.
Sarayda, Akira derin uykudaydı. Rüyasında sesler duyuyordu ama uyanmak istemiyordu. Ta ki odasına Arisawa'nın sesi girmene kadar:
— Akira!! Kalk!!
Akira mırıldandı, gözlerini kapalı tutarak konuştu:
— Daha değil…
Ama Arisawa'nın sesi buz gibiydi. Söylediği kelimeler Akira'nın kanını dondurdu:
— Daigo… öldü.
Akira yatağında bir anda doğruldu. Gözleri donmuş, yüzü kaskatı kesilmişti. Arisawa'ya baktı, dudakları titriyordu:
— B-bu… şaka mı?
Arisawa'nın sesinde en ufak bir titreme yoktu, acımasız bir kesinlik vardı:
— Hayır. Daigo öldü. Şimdi hızlıca giyin ve konsey odasına gel.
Akira'nın zihni darmadağın oldu. Şaşkınlık, öfke, üzüntü… hepsi aynı anda kalbine saplanmıştı. "Daigo… gerçekten mi? O bizim için…" diye düşündü. Sessizce yatağına geri oturdu. Gözleri cama kaydı.
— Savaşırsak hepimizin öleceğini biliyordu… bizi kandırdı!!
Sağ gözünden ağır bir damla süzüldü. Dudakları titredi, boğazı düğümlendi:
— Bizim için kendini feda etti…
Kapı yeniden çaldı. Arisawa'nın soğuk sesi geldi:
— Akira, konsey seni bekliyor. Hazır mısın?
Akira gözyaşlarını aceleyle sildi, derin bir nefes aldı:
— Hemen geliyorum.
Üstünü hızlıca giydi, kılıcını kuşandı ve Arisawa ile birlikte konsey odasına doğru yürüdü. İçeri girdiklerinde Arisawa yerine oturdu, Akira ise ayakta kaldı. Tüm konsey üyeleri oradaydı. Yalnızca bir sandalye… Daigo'nun sandalyesi… bomboştu.
Akabane, alaycı bir tonda konuştu:
— Yine neden Setsuna'nın kullanıcısını getirdin?
Ne Arisawa ne de Akira bu söze karşılık verdi. Ardından Noa, endişeli bir sesle sordu:
— Bizi buraya neden topladın? Ve Daigo nerede??
Akira'nın gözleri yere kaydı, yumruklarını sıkıyordu. Arisawa ağır ve soğuk bir sesle konuştu:
— Sizi buraya toplamamın sebebi… Daigo öldü.
Bir anda salonda derin bir sessizlik oldu. Kimse nefes almadı, kimse konuşmadı. Yalnızca gözler birbirine çevrilmişti. Sessizliği bozan Akabane oldu:
— Bu… doğru mu?
Arisawa onayladı:
— Daigo, görevi sırasında Kael Volgrath ile savaşırken oğlu ile birlikte vefat etti. Cesetlerini bizzat gördüm.
Salonda şok dalgası yayıldı. Kimse inanmak istemiyordu. Konsey üyeleri arasında kargaşa başladı.
Sorane'nin titrek sesi duyuldu:
— B-bu olamaz…
Natsuhara öfkeyle bağırdı:
— Onun gibi bir adamın ölmesi…!!
Makise soğuk bir tonla konuştu:
— Bu şaşırtıcı.
Konsey üyeleri kendi aralarında kavga etmeye başladılar. Sesler yükseldi, tartışmalar alevlendi. Sadece Noa sessizdi. Gözleri boşluğa dikilmişti, dudakları titriyordu. Sonunda dayanamadı, ayağa kalktı ve ağır adımlarla odadan çıktı.
Arisawa kalabalığı susturdu, sert bir sesle konuştu:
— Cenaze birkaç saat içinde yapılacak.
Akira ve Arisawa bahçeye çıkıp taş bir bankın üzerine oturdular. Yağmurdan ıslanmış toprak kokusu etrafa yayılıyor, ağaç yapraklarından hâlâ damlalar düşüyordu.
Akira yumruklarını sıktı ve hırsla bağırdı:
— Kael!! Onu öldüreceğim!!
Arisawa hemen omzuna dokundu, sesi sert ama sakindi:
— Sakin ol Akira.
Akira öfkesini bastıramıyordu, gözleri dolmuştu:
— Ama!!…
Arisawa sözünü kesti:
— Muhtemelen konsey bir süre göreve çıkmayacak.
Akira şaşkınlıkla baktı:
— Ne!? Eğer görevlere çıkmazsak kaos ve ruhlar—
Arisawa daha da ciddileşti:
— Endişelerini anlıyorum. Ama Daigo gibi biri bile öldü. Konsey artık korkuyor. Şimdi savaşsak hepimiz ölürüz. Daha güçlü olmamız gerekiyor.
Akira dişlerini sıktı, karşı çıkmak istedi ama Kael'in gücü gözlerinin önüne geldi. Sessiz kaldı, istemese de kabul etmek zorunda kaldı.
Bir süre sessizce oturdular. İçlerinde aynı duygu vardı: güçlenmeden bu savaşa dönmek mümkün değildi.
Cenaze zamanı geldiğinde yağmur başlamıştı. Gökyüzü kararmış, gök gürültüsü uzaktan duyuluyordu. Tüm konsey üyeleri 12 sarayın ortak bahçesindeki mezarlıkta toplanmıştı. Siyah kıyafetler içinde, gözleri yerdeydi. Akira, Raiga ve Yui de oradaydı. Tabut toprağa indiriliyordu.
Noa, tabutun yanında çökmüş, boş gözlerle bakıyordu. Çiçeği elinde sıkıyordu. Sessizliği aniden bir çığlık bozdu:
— Hani beni sonsuza kadar koruyacaktın!!!
Noa'nın sesi yürek parçalayıcıydı. Yağmurla birlikte gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.
— Hani benden önce ölmeyecektin!!
Dizleri titredi, elleri sıkıldı.
— Yalancısın… sen sadece bir yalancısın!!!
Oğlu Rui yanına koştu, sakinleştirmeye çalıştı:
— Baba… sakin ol.
Ama Noa öfkeyle haykırdı:
— Kapa çeneni!!!
Elindeki çiçeği tabuta fırlattı. Dizlerinin bağı çözüldü, yere yığıldı. Gözyaşları toprağa, Daigo'nun mezarına karıştı.
Akira, bu manzarayı izlerken "Neden cenazelerde hep yağmur yağar?" diye düşündü. Ve sonra Noa'nın çığlıklarını görünce aklına ablasının cenazesi geldi. O da aynı şekilde haykırmış, aynı acıyı yaşamıştı.
Cenaze sessizlik içinde bitti. Tabut kapatıldı, toprak atıldı. Arisawa son bir kez konuştu:
— Bundan sonra, bir süre göreve çıkmayalım.
Noa dışında tüm konsey üyeleri bunu kabul etti.
Arisawa odasına çekildi, siyah takım elbisesini çıkardı. Yorgunlukla yatağa uzanmıştı ki kapısı çaldı.
— İçeri gelin.
Kapı açıldı, Akira, Raiga ve Yui içeri girdiler. Akira yumruklarını sıkarak konuştu:
— Biz… bundan sonra daha güçlü olmak istiyoruz.
Arisawa'nın yüzünde küçük bir gülümseme belirdi.
— Anladım. Şimdilik dinlenin. Daha sonra antrenmanlara devam edeceğiz.
Akira bağırarak onayladı:
— Tamam!!
Odadan çıktıklarında üçlünün gözlerinde aynı şey parlıyordu: kararlılık. Artık hepsinin kalbinde aynı ateş yanıyordu: Daha güçlü olmak, intikam almak ve bir daha asla kimseyi kaybetmemek.
Not:
1. Arc yani başlangıç burada sona erdi. Okuyup destekleyen herkese içtenlikle teşekkür ederim. Bundan sonraki bölümden itibaren, yani 2. Arc'da, artık asıl hikâyeye başlayacağım.