LightReader

Chapter 16 - Efsanevi Kılıç Setsuna

Krallığın taş döşeli yolları arkalarında kalmış, sarayın surları artık ufukta sadece küçük bir gölge gibi görünüyordu.

Akira sonunda merakına yenik düştü.

— Arisawa hocam, biz böyle apar topar çıktık ama… nereye gideceğimizi artık söylemeyecek misiniz?"

Raiga hemen homurdanarak araya girdi.

— Antrenman yapacağız demiştin. Peki neden bizi Velmorya'nın dışına kadar sürüklüyorsun?!

Arisawa başını çevirip gülümseyerek baktı.

— Çünkü antrenmanınız zaten bitti.

Yui şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

— Nasıl yani? Biz hiçbir şey yapmadık ki!

Adam kahkaha atarak ellerini iki yana açtı.

— Bahçeyi parçaladım ya… sizi antrenmandan kurtarmış oldum. Daha ne istiyorsunuz?

Raiga öfkeyle yumruklarını sıktı.

— Bizi boş yere dolaştırıyorsan, kötü olur!

Yui yorgun bir ses tonuyla

— Neden krallıktan ayrıldıkki.

Akira sessizce düşündü, sonra Yui'ye döndü.

— Az önce krallıktan ayrıldığımızı mı söyledin?

Yui başını salladı.

— Evet. Şu an Velmorya'dan ayrıldık. Başka krallıklara doğru gidiyoruz.

Raiga'nın yüzündeki ifade tamamen şaşkınlıktı.

— Ne yani… Velmorya'dan başka krallıklar da mı varmış?!

Akira ellerini beline koydu, sinirli bir şekilde arkadaşına döndü.

— Var tabi aptal!

Raiga dişlerini sıkarak karşılık verdi.

— Nereden biliyorsun?! Hiç gittin mi, aptal?!

Akira kafasını kaşıdı, biraz sıkılarak mırıldandı.

— …Bir kitapta okumuştum.

Yui gülerek söze girdi, ses tonu daha ciddiydi.

— Dünyada toplam altı krallık var. Üçü yeni kuruldu, diğer üçü ise yüz yıl önceki büyük savaşın ardından ortaya çıkan kadim krallıklar. O dönemi bilirsiniz herhalde… tüm krallıkların birleşip imparatorluk kurduğu dönem.

Raiga ve Akira aynı anda sırıtıp kollarını göğüslerine kavuşturdular.

— Haha! Tabii ki biliyoruz!

Yui gözlerini devirse de anlatmaya devam etti:

— En büyük krallık Velmorya, yani bizim yaşadığımız yer. Diğerleri; Karathos, savaşçıların krallığı… Nivareth, dağların krallığı… Lunaris, denizlerin krallığı… Zaryon, çöllerin krallığı… ve Borealis, buzulların krallığı.

Akira heyecanla öne eğildi.

— Peki şu an hangisine gidiyoruz?

Arisawa gözlerini ufka dikti, ifadesi kararlıydı.

— Nivareth Krallığı'na. Gizli bir görev için.

Akira başını yana eğdi.

— Gizli mi?

Arisawa omuz silkti.

— Çok da gizli sayılmaz. Sadece… benim kim olduğumu bilmemeleri gerek.

Raiga gülerek kollarını kavuşturdu.

— Çok mu popülersin yoksa?

Yui gözlerini kısarak konuştu.

— Velmorya ile aralarının bozuk olduğunu hatırlıyorum… bundan dolayı olabilir mi?

Arisawa başını salladı.

— Evet. Oradaki çoğu kişi adımı bilir. O yüzden orada bana 'Arisawa' demeyin.

Raiga gülerek dişlerini gösterdi.

— Merak etme. Ben zaten hiçbir zaman öyle demeyeceğim.

Akira parmağını çenesine götürdü, düşünür gibi yaptı.

— Hmm… o zaman sana yeni bir isim lazım. Mesela…

Yui hemen araya girdi.

— Asela… ya da Adela olabilir.

Akira başını salladı.

— Asela kulağa güzel geliyor.

Arisawa dudaklarında hafif bir gülümsemeyle:— İstediğinizi deyin. 

Bir süre sonra, dağların ardında devasa bir şehir göründü. Sislerin arasından yükselen kocaman surlar ve taş kuleler göğe uzanıyor, zirveler arasında parlayan Granithold'un ihtişamı gözleri kamaştırıyordu.

Akira hayranlıkla nefesini tuttu.

— İ… inanılmaz!

Raiga'nın gözleri parladı.

— Gerçekten harika görünüyor! Kesin yemekleri de güzeldir!

Yui sert bir şekilde bakış attı.

— Senin tek düşündüğün şey yemek mi?!

Arisawa sessizce öne işaret etti.

— Şehre girişte kontrol var. Sakın görev konseyiyle ilgili tek kelime etmeyin. Biz, Velmorya'dan gelen turistleriz. Sadece gezmeye geldik.

Akira coşkuyla ellerini açtı.

— Ne! Gerçekten mi? Siz çok iyi birisiniz!

Raiga ona dirseğiyle vurdu.

— Yanlış anladın aptal!

Yui kıkırdadı.

Dördü kapıdaki kontrol noktasına yaklaştığında üç asker tarafından durduruldular. Önde duran asker sert bir bakışla onları süzdü.

"Kimsiniz?" diye sordu.

Arisawa sakin bir sesle cevapladı.

— Merhaba. Ben Asela, Velmorya'dan bir turistim. Bunlar da kardeşlerim.

Akira ve Raiga kahkahalarını bastırmak için dudaklarını ısırıyorlardı.

Asker şüpheyle başını salladı.

— Velmorya'dan turistler, öyle mi? İlginç… Normalde geçmenize izin verirdim ama yeni kurallara göre Velmorya'dan gelen turistler, adam başı 10 altın sikke ödemek zorunda.

Arisawa hiç tereddüt etmeden cebinden 10 altın çıkarıp verdi.

— Alın, işte.

Asker paraları alırken gülümseyip ekledi:

— Adam başı 10 sikke dedim. Dördünüz için 40 altın.

Üçlü aynı anda bağırdı.

— Bu resmen dolandırıcılık!

— Böyle bir kural olamaz!

— Bırakın da döveyim şu herifi!

Asker kaşlarını çattı.

— Eğer ödemezseniz, giremezsiniz.

Arisawa soğukkanlılığını koruyarak elini uzattı.

— O halde paramı geri verin. Biz de girmeyelim.

Asker kahkahayla güldü.

— Parayı verdin, geri alamazsın. Şimdi defolun.

Raiga öfkeyle öne fırladı.

— Seni—!

Ama Arisawa onu kolundan yakaladı.

— Sakin ol, Raiga.

Asker küçümseyici bir bakışla gülümsedi.

— Köpeğin bir kez daha bana saldırmaya kalkarsa, karşılık veririm.

O an Arisawa'nın yüzündeki ifade bir anlığına gölgelenmişti. Bir adım attı… sonra göz açıp kapayıncaya kadar üç asker de yere yığıldı, baygın halde.

Yui şaşkınlıkla bağırdı.

— Arisawa! Ne yapıyorsunuz?!

Arisawa soğukkanlılıkla takım elbisesini düzeltti.

— İçeri giriyoruz. Ama önce… şunları uyuyor gibi gösterelim.

Raiga kahkaha attı.

— İşte! İşte bu hareketini sevdim!

Dörtlü şehrin kalabalık sokaklarına adım attığında bambaşka bir dünya onları karşıladı. Granithold'un pazarları insanlarla doluydu. Tezgâhların çoğunda silahlar, zırhlar ve parlak taşlarla işlenmiş ekipmanlar sergileniyordu. İnsanların yüzleri gülüyor, kahkahalar yankılanıyordu.

Akira büyülenmiş gibi fısıldadı.

— Ne kadar mutlu bir şehir…

Yui gözlerini kapatarak enerjiyi hissetti.

— Eldravon'un aksine burada negatif enerji bile yok.

Arisawa başını salladı.

— Evet, burası böyledir. Ama unutmayın… kapıdaki askerler gibi dolandırıcılar da çoktur.

Raiga kaşlarını kaldırdı.

— Peki buraya neden geldik?

Arisawa etrafa bakındı, gözleri kalabalığı taradı.

— Onu, kimsenin duymayacağı bir yerde konuşacağız.

Kısa süre sonra büyük bir otelin önünde durdular. İçeri girdiklerinde masanın arkasında duran genç bir kız onları selamladı.

— Hoş geldiniz! Nasıl yardımcı olabilirim?

Arisawa sakin bir şekilde konuştu.

— Bize bir kişilik oda ayarlayın.

Raiga patladı.

— Hey! Biz dört kişiyiz şerefsiz!

Arisawa, Raiga'ya yan yan baktı.

— Parayı sen vereceksen, dört kişilik oda kiralayalım.

Üçlü aynı anda sustu.

Kız hafifçe güldü.

— Tamamdır. Günlük ücret 2 sikke.

Arisawa parayı çıkarıp verdi.

— Sadece bir gün kalacağız.

Odalarına çıktıklarında Arisawa camları kapattı, perdelere dokunup odanın karanlığa gömülmesini sağladı. Sonra dönüp üçlünün gözlerinin içine baktı.

— Şimdi… size görevimizi anlatacağım.

Raiga hemen bağırdı.

— Hadi anlat! Bir an önce bitirelim de saraya dönelim. Ayrıca burada tek yatak var! Biz nerede yatacağız?!

Akira şaşkınlıkla yatağa bakıp doğruladı.

— Doğru… üç kişi bir yatakta yatamayız.

Arisawa elini kaldırarak susturdu.

— Onu akşama konuşuruz. Asıl konu… 'Efsanevi Kılıç Setsuna.'

Odada bir sessizlik oldu.

Yui kaşlarını çatıp düşündü, sonra usulca konuştu.

— Efsanevi kılıç setsuna… sadece seçtiği kişinin kullanabildiği, inanılmaz güçlü bir silah değil mi?

Arisawa başını salladı.

— Evet. Biz de onu bulmaya geldik.

Üçlü donakaldı.

Yui heyecanla devam etti.

— Ama… yüz senedir kayıp olduğu söyleniyor.

Arisawa gözlerinde ciddiyetle: 

— Elime bir ipucu geçti, nerede olduğunu biliyorum.

Akira'nın gözleri parladı.

— Vay be… demek havalı bir kılıcı bulmaya geldik!

Raiga yumruğunu sıktı.

— Zaten kılıcımı değiştirmem gerekiyordu. Bu iyi oldu.

Yui gülerek başını iki yana salladı.

— Kılıcı sadece seçilen kullanabilir.

Akira düşündü.

— Yüz sene önce kullanıldığına göre… demek biri seçilmişti.

Arisawa, alçak bir sesle onayladı.

— Evet. Yüz yıl önceki savaşta büyük rol oynayan biri kullanmıştı. Ama kim olduğu ya da adını bilmiyoruz. Onun ölümünden sonra kılıç kayboldu.

Raiga şüpheyle kaşlarını kaldırdı.

— Ya bu sadece bir efsaneyse?

Akira suratını ekşitti.

— O zaman boşa mı geldik yani?

Yui derin bir nefes aldı.

— Hayır. Bu… gerçek olması yüksek ihtimal olan bir efsane.

Arisawa bakışlarını sıkılaştırdı.

— Doğru, ve biz kılıcı seçilmek için değil, düşmanlarımızın eline geçmesin diye arıyoruz.

Yui başını salladı.

— Anladım… bu mantıklı.

Raiga homurdandı.

— Bence çok saçma.

Bir süre otelde durduktan sonra dışarı çıkarlar ve Granithold'un dışına doğru yürümeye başlarlar

Granithold'un sokakları arkada kalırken gökyüzü koyulaşmaya başlamıştı. Taş yolların yerine artık çamurlu patikalar çıkıyor, şehir gürültüsü yerini uğuldayan rüzgâra bırakıyordu. Dört kişi ağır adımlarla dağların derinliklerine doğru ilerliyordu.

Arisawa, önden sessizce yürüyordu. Arkasından gelen Akira sürekli etrafına bakıyor, Raiga homurdanarak söyleniyor, Yui ise bir yandan not alır gibi sessizce hafızasına kazıyordu.

Raiga, sonunda dayanamayarak sordu:

— Ee mavi herif, hâlâ nereye gittiğimizi tam olarak anlatmadın. Yarım saattir taşlara bakarak yürüyoruz.

Arisawa başını bile çevirmeden yanıtladı:

— Dağın kalbine gidiyoruz.

Akira şaşkınlıkla gözlerini büyüttü.

— Dağın kalbine mi? Orada ne var?

Yui hemen devreye girdi, ciddiyetle konuştu:

— Kara Zirve'nin mağaraları… Granithold halkı orayı 'dönüşü olmayan yer' diye adlandırır. İçeri giren pek az kişi geri dönebilmiş.

Raiga heyecanlandı.

— Harika. Tam benlik bir yer!

Akira güldü:

— Korkmayacağına emin misin?

Raiga dişlerini sıktı.

— Kapa çeneni aptal!

Yui kahkahasını tutamayıp güldü.

— Her zamanki gibi ikinizin kavgası yüzünden dikkat dağılıyor. Oysa burası şaka yapılacak bir yer değil.

Arisawa derin bir nefes aldı, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu.

— Evet, ciddiyet zamanı. İçeri girdiğimizde her biriniz sınanacaksınız. Hazır olun.

Uzun bir yürüyüşün ardından sislerin sardığı kayalık bir vadinin kenarında durmuştu. Önlerinde, karanlığın içinde kaybolan devasa bir mağara ağzı uzanıyordu. Giriş, sanki yüzyıllar önce devasa ellerle oyulmuş gibi muntazam taş sütunlarla çevrilmişti. Bazılarının üzerinde hâlâ silinmemiş eski rünler parlıyordu.

Akira büyülenmiş gibi ileri adım attı.

"Vay be…" dedi hayranlıkla. 

— Burası sanki başka bir dünyaya açılan kapı gibi.

Raiga gözlerini kıstı, yüzünde her zamanki o alaycı ifade vardı.

— Bence bu kapı… hiç iyi bir yere çıkmıyor.

Arisawa öne geçti. Soğuk bakışlarını mağaranın karanlık ağzına dikmişti.

— Mağarada tehlikeli ruhlar olduğunu duydum. Bundan sonrası, geri dönüşü olmayan bir sınav olacak.

Akira ürperdi, kısa bir an korku gözlerinde parladı. Ama hemen ardından yumruğunu sıktı, yüzüne kararlı bir ifade yerleştirdi.

— Benim için fark etmez.

Raiga iç çekti. 

— İşte yine başladı…

Yui ise gergin ama kararlı bir ifadeyle başını salladı.

— Hazırız. Öyle değil mi?

"Evet!" dedi Akira hiç düşünmeden.

Raiga omuz silkti. 

— Ne yapalım, geldik bir kere.

Arisawa nihayet hafifçe gülümsedi. 

— Öyleyse başlayalım.

Ve dört kişi, ağır bir sessizlik içinde karanlığa adım attı.

Bir adım atar atmaz dış dünyanın bütün sesleri yok oldu. Ne rüzgârın uğultusu vardı, ne kuş sesleri. Sadece mağaranın derinliklerinden gelen damla sesleri yankılanıyordu. İçerisi nemliydi, duvarlardaki yosunlar solgun bir ışık yayıyordu ama o ışık, insanın içini daha da 

ürperten türdendi.

Raiga, omzundaki kılıcı yoklarken:

— Burası hiç hoşuma gitmedi.

"Şaşırdım," dedi Akira sırıtarak, 

— ben daha çok korkmanı beklerdim.

Raiga kaşlarını çattı.

— Ben mi korkacağım! Aptal?!

Yui geride kalarak ikisinin kavgasını izledi. Hafifçe gülümsedi. 

— En azından uzun süre birlikte savaştınız. Bu güven verici.

Akira ile Raiga aynı anda sustu, sonra ters ters birbirlerine baktı.

Dar bir geçitten geçerken Akira'nın ayağı yanlışlıkla zemindeki taş levhaya bastı. Bir anda bütün mağara gürültüyle sarsıldı. Yukarıdan kocaman sivri taşlar kopup düşmeye başladı.

Yui bağırdı.

— Dikkat edin!.

Raiga refleksle Akira'yı kenara itti. Devasa kaya parçaları, az önce Akira'nın durduğu noktaya büyük bir gürültüyle saplandı. Toz bulutu etraflarını sardı.

Akira öksürerek ayağa kalktı. 

— Beni kurtardın…

Raiga sertçe baktı. 

— Yanlış anlama aptal. Senin salaklığın yüzünden hepimiz ölecektik.

Akira gülümsedi. 

— Yine de teşekkür ederim.

Raiga homurdandı. 

— Sana bir daha yardım etmeyeceğim haberin olsun!

Yui sessizce gülüyordu. Arisawa ise hiçbir şey olmamış gibi önden yürümeye devam etti. 

— Bu sadece başlangıç.

Mağaranın daha derinlerinde yerden kara dumanlar yükselmeye başladı. Dumanın içinden acı çeken yüzlere sahip şeffaf varlıklar çıktı. Çığlık çığlığa dört kişiye saldırdılar.

Akira panikle geri çekildi. 

— Bunlar da ne böyle!?

Yui hemen pozitif enerjisini yaydı. Avuçlarından çıkan ışık, birkaç ruhu geri püskürttü ama bazıları hâlâ saldırıyordu. İçlerinden biri hızla Akira'nın koluna sarıldı.

Soğuk bir his damarlarına işliyordu.

Raiga kılıcını savurdu ama ruh kesilmedi. 

— Kahretsin!

O anda Arisawa öne çıktı. Sakin adımlarla Akira'nın yanına geldi, elini Akira'nın koluna koydu. Gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Ardından güçlü bir enerji dalgası yaydı. Ruh çığlık atarak geri çekildi, sonra duman gibi yok oldu.

Arisawa sert bir sesle açıkladı:

— Bunlar muhafız ruhlar.

Akira nefes nefese yere oturdu. 

— Biraz daha sürseydi…

Raiga dişlerini sıktı. 

— Bu kadar kolay tuzağa düşecek değiliz.

Bir süre sonra önlerindeki zemin aniden çöktü. Alt taraf dipsiz bir uçurumdu. Tek geçiş yolu, eski ve çürümüş bir taş köprüydü.

Raiga öne çıktı. 

— Ben geçiyorum.

Köprü sallana sallana Raiga karşıya geçti. Ardından Akira adım attı. Ama taşlardan biri yerinden oynadı, ayağı kaydı.

Raiga yıldırım hızıyla geri dönüp Akira'nın kolunu yakaladı. 

— Tuttum seni, aptal!

Akira, aşağıdaki karanlığa bakıp gülümsemeye çalıştı. 

— Yine… kurtardın.

Raiga bağırdı: 

— Azıcık dikkat et aptal!

Yui kahkaha atarken, Arisawa sessizce karşıya geçti. 

— Daha dikkatli olun.

Daha derinlerde dar bir odaya ulaştılar. Duvarlar tamamen parlak aynalarla kaplıydı. İçeri adım attıklarında, aniden kendi yansımaları hareket etmeye başladı.

Raiga'nın kopyası kılıcını çekti. 

— Senin gibi beceriksiz birinin varlığını taşımak bana utanç veriyor.

Sonunda devasa bir salona ulaştılar. Ortada taş bir sunağa saplanmış bir kılıç vardı. Altın rünlerle parlıyor, etrafındaki hava titriyordu.

Akira hayranlıkla fısıldadı. 

— Bu… gerçekten efsanevi kılıç…

Raiga'nın gözleri büyümüştü. 

— Yıllardır sadece efsane diye bildiğimiz şey…

Yui kısık sesle ekledi. 

— Kılıcın yaydığı enerji… inanılmaz.

Tam o anda arkalarından uğursuz bir kahkaha duyuldu.

— Haha… benim için buraya kadar gelmişsiniz. Şimdi çekilin de kılıcı alayım.

Dördü birden geri çekildi.

Arisawa öne çıktı. 

— Sen kimsin?

Karanlıktan devasa bir ruh silueti belirdi. Gözleri kan kırmızısı yanıyor, etrafı ölüm dumanıyla kaplıydı.

— Ben, efendi Rion'un sadık askeriyim. Önümden çekilin yoksa sizi öldürürüm.

Ve böylece mağaradaki gerçek sınav, yeni başlıyordu…

More Chapters