Reina, sinirle Akira'ya baktı.
— Hocam, ben bu çocuğu tanıyorum. Sanırım sizin bahsettiğiniz, içine ruh giren soldaki… ve sağdakiyse sınav salonunda çıldıran. Doğru mu?
Akabane cevapladı.
— Hayır. Tam tersi.
Reina şaşırdı.
— İmkânsız!
— Neden öyle dedin?
Reina alaycı bir sesle konuştu.
— Soldakinin o kadar güçlü olmasına imkân yok! O enerji bile kullanamıyor.
Akira gururla gülümsedi.
— Hahaha! Kendinden daha güçlü birini görünce saygı duymalısın.
Reina sinirlendi.
— Ne dedin!!
Akabane aralarına girdi.
— Kapayın çenenizi! Buraya ikinizin de içindeki ruhu çıkarmaya geldim.
Sato öne atıldı.
— İlk benden başlayın! Buradan hemen çıkmak istiyorum.
— Tamam. Kolunu uzat.
Sato kolunu uzattı. Akabane, elini onun koluna koydu, gözlerini kapattı. Sato'nun bedeninden siyah bir enerji çıkmaya başladı. Ruh kaçmaya çalışıyordu, ama Akabane zorlanmadan onu kendi bedenine mühürledi.
Akira etkilendi.
— Vay be… çok iyi!
Sato da aynı şekilde etkilenmişti.
— İnanılmaz…
Reina bağırdı.
— Karşınızdaki bir konsey üyesi! Saygılı konuşun!
Akabane, Sato'yu kafesten çıkardı. Sonra gözlerini Akira'ya çevirdi.
— Sıra sende, sinirli velet.
Akira sinirlendi.
— Hey, düzgün konuş—
Reina aniden Akira'nın ağzını kapattı.
— Kolunu uzat.
Akira istemeyerek kolunu uzattı. Akabane elini onun koluna koydu.
Ama o anda… Akabane'nin kaşları çatıldı.
Akabane içinden
— Neden bu kadar uzun sürüyor…
Bir anda, Akabane'nin kolu şiddetle geri çekildi.
— …Teknik işe yaramadı demek.
Reina tekniğin gücünü bildiğinden dolayı işe yaramamasına anlam veremedi.
— Hocam! Tekniğinizin işe yaramaması imkânsız!
Akabane sert bir sesle cevapladı.
— Bazı ruhlar, bu tekniğe karşı koyabilir.
Akira merakla sordu.
— Ee… artık çıkabilir miyim?
— Hayır. Konsey karar verene kadar burada kalacaksın, velet.
Akira'nın morali bozuldu.
— Ama…
Akabane odadan dışarı çıktı
— Hadi gidelim, Reina.
İkili, sessizlik içinde saraylarına doğru yürüdüler.
Sarayın uzun koridorlarında, ay ışığının taş zemine vurduğu loş ışıkların arasında iki siluet ilerliyordu. Akabane ağır adımlarla yürürken arkasında sadık öğrencisi Reina sessizce onu takip ediyordu. Sarayın duvarlarında asılı bayraklar rüzgârın hafif uğultusuyla dalgalanıyordu.
Birden bir asker önlerine çıkıp saygıyla eğildi.
— Bayan Akabane, Konsey toplandı.
Akabane başını hafifçe salladı, yüzünde soğuk bir ifade vardı.
— Tamam… Reina, sen saraya dön. Aday seçme vakti geldi.
Kız başını öne eğdi, gözleri gölgelerin içinde kayboldu.
— Akabane hocam… bence benim dışımda başka bir öğrenciye ihtiyacınız yok.
Akabane keskin bir bakışla dönüp öğrencisine dikildi.
— Kapa çeneni… ve dediğimi yap.
Reina'nın dudakları titredi, cesareti kırılmıştı.
— T-tamam…
Akabane arkasına bile bakmadan adımlarını hızlandırdı. Sarayın en görkemli bölümüne, Konsey odasına yöneldi. Kapıyı açıp içeri girdiğinde, uzun masanın etrafında neredeyse herkesin yerini almış olduğunu fark etti. Bir sandalye hâlâ boştu.
Noa alaycı bir gülümsemeyle baktı.
— Geç kaldın.
Akabane kaşlarını çatarak karşılık verdi.
— İşim vardı.
Noa dudaklarının kenarında beliren alaycı tebessümüyle yaklaştı.
— Konseyden daha önemli ne işin olabilir ki?
Akabane sert bir ifadeyle tersledi.
— Senin gibi bütün gün sarayda keyif yapmadığım için özür dilerim.
Noa kahkahayı attı.
— Hahaha! Buz banyosunu bir denemelisin.
Masada oturanlardan Daigo öne doğru eğildi.
— Kızı rahat bırak.
Noa gözlerini daralttı.
— Yine mi benimle bir sıkıntın var, ateş köpeği?
Daigo yumruğunu sıktı.
— Var!
Tansiyon giderek yükselirken, Arisawa sakin sesiyle araya girdi.
— Yeter. Odaklanalım.
Akabane sert bir ifadeyle etrafına bakındı.
— Hoshigaki nerede?
Çekingen tavırlarıyla bilinen Sorane kekeleyerek konuştu.
— B-biraz g-geç k-kalacağını s-söyledi.
Arata kaşlarını kaldırıp bağırdı.
— Ne diyorsun, duyamıyorum!
Kuronuma derin bir iç çekti.
— Geç kalması onun suçu. Başlayalım adayları seçmeye.
Noa başını salladı.
— Haklısın.
Akabane kaşlarını daha da çattı.
— Hoshigaki'yi bekleyelim.
Kuronuma küçümseyerek gülümsedi.
— Ne oldu? Genç sevgilin olmadan karar veremiyor musun?
Sözler masada gerginlik yarattı. Akabane yumruğunu sıkarak öfkeyle bağırdı.
— Kapa çeneni!
Arisawa yeniden araya girdi.
— Sakin olun. Hoshigaki'yi beklemek en doğrusu. Unutmayın, Konsey on iki kişiden oluşuyor.
İzumi gözlerini kısmış, soğuk bir sesle konuştu.
— Onun Konsey üyesi olmasına hâlâ karşıyım. Onun babasını öldürdükten sonra neden aramıza aldık?
Natsuhara ellerini masaya koydu.
— Çünkü laboratuvar krallık için yüz yıldır en önemli kaynaklardan biri. Araştırmalar yarıda kalırsa Velmorya için felaket olur.
Daigo öfkeyle masaya vurdu.
— Kahrolası ruhları araştırmak başlı başına saçmalık!
Noa kaşlarını kaldırdı.
— Sana yüz yıl önceki büyük savaşı hatırlatmama gerek yok sanırım.
Tartışma büyürken Akabane sesiyle herkesi susturdu.
— Çenenizi kapayın. Konsey kararını verdi. Hoshigaki'yi bekleyeceğiz.
İzumi kaşlarını çattı.
— Daha kimse karar vermedi ki…
Daigo öfkeyle bağırdı.
— Yine kendi başına iş yapıyorsun, Akabane!
Aynı anda, sarayın altında loş ışıklarla aydınlatılan bir kafeste, Akira zincirlerine yaslanmış, gözleri yorgunluktan kapanıyordu. Demir kapı ağır bir gıcırtıyla açıldı. İçeri giren adama askerler saygıyla eğildi.
— Efendi Hoshigaki
Akira hızla ayağa kalktı.
— Beni artık buradan çıkarın!!
Adam gözlerini kıstı.
— Beni tanımadın mı?
Akira küçümseyerek baktı.
— Kusura bakma, çıkaramadım.
Askerlerden biri öfkeyle ileri atıldı.
— Dikkatli konuş, seni pislik—
Hoshigaki elini kaldırdı.
— Sorun yok.
Akira dişlerini sıktı.
— Tanıdığım tek Konsey üyesi şu sahtekar Arisawa.
Hoshigaki gülümseyerek eğildi.
— Mito desem belki hatırlarsın… ya da Meto muydu?
Akira bir an duraksadı, hafızasında bir anı kıpırdadı.
— Sen…! O laboratuvarın kapısında çalıların arasında karşılaştığım adam!
Askerler şaşkınlıkla birbirine baktı.
Hoshigaki başını salladı.
— Doğru bildin.
Akira gözlerini büyüttü.
— O gün… laboratuvarda içime bir ruh girmişti.
Hoshigaki kısık bir sesle mırıldandı.
— Ve kontrol sende kalmış… Bu ilginç.
Akira öne atıldı.
— Neden?
Hoshigaki ciddi bir ifadeyle açıkladı.
— Çünkü normalde güçlü ruhlar insanı öldürüp bedenini ele geçirir.
Akira omuz silkti.
— Benim içimdeki moruk bunu yapamıyor galiba.
Hoshigaki kaşlarını kaldırdı.
— …Moruk mu? Ruh yaşlı mı yani?
Akira gülerek açıkladı.
— Yaşlı bir sesi vardı. Saçları da bembeyaz. O kesinlikle bir moruk!
Hoshigaki sordu.
— Peki sana güç veriyor mu?
Akira başını iki yana salladı.
— Hayır. Sürekli 'anlaşmadan' bahsedip duruyor.
Hoshigaki düşünceli bir şekilde mırıldandı.
— Anlıyorum… Buraya geliş sebebim belli oldu. Kontrolün sende mi, görmek istedim. Şimdi Konsey odasına çıkacağım. Yirmi yedi aday seçeceğiz. Seninle ilgili kararımızı da orada vereceğiz.
Bir anlığına ortadan kayboldu. Bir sonraki saniye Konsey odasının kapısı açıldı.
— Geciktiğim için herkesten öz—
Sözünü tamamlayamadan Akabane'nin yumruğu yüzüne indi.
Hoshigaki kaşlarını silerek sordu.
— Bu da neydi, Lady Akabane?
Akabane öfkeyle bağırdı.
— On dakika geç kaldığının farkında mısın?
Hoshigaki derin bir nefes aldı.
— …Evet. Bir işim vardı.
Arisawa söz aldı.
— Hoshigaki de geldiğine göre başlayalım. Önünüzdeki belgelere kendi önerilerimi ve takımları yazdım.
Akabane belgeleri kaldırıp inceledi.
— Güzel düşünülmüş… ama ben de araştırdım. Takımıma en uygun iki kişi bunlar değil.
Arisawa sakince cevapladı.
— O halde herkes istediği öğrencileri seçsin. Aynı öğrenci birkaç kişi tarafından seçilirse, Konsey karar versin.
Noa dudak büktü.
— Zekice.
Daigo homurdandı.
— Zaten şu çocuk sayesinde seçeneklerimiz azaldı.
İzumi soğuk bir ifadeyle konuştu.
— Evet, sınav yerinin yarısı kaçtı. Yetmiş beş kişi kaldı. Yirmi yedi aday seçmek zor olmayacak.
Arisawa ellerini birleştirdi.
— Düşünmek için zaman verelim. Önünüzdeki belgelerde tüm öğrencilerin kimlik kartları ve yetenekleri yazılı.
Noa kıkırdayarak güldü.
— Ben bunları Arisawa'nın yaptığını sanmıyorum.
Arisawa omuz silkti.
— Tabii ki ben uyurken hepsini hizmetkarlarım yaptı.
Masada kısa bir kahkaha yayıldı. Dakikalar süren sessizliğin ardından herkes seçimlerini bitirdi.
En sonunda Arisawa söz aldı.
— Benim seçimlerim: Yui Volt, Raiga… ve Akira Valen.
Odanın havası bir anda değişti.
Noa şaşkınlıkla sordu.
— Valen mi?
Daigo öfkeyle bağırdı.
— Hey! Bu çocuk canavar çocuk değil mi?
Sorane titreyerek konuştu.
— B-bu k-korkunç…
İzumi gözlerini daralttı.
— Mira Valen ile bir alakası var mı?
Arisawa sakince cevapladı.
— Mira Valen'in kardeşi.
Daigo şaşkınlıkla bağırdı.
— Ne!? Öyle güzel bir kızın böyle bir canavar kardeşi mi olur!
Makise soğuk sesiyle araya girdi.
— Bu ruhla alakalı bir durum. Çocuk canavar değil.
Tartışmalar kızışırken herkes birbiriyle konuşmaya başladı. En sonunda Arata söze girdi.
— Bir önerim var. Eğer ruhla anlaşma yapabilirse izin verelim. Yapamazsa… öldürelim.
Masada sessizlik çöktü. Sonunda Arisawa konuştu.
— Kabul ediyorum. Oylayalım.
Eller tek tek kalktı. Sonuç açıktı.
9'a karşı 3.
Konsey, Akira Valen'in kaderini belirlemişti.
Konsey kararını verdikten sonra Arisawa ağır adımlarla bodruma doğru indi. Dar koridorları aydınlatan loş lambaların altında yürürken sessizlik yalnızca çizmelerinin taş zemine vuruşuyla bozuluyordu. Bodrumun kapısını açtığında içerideki askerler onu fark etti ve derhal eğildiler.
Akira, demir parmaklıkların ardında duvara yaslanmış, gözlerini tavana dikmişti. Yorgun ve alaycı bir sesle mırıldandı.
— Yine kim geldi acaba…
Gözleri Arisawa'ya kayınca birden dikleşti.
— Seni sahtekâr şerefsiz!
Sinirle parmaklıklardan kollarını uzatıp Arisawa'ya dokunmaya çalıştı.
— Hani sadece bir saat kalacaktım? Ayrıca bu odada yatak bile yok!
Arisawa yüzünü ciddiyetle eğdi.
— Sakin ol… seni çıkarmaya geldim.
Akira homurdandı.
— Tabii ki çıkaracaksın!
Arisawa, kilidi açtı ve kapıyı araladı. Akira homurdanarak doğruldu. Uykulu gözlerini ovuşturduktan sonra umursamaz bir sesle konuştu.
— Benimle gel.
Akira şüpheyle baktı.
— Bu sefer sana inanırım sanki…
Ama Arisawa'nın yüzündeki alışılmadık ciddiyet, Akira'nın istemese de peşinden yürümesine neden oldu.
Koridor boyunca ilerlerlerken Arisawa konuştu.
— Senin içindeki ruhla bir anlaşma yapman gerekiyor.
Akira bir an durdu, kaşlarını çattı.
— Anlaşma mı? Meto da bundan bahsetmişti.
Arisawa kaşlarını kaldırdı.
— Meto mu?
Akira başını salladı.
— Evet, şu genç konsey üyesi.
Arisawa şaşırdı, ardından kısa bir mırıldanmayla konuştu.
— Anladım.
Akira içini çekti.
— Metoya söyledim, sana da söyleyeyim… O yaşlı moruğun benimle anlaşma yapacağını hiç sanmıyorum.
Arisawa merakla sordu.
— Neden?
Akira düşündü.
— Sanırım daha önce birkaç kere karşıma çıktı. Bana gücünü vermeyi reddediyor.
Arisawa derin bir nefes aldı.
— Bence artık fikrini değiştirmiştir.
Akira'nın yüzü asıldı.
— Sınav yerinde olanlardan mı bahsediyorsun?
Arisawa dikkatle baktı.
— Hatırlıyor musun?
Akira başını salladı.
— Hayır… Ama onların benim eserim olduğunu biliyorum.
Arisawa gözlerini kıstı.
— Ruh bedenini ele geçirmeden bu kadar gücü kullanabilmen… Çok ilginç. Daha önce hiç böyle bir şey görmedim.
Akira sessiz kaldı.
Arisawa anlatmaya başladı.
— Bak, sana açıklayayım. Ruh sana gücünü verse bile tamamını vermez. Bunun sebepleri var.
Akira merakla sordu.
— Ne gibi?
Arisawa ciddiyetle konuştu.
— Birincisi, kontrolünü kaybedersen ruh da ölebilir. İkincisi… ruhların nasıl oluştuğunu biliyor musun?
Akira kafasını kaşıdı.
— Hmm… insanlar öldükten sonra ruh olmuyorlar mı?
Arisawa gözlerini kıstı.
— O zaman bu kadar insan ölmesine rağmen neden bu kadar az ruh var diye düşündün mü hiç?
Akira'nın gözleri açıldı.
— Doğru… Eğer dediğin gibiyse herkesin ruhu olmalıydı.
Arisawa başını salladı.
— Bir insan ölmeden önce yasaklanmış, lanetlenmiş bir ruh tekniğini kullanırsa… bedeni ölse bile ruhu bu dünyada kalmaya devam eder.
Akira merakla öne eğildi.
— Peki bu tekniğin dezavantajı yok mu?
Arisawa duraksamadan cevapladı.
— Tabii ki var. Bu teknik insan enerjisinin büyük kısmını emer. Normal insanlarda %90, güçlü kullanıcılar da %70'e kadar enerji kaybeder.
Akira donakaldı.
— Yani içimdeki ruh gerçekten güçlü ise… şu an gücünün yalnızca %30'unu kullanabiliyor.
Arisawa sakin bir sesle doğruladı.
— Aynen öyle. Sınav salonundaki gücüne bakarsak, o ruh gerçek gücünde Konsey üyelerinden bile daha güçlü.
Akira şokla bağırdı.
— Ne!? Konsey üyelerinden bile güçlü mü?
Arisawa ekledi.
— Ama unutma… sadece %30'unu kullanabiliyor.
Akira kısık bir sesle mırıldandı.
— Bu bile fazlasıyla güçlü olur…
Arisawa önünde durdu.
— Geldik.
Karşılarında boş bir oda vardı.
Akira kaşlarını kaldırdı.
— Bu boş odada ne var ki?
Arisawa kapıyı açtı.
— Bu oda içindeki ruhunu ortaya çıkmaya zorlar. Onunla istediğin kadar konuşabileceksin.
Akira kısa bir duraksamanın ardından içeri girdi.
— Tamam o halde, giriyorum.
Odanın ortasında iki sandalye vardı. Akira birine oturdu. Arisawa kapıyı kapattı ve birkaç kilit çevirdi.
Akira homurdandı.
— Arisawa hocam… bu kadar kilit biraz abartı olmuyor mu?
Arisawa başını salladı.
— Eğer tahmin ettiğim gibiyse, bu kilitler az bile. Şimdi… gözlerini kapa ve ruhuna ulaşmaya çalış.
Akira gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Karanlık bir boşluğun içinde sürüklendiğini hissetti.
Bir süre sonra gözlerini açtığında karşısında uzun beyaz saçlı, siyah kıyafetler giymiş, kral tacı takmış yaşlı bir adam oturuyordu.
Akira homurdanarak konuştu.
— Arisawa, işe yaramadı… karşıma bildiğin bir bunak çıktı.
Arisawa'nın sesi zihninde yankılandı.
— O… ruh.
Akira'nın gözleri büyüdü.
— Ha? Huh?! … AHAHAH!
Akira kahkahalarla güldü.
— Bunca zamandır şaka yapıyordum… ama sen gerçekten bunak çıktın!
Yaşlı adam öfkeyle kaşlarını çattı.
— Adım Valtherion. Beni konuşturmaya zorlamak… anlaşma yapmak istiyorsun demek.
Akira gülümseyerek alay etti.
— Moruk, sen nasıl hâlâ yaşıyorsun acaba? Kaç yaşındasın?
Valtherion sert bir sesle bağırdı.
— Azıcık ciddi ol, velet! Yoksa anlaşma için tek kelime etmem!
Akira şaşkınlıkla irkildi.
— Dur… ne? Anlaşma yapmak mı? Sen de istiyorsun demek!
Valtherion homurdandı.
— İstemiyorum. Ama… sana gücümün küçük bir kısmını verebilirim.
Akira dudak büktü.
— Ha? Zaten gücünün %30'u kalmış. Onun da küçük bir kısmı beni nasıl kurtaracak?
Valtherion kahkaha attı, ardından ciddileşti.
— %30 mu? Sen benim ne kadar güç kaybettiğimden habersizsin.
Akira kaşlarını kaldırdı.
— … %30'dan daha mı fazla kaybettin?
Valtherion'un gözleri karardı.
— Her şeyimi kaybettim! On kaosumu… eski gücümü… hızımı! O hepsini benden aldı, beni çöpmüş gibi yok etti!
Akira kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla sordu.
— Yani… sen ruh tekniğini kullanırken mi kaybettin bunları?
Valtherion öfkeyle homurdandı, gözlerinde ateş parlıyordu.
— Ruh tekniği mi? Hah! Volgrathları küçümseme, velet! Tüm gücümü elimden alan o'ydu. O yaptı!
Sessizlik çöktü. Valtherion'un yüzündeki nefret, Akira'nın tüylerini diken diken etmişti.
Valtherion hiddetle devam etti.
— Tekniği kullandığımda gücüm %30'dan %15'e düştü.
Akira gerildi, sesi titreyerek sordu.
— … O dediğin kim?
Valtherion sessizleşti, gözleri karardı.
— O öldü. Onu konuşmanın anlamı yok artık.
Akira'nın kaşları çatıldı.
— Yani gücünün %15'i elinde… ve sen bana bunun da küçük bir kısmını vermek istiyorsun.
Valtherion ağır ağır başını salladı.
— Evet. Şu anda yaklaşık üçte birini sana verebilirim.
Akira'nın gözleri parladı, içinde umut kıvılcımları yanıp söndü.
— Üçte bir… Bu benim kral olmam için yeter mi?
Valtherion dik bir sesle karşılık verdi.
— Konsey üyelerinden daha güçlü olacaksın.
Akira heyecanla irkildi, ama hemen hiddetle karşı çıktı.
— Üçte bir ile bu mümkün değil! … Sen, sen normalde ne kadar güçlüydün?
Valtherion derin bir nefes alarak gururla konuştu.
— Hayatım boyunca binlerce savaşa girdim. Ama yalnızca bir kez kaybettim.
Akira bir an sustu. Sonra saygıyla başını eğdi.
— Anlaşma iki taraflı olur. Eminim benden bir şeyler isteyeceksin.
Valtherion hafifçe gülümsedi.
— Aptal velet… anladığına sevindim.
Akira sinirlendi, dişlerini sıktı ama ses etmedi.
Valtherion'un gözleri ciddiyetle parladı.
— Normalde senden çok şey isterdim. Ama senden hiçbir şey istemeyeceğim. Gücümü sana direkt vereceğim. Böylece beni uyandırmana bile gerek olmayacak.
Akira heyecanla ayağa fırladı, yüzünde saf bir sevinç belirdi.
— Moruk, sen harbi çok iyi bir adamsın! İlk gördüğümde seni iblis sanmıştım… özür dilerim!
Valtherion gülümsedi, ağır adımlarla elini uzattı.
Akira da gülümseyerek onun elini kavradı. O anda kırmızı çizgiler Akira'nın elinden koluna, oradan sağ gözüne doğru yayıldı. Enerji, damarlarını yakıyor gibi bütün bedenini sarsıyordu.
Ama bir anda… her şey değişti.
Akira kendini karanlığın ortasında buldu.
— B-burası da neresi?
Karanlıkta bir süre yürüdü. Önünde kanlı bir kapı belirdi. Tokmağında pıhtılaşmış kan vardı. Titreyerek tokmağı çevirdi ve içeri girdi.
Tavandan kan damlamaya başladı. Ardından yağmur gibi akmaya başladı. Yerdeki kan yükseldi, bacaklarına kadar geldi.
— B-bu… o zamankine benziyor…
Karanlık aydınlanmaya başladı. Ve Akira dondu kaldı.
Önünde yüzlerce cesetten oluşmuş bir dağ vardı. Dağın tepesinde beyaz saçlı bir ceset oturuyordu.
Karanlığın içinden siyah kısa saçlı, yüzü görünmeyen bir adam çıktı. Beyaz saçlı cesedi Akira'nın yanına fırlattı.
Akira cesete bakınca… Valtherion'un cansız yüzünü gördü.
— V-Valtherion…
Ceset ayağa kalktı. Arkasındaki ceset dağı çözüldü ve hepsi Akira'ya doğru koşmaya başladı.
— D-durun! Beni bırakın!
Akira bir süre koştu ama
Valtherion'un cesedi Akira'yı yakaladı ve dişlerini onun etine geçirdi.
— Aaaaghhhhhh!
Sonra diğer cesetler de üstüne atladı. Dişleriyle parçalamaya başladılar.
— V-Valtherion!!! Beni kandırdın!
Çığlıkları odanın içinde yankılandı.
— YUIII!!! B-beni kurtar!! Nolur… birisi…!
Bir anda gözlerini açtı. Soluğu kesilmişti. Ter içinde kalmış, nefes nefese yatağında doğruldu.
Etrafına baktığında… bir hastane odasındaydı.
Akira derin derin nefes aldı. Gözlerinde hâlâ korkunç bir bakış vardı…