Hava çoktan kararmış, gökyüzünü ağır gri bulutlar kaplamıştı. Sokaklarda ıslak taşların üzerinde yağmur damlaları yankılanıyordu. Akira, düşünceli ve sessiz bir şekilde yavaş adımlarla evine doğru yürüyordu. İçindeki sesler birbirine karışmıştı.
Düşüncelerine öylesine dalmıştı ki, yolun ne kadar uzadığını fark etmedi. Birkaç adım sonra başını kaldırdı, karanlık sokakları izledi ve fısıldadı:
— Çok uzun sürdü… Demek fazla uzaklaşmışım.
Yağmur giderek hızlanıyordu. Kapıya vardığında üstü başı tamamen ıslanmıştı. Elini kapıya vurdu. Kısa bir süre sonra kapı açıldı, büyükannesi telaşla Akira'yı içeri çekti.
— Akira… çok ıslanmışsın! Çabuk içeri gel, üşütürsün!
Akira, hâlâ düşüncelerine gömülmüş halde yavaşça yanıtladı:
— Tamam, nene.
Büyükannesi onun dalgınlığını fark etti, kaşlarını çattı.
— Ne düşünüyorsun böyle, aklın nerelerde?
Akira ağır adımlarla eve girdi.
— Hiçbir şey…
Bu sırada büyükbabası gazetesini masanın üzerine bıraktı ve Akira'ya dönerek gülümsemeye çalıştı. Ayağa kalktı, ona sarıldı.
— Akira, bu ne hal? Üstün başın ıslanmış. Yoksa yine bir şeye mi üzüldün?
Akira gözlerini yere indirdi.
— Hayır, bir şeyim yok…
Akira odasına geçti. Kapıyı kapatıp masasına oturdu. Camdan dışarıya baktı. Eline bir kâğıt aldı, düşüncelerini yazmaya başladı. Ablasının ölümüyle ilgili bildiği her şeyi sıralıyordu.
Bir anda zihninde eski bir anı canlandı.
Mira, her zamanki neşeli gülümsemesiyle dışarı çıkıyordu.
— Akira, ben gidiyorum!
Akira merakla sordu:
— Abla, yine nereye gidiyorsun?
Mira cevapladı:
— Tabii ki laboratuvara. Beni çağırıyorlar. Hey, sen ne okuyorsun?
Akira gazetesini kaldırdı.
— Gazete…
Gazetede laboratuvar ve gizli deneylerle ilgili yazılar vardı. Mira'nın yüzü bir anda değişti, sesi sertleşti.
— Böyle saçmalıkları okumamalısın. Laboratuvar asla gizli şeyler yapmaz.
Akira şaşkınlıkla sordu:
— Ama abla, bir adamdan duydum ki laboratuvar insanlar üzerinde deney yapıyormuş…
Mira aniden sinirlendi.
— Hayır! Öyle bir şey yok!
Gazeteyi onun elinden aldı, sonra sinirlendiğini fark edip pişman oldu. Yavaşça eğildi, Akira'nın alnından öptü ve dışarı çıktı.
Akira gözlerini açtığında bu anı zihninde yeniden yaşamış gibiydi. Dudaklarından fısıltıyla döküldü:
— Laboratuvar bir şeyler saklıyor…
Artık kararını vermişti. Gerçeği kendi gözleriyle görecekti
Bu anı akıranın zihninde netleştiğinde, laboratuvarın bir sır sakladığını anlamıştı. Gerçeği öğrenmeye kararlıydı. Ertesi sabah kalktı, üstünü değiştirdi ve dışarı çıktı.
Nenesi meraklı bir şekilde sordu:
— Akira, nereye gidiyorsun?
— Okula.
Nene şaşırdı.
— Hiç bu kadar iştahlı okula gittiğini görmemiştim.
Akira hafifçe gülümsedi.
— Ben de görmemiştim. Ama artık çok çalışmak istiyorum.
Koşarak şehir merkezine yöneldi. İç sesi ona rehberlik ediyordu:
— Yanlış hatırlamıyorsam, laboratuvar kale duvarlarının arkasındaydı… Ablam beni bir keresinde götürmüştü.
Sonunda laboratuvar kapısını gördü. Kapıda iki asker nöbet tutuyordu. Akira bir çalının arkasına saklanıp plan yapmaya başladı. Sonra şehir merkezine indi, beyaz bir laboratuvar önlüğü aldı ve geri döndü.
Kapıya doğru yürüdü. Ancak askerler onu hemen durdurdu.
— Seni burada daha önce görmedik. Kartını göster.
Akira gülerek konuştu:
— Kart mı? Hahaha… İlk günüm. Kartımı evde unutmuşum.
Askerler kaşlarını çattı. Akira, bahane uyduramayacağını anlayınca geriye çekildi ve çalılıkların arasına döndü. O sırada gizemli bir ses duydu:
— Evet, değişim saatleri var… ama biraz beklemen gerekiyor.
Akira irkildi ve bağırdı:
— Aaghh! Sen de kimsin?!
Adam yavaşça ortaya çıktı. Gözlerinde gizemli bir ışık parlıyordu.
— Sen gerçekten aptalsın.
Akira dişlerini sıktı.
— Kapa çeneni! Sen kimsin?
Adam gülümsedi.
— Sakin ol. Kimseye söylemeyeceğim.
— Sana kim olduğunu sordum!
— Burada çalışıyorum. Sana yardımcı olabilirim. Öncelikle adın ne?
— Akira.
— Hmm… Soyadın?
— Valen.
Adamın gözleri parladı.
— Valen mi? Mira Valen'le bir alakan var mı?
Akira heyecanlandı.
— Evet! Onu tanıyor muydun?
Adamın yüzünde hüzünlü bir ifade belirdi.
— Evet… Onu tanıyordum. Öldüğünü duyduğuma üzüldüm.
Akira heyecanla sordu:
— Onun hakkında ne biliyorsun?
— Fazla bir şey değil. Babamın arkadaşıydı. Ama anladığım kadarıyla sen onun ölümünü araştırıyorsun.
Akira şaşırdı.
— Evet… Nereden anladın?
Adam hafifçe güldü.
— Laboratuvara gizlice girmeye çalışıyorsun. Ama ablanın odasında bir şey bulamazsın. Her yer temizlendi. Fakat… mühürlü bir dolap var. Hâlâ açamadık.
Akira'nın gözleri parladı.
— Oraya bakmam lazım! Beni içeri sokabilir misin?
Adam başını iki yana salladı.
— Hayır. Ama askerler değişim saatinde yer değiştiriyor. Yalnızca beş dakikan olacak. O zamanı iyi kullanmalısın.
Akira başını salladı.
— Teşekkür ederim… Adın neydi?
— Hmm… Meto.
— Tanıştığımıza memnun oldum, Meto.
Metonun gözleri parladı ve aniden kayboldu. Bir sonraki anda laboratuvar kapısında belirdi ve askerlerle konuşmaya başladı. Akira onu sessizce izledi. Ardından birkaç saat boyunca bekleyip değişim saatlerini not etti ve eve döndü.
Akşam olduğunda Akira, değişim saatinden on beş dakika önce saklandığı çalılığa geri döndü. İki asker farklı yönlere ayrıldığında sessizce hareket ederek laboratuvarın kapısını açtı ve içeri girdi.
Işıkları yaktığında laboratuvarın düşündüğü kadar gizemli olmadığını fark etti; sıradan araştırmalar yapılıyordu. Ancak elindeki kâğıttaki sayıları takip ederek gizli bir kapı buldu. İçerisi kanalizasyonu andıran karanlık ve eski bir tüneldi.
Sayılara göre ilerleyerek Mira'nın çalışma ofisini buldu. Oda terk edilmiş gibiydi; yıllardır kimse dokunmamıştı. Masadaki belgeleri karıştırdı ama işe yarar hiçbir şey bulamadı. Uzun süre aradıktan sonra kilitli bir dolap dikkatini çekti. Kilit, kolyesinin şekline uygundu.
Kolyeyi yavaşça kilide soktu, çevirdi ve kilit açıldı. Dolabı açtığında içinde birkaç sayfalık küçük bir belge buldu. Üzerinde yalnızca şu kelime yazılıydı:
"Ares."
Karanlık koridorlarda bir ses yankılandı. Bu ses Akira'nın kalbini yerinden söküp alacak kadar tanıdıktı.
— Akira… Akira…
Akira bir anda irkildi. O ses… Hayır, imkânsız olmalıydı. Ama kulağı yanılmıyordu.
— Abla… Mira…!
Elindeki belgeyi masanın üzerine bıraktı, kalbi hızlı hızlı çarparken sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Her adımında gözleri daha da doluyordu.
— Akira, buraya gel…
Akira'nın bacakları istemsizce hızlandı. Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatırken, boğuk bir sesle bağırdı:
— Geliyorum… abla, geliyorum!
— Akira… Benim yanıma gel… Akira…
Bu ses, o kadar gerçek, o kadar özlemle doluydu ki Akira artık kendini tutamadı. Gözyaşları sel gibi akıyor, boğazında bir düğüm oluşuyordu. Tüm özlemini, tüm hasretini birden hatırlamıştı.
Birden koşmaya başladı. Koridorlardan geçti, kapıları hızla araladı. Sonunda gözlerinin önüne kocaman, bembeyaz, boş bir oda açıldı. Ve tam ortasında, camın arkasında… Mira oturuyordu.
Akira'nın gözyaşları artık kontrolsüzce akıyordu. Camın diğer tarafında gördüğü ablasına koştu, elleri titreyerek kapının kilit panelindeki tuşlara bastı.
— Abla… Geliyorum! Sana geliyorum! Beni bırakmadığını biliyordum!
— Tabii ki seni bırakmadım… Seni her gün burada bekliyordum
Mira'nın sesi, öylesine sıcak, öylesine güven vericiydi ki.
Kapı açıldığında Akira fırladı, koşarak Mira'ya sarıldı. Titreyen elleriyle sıkıca kavradı, omzuna yaslanıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
— Abla… Seni çok özledim…
Mira'nın elleri yavaşça Akira'nın sırtına dokundu. Yumuşak bir sesle fısıldadı:
— Biliyorum… Ben de seni özledim… Ben senin ablanım… Sonuçta…
Bir anda sesi değişti. Sanki kelimeler boğazına takılmıştı. Son sözcükleri acımasız bir soğukluk taşıyordu:
— Demek… isterdim.
Akira'nın gözleri bir anda büyüdü. Vücudu dondu, nefesi kesildi. Sırtında hissettiği sıcaklık yavaş yavaş buz kesilmiş gibiydi.
Bembeyaz ve huzurlu oda birden çatırdamaya başladı. Duvarlardaki beyazlık soluyor, yeşillikler yok oluyor, yerini çürümüş tahtaların, kırık taşların ve paslı zincirlerin süslediği karanlık, terkedilmiş bir mekân alıyordu.
Akira'nın kollarında tuttuğu Mira yavaş yavaş şekil değiştirmeye başladı. Saçları beyaza boyanıyor, yüz hatları bozuluyor, gözleri kızıl bir ateş gibi parlıyordu. Dudaklarından uğursuz bir gülüş yükseldi.
Akira bir adım geri attı. Dizleri titriyor, yüreği yerinden çıkacak gibi çarpıyordu.
— Hayır… Sen… sen Mira değilsin!
Şekil değiştiren varlık kahkaha attı, yankısı odanın her köşesine yayıldı:
— Hahahaha… İnsanlara en çok istedikleri şeyi gösterdiğinde, hiçbirinin reddedemeyeceğini biliyordum… Siz insanlar… ne kadar da aptalsınız.
Akira'nın gözyaşları öfkeye dönüştü. Nefes nefese kalmıştı.
— Bırak beni!!!
Varlık, adım adım Akira'ya yaklaşırken.
— Artık çok geç… bedenini ele geçireceğim… insaan!
Varlığın gözleri kıpkırmızı parladı, sanki cehennemin alevleri orada yanıyordu. Ardından gölgeler gibi dalgalanan bedeni Akira'ya doğru uzandı. Akira geri çekilmek istedi ama bacakları ağırlaştı; sanki görünmez zincirler onu yere çivilemişti.
— Hayır… hayır yaklaşma!!
Varlık korkunç bir sesle konuştu.
— Artık kaçışın yok…
Ardından bir duman gibi dağıldı, kıpkırmızı bir sis hâlinde Akira'nın göğsüne doğru hücum etti.
Akira'nın gözleri dehşetle büyüdü. Kaçmak için son bir kez hamle yaptı, ama sis çoktan bedenine nüfuz etmişti.
— AAAHHHHHHHHHH!
İlk anda hissettiği şey, tüm damarlarının aynı anda ateşe verilmesiydi. Sanki kızgın demirleri kanının içine dökmüşlerdi. Akira kendini yere attı, yerde kıvranmaya başladı.
Kollarından ve boynundan damarları kıpkırmızı ışıklarla belirginleşti, patlayacak gibi şişmişti. Çığlıkları laboratuvarın karanlık duvarlarında yankılanıyordu.
— AAHHHH! Bu… bu acı… dayanamıyorum!!
Ellerini göğsüne bastırdı ama hiçbir şey değişmedi. Acı, daha da derine işliyordu. Sanki her hücresi paramparça ediliyordu.
Gözleri bulanıklaşırken dudaklarından kan aktı. Derisinin bazı yerleri çatladı ve kırmızı sıvı dışarı sızmaya başladı. Akira delirmiş gibi ellerini duvarlara vurdu, ama hissettiği acı gitgide artıyordu.
— Neden… neden ben!?
Bir anda keskin bir sancı sağ gözünden beynine doğru saplandı. Akira'nın gözleri büyüdü; kan çanağına dönmüştü.
Ve sonra… yere düştüğünde sağ gözünü yerde gördü. Kendi gözünü.
— B-bu…O… Olamaz… bu… benim… gözüm mü…?
O an gerçek bir dehşetle çığlık attı. Görüşü bulanıklaştı, tek gözünden zar zor görebiliyordu.
— AAHHHHHHHHH! Yeter!!!
Acı dayanılmaz hâle geldiğinde gözlerini sımsıkı kapadı ve tüm gücüyle bağırdı.
Ama bir süre sonra, sanki bedeni alışmaya başlamış gibi acı azalmaya başladı. Hâlâ nefes almakta zorlanıyordu, her yanından kan sızıyordu ama kıpırdayabiliyordu.
Tam o sırada dışarıdan askerlerin sesleri yankılandı:
— HEY! Orada ne oluyor!? Bu sesler de neyin nesi!?
Akira, kalan son gücüyle başını çevirdi. Sağında, yarı açık bir çıkış kapısı vardı.
Titreyen kollarıyla yerde sürünerek kapıya doğru ilerledi.
— Hayır… burada kalamam… b-buradan çıkmalıyım…
Her adımı işkenceydi. Yerde kan izleri bırakıyordu.
Sonunda kapıdan dışarı kendini attı. Sırtını soğuk duvara yasladı, göğsünden soluk soluğa nefesler alıyordu.
— Ahhh… lanet olsun… bu… bu acı… bitmiyor… AHHH!
Dizlerinin üzerine çöktü. Birkaç dakika boyunca kendini kaybedecek gibi kıvranarak yerde yuvarlandı.
Ama sonra acı yavaş yavaş dinmeye başladı. Sanki içindeki varlık bedene yerleşmiş ve kontrolü sağlamış gibiydi. Akira zorla ayağa kalktı. Yüzü kanlar içindeydi, bir gözü boş bir çukurdan ibaretti.
Titrek adımlarla eve doğru yürümeye başladı.
Her adımı bir ölüme benziyordu. Ama sonunda kapının önüne geldi, kanlı eliyle kapıyı çaldı.
Kapıyı açan ninesi, karşısındaki manzarayı görünce çığlık attı:
— Akira!? Sen… bu hâlin ne!? Bu… b-bu kan…!?
Akira güçsüzce fısıldadı:
— Nene… yardım et…
Sonra bedeni dayanamadı. Bir çuval gibi yere yığıldı, ninesinin kollarına düşerken bilincini kaybetti.