LightReader

Chapter 2 - Gerçek

Gök gri bir hüzne bürünmüştü. İnce ince, ama hiç durmadan yağan yağmur, mezarlığın taş yollarını karartıyor; sanki gökyüzü Mira'nın ardından yas tutuyordu. Her damla, toprağa düşerken insanın yüreğine işleyen bir ağırlık bırakıyordu.

Kazılmış çukurun başında sessizlik hâkimdi. Toprak ağır bir gıcırtıyla açılmış, tabut yavaşça aşağıya indiriliyordu. Çevredeki insanlar fısıldaşıyor, kimisi ellerini semaya kaldırıp dua ediyor, kimisi ise sessizce gözyaşlarına teslim oluyordu.

Akira… hiçbir şey söylemiyordu. Gözlerinden yaş akmıyordu artık. O kadar ağlamıştı ki gözlerinde tek damla kalmamıştı; geriye yalnızca boş, donuk bir bakış kalmıştı. Dudakları titriyor, fakat açılmıyordu.

Büyükanne ve büyükbabasıysa birbirlerine sarılmış, yüreklerini paramparça eden acıyı tutamayarak hıçkırıklara boğulmuşlardı. Yaşlı bedenleri titriyor, ama elleri sımsıkı kenetlenmişti. Onlar için bu kayıp tarifsiz bir yaraydı. Fakat Akira için… Mira'nın gidişi, kalbinin parçalanmasıydı.

Törenin sonunda insanlar tek tek yanlarına gelip başsağlığı dileklerini sundular.

— Başınız sağ olsun…

— Nurlar içinde yatsın…

Ama Akira, bütün bu seslere sağırdı. Dünyanın sesi kesilmişti onun için. Tek duyduğu şey, göğsüne işleyen, kulaklarında yankılanan yağmurun ritmiydi.

Büyükanne ve büyükbaba yanlarına gelen bir askerle konuşmaya başladığında Akira istemsizce kulak kabarttı. Asker, yorgun ve üzgün bir sesle konuştu:

— Başınız sağ olsun… Mira'nın ölümüyle ilgili dava incelendi. Dosya intihar olarak kapatıldı.

Yaşlı çiftin gözleri dehşetle büyüdü.

— İ-intihar mı?!

— Bu olamaz!

Akira, Mira'nın mezarına bakarken yumruklarını sıktı. Dudaklarından titreyen bir fısıltı döküldü:

— İ… intihar…

Gözleri mezarın üstünde kilitlenmişti. Zihninde Mira'yla geçirdiği anılar bir film şeridi gibi dönüp dolaşıyordu.

Saatler geçti. İnsanlar birer birer ayrıldı. Gökyüzü koyulaşıyor, güneş batıya doğru kayboluyordu. Mezarlığın üzerinde keskin bir serinlik dolaşıyordu. Büyükbaba, sessizce Akira'ya yaklaştı.

— Evlat, artık gidelim. Hava kararıyor…

Nene de gözyaşlarını silerek ekledi:

— Bak yavrum… böyle ıslanıp donarsan hasta olursun. Mira da istemezdi burada kalmanı.

Ama Akira onların sesini duymuyormuş gibi sustu. Sonra birden, yumruğunu sıktı. Titreyen elleri toprağa yönelmişti. Gözlerindeki öfke, yılların acısını tek bir anın içine sığdırmış gibiydi. Ve sonunda sustuğu dilini çözdü:

— Neden… Neden, abla? Neden beni bıraktın?

Neden… neden!?

Çığlığı mezarlığın taş duvarlarından yankılandı. Sanki göğsünün en derinlerinden kopup gelen bir haykırıştı bu; yağmurun uğultusunu bile susturacak kadar güçlüydü. Büyükanne ve büyükbaba donakalmıştı; ne diyeceklerini bilemediler.

Tam o anda…

Soğuk ama güven veren bir el, Akira'nın omzuna hafifçe dokundu. Akira başını hızla çevirdiğinde, karşısında takım elbiseli, uzun boylu, mavi saçlı bir adam gördü. Yüzü gölgeler arasında kayboluyordu, gözleriyse karanlığı yarıp geçen iki keskin bıçak gibiydi.

Adam, derin ama sakin bir sesle konuştu:

— O seni bırakmak istemedi. Seni çok severdi. Bana… senden sık sık bahsederdi.

Akira'nın gözleri büyüdü. Şaşkınlık ve öfke bir arada çırpınıyordu yüzünde. Yumruklarını daha da sıktı.

— O zaman neden burada değil!? Neden beni bırakıp gitti!

Adam derin bir nefes aldı, başını eğdi.

— O kalbimizde yaşıyor. Ve inan bana… burada olsaydı seni böyle görmek istemezdi.

Akira'nın nefesi hızlanıyordu. Öfkenin yerini çaresizlik alıyordu. Dudakları kıpırdadı, ama sesi çıkmadı. Ama… ama o yok… diyemedi.

Adam başını göğe kaldırdı. Yağmur damlaları omuzlarından süzülerek yere düşüyordu. Sesine gizemli bir ağırlık çöktü:

— Bir şeyi bilmen gerek… O intihar etmedi. Büyüdüğünde… gerçeği ara ve beni bul"

Akira donakaldı. Kalbi çarpıyor, göz bebekleri büyüyordu.

— …Gerçek? Ne demek bu?"

Başını kaldırıp adama bakmak istediğinde… kimse yoktu. Ne bir ayak sesi, ne bir gölge. Sanki hiç var olmamış gibi yok olmuştu.

Akira'nın yüzünden süzülen damlalar artık yağmur muydu, gözyaşı mı, ayırt etmek mümkün değildi. Yumrukları gevşedi. İçinde boşluğa düşen bir taşın yankısı vardı.

''Gerçek…'' diye fısıldadı.

Ve o kelime, zihninde yankılandı. Sonsuz bir kuyunun derinliklerine atılmış gibi. Eve dönene kadar aynı sözü tekrar etti.

Artık Mira'nın ölümü, yalnızca bir kayıp değildi. Arkasında gizemli bir sır vardı. Ve o sır… Akira'nın kaderini sonsuza dek değiştirecekti.

Sekiz Yıl Sonra

Güneş parıldıyor, Eldravon'un kalabalık sokaklarına sıcak bir canlılık serpiyordu. Pazar yerinde renk renk kumaşlar sergileniyor, silahların parlayan süsleri göz kamaştırıyor, tezgâhlardan iştah kabartan kokular yükseliyordu. İnsanlar neşeyle alışveriş yapıyor, tüm kalabalığın akışı tek bir yöne yöneliyordu: Krallığın görkemli stadyumuna.

On altı yaşındaki Akira Valen, yanında en yakın dostları Daichi ve Kaito ile birlikte kalabalığın içinde yürüyordu. Yüzünde gülümseme, gözlerinde huzurlu bir parıltı vardı.

Daichi, bir tezgâhtaki ceketleri işaret etti.

— Akira, şuna bak! Tam bize göre.

Kaito heyecanla ekledi:

— Gerçekten harika! Stadyuma gitmeden mutlaka almalıyız.

Akira kollarını iki yana açıp güldü:

— Tabii, parasını siz veriyorsanız hemen alalım. Biliyorsunuz, bütün paramı yemeğe harcadım.

Daichi şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı:

— Bir biftek yedik sadece! Paran nasıl biter?

Kaito kahkahayı attı:

— Berbat durumdasın! Ama boş ver… Daichi öder, değil mi?

Daichi homurdandı:

— Niye ben? Geçen sefer de bana kitlemiştiniz.

Akira kurnazca gülümsedi:

— O hâlde ikiniz birleşin, bana alırsınız. Hahaha!

Kaito bağırdı.

— Akiraaa! 

Ardından merakla sordu:

— Dün asker sınavı yok muydu? Nasıl geçti?

Akira'nın adımları yavaşladı. Gözleri yere indi, sesi kısıldı:

— Yine geçemedim…

Kısa bir sessizlik oldu. Arkadaşlarının yüzünde buruk bir gölge belirdi. Fakat Akira aniden başını kaldırdı, yumruğunu göğsüne vurdu:

— Ama pes etmeyeceğim! Dört ay sonra tekrar deneyeceğim. Ve o zaman kesinlikle kazanacağım!

Gözlerindeki ışık, geleceğe meydan okuyan bir ateş gibiydi.

Kaito da aynı kararlılıkla gülümsedi:

— Umarım… Ben de çok istiyorum.

Daichi, konuyu değiştirmek ister gibi iç çekti:

— Her neyse… Yakında savaş başlayacak.

Akira gözlerini stadyuma dikti. Gözlerinde bir parıltı vardı:

— Evet. Hadi hızlıca gidelim. İleride olacağım askerlerin gücünü görmek istiyorum.

Kaito gururla başını salladı:

— Ben bir yıldır bu günü bekliyorum. Ve ben de özel asker olacağım.

Akira yumruğunu sıkıp gülümsedi:

— Elbette! Hep birlikte sarayda çalışacağız. En güçlü askerler biz olacağız!

Daichi, ikisinin hayaline gülerek karşılık verdi:

— Off… Şu hayalleri bırakın da biletlerinizi kontrol edin.

Akira bileti çıkarıp salladı:

— Benimki burada.

Kaito da gösterdi:

— Benimki de burada.

Daichi de biletini çıkardı:

— Tamam. O zaman haydi!

Üçü, kalabalığın arasından sıyrılıp devasa stadyumun önüne geldiğinde nefesleri kesildi. Taş ve çelikten yapılmış bu muazzam yapı, göğe uzanan bir kale gibiydi. Kapıda iki ağır zırhlı asker biletleri kontrol ediyordu.

Biletleri verip içeri girdiklerinde karşılarına dev bir arena çıktı. Binlerce seyircinin tezahüratı gökyüzüne çarpıp yankılanıyordu. Stadyumun en üstünde, camla çevrili ihtişamlı bir bölüm dikkat çekiyordu: 12'li Konsey'in özel locası.

Akira hayranlıkla sordu:

— Orada niye öyle özel bir yer var acaba?

Yanlarında duran yaşlı bir adam alaycı bir gülümsemeyle açıkladı:

— Bilmiyor musun evlat? Orası krallığın en güçlülerinin, 12'li Konsey'in odası.

Akira'nın gözleri ışıldadı:

— Ne?! Onlar da mı izliyor?!

Adam başını salladı:

— Elbette. Her sene gelirler. Hem gözlem yaparlar hem de adayları izlerler.

Akira gözlerini arenadan ayırmadan fısıldadı:

— Bir gün… Ben de burada savaşacağım. Ve tüm konseyin dikkatini çekeceğim.

Kaito gülümseyerek omzuna dokundu:

— Sana inanıyorum, Akira.

Aniden yankı gibi bir ses bütün stadyumu doldurdu:

— Sayın seyirciler! Çok beklediğiniz büyük savaşlar birazdan başlayacak!

Seyirciler çığlıklarla coşarken anons devam etti:

— Önce sizlere arenaya çıkacak olanları tanıtacağım. İlk olarak, pozitif enerji kullanıcısı Büyük Buz Savaşçısı, aynı zamanda 12'li Konsey'den Noa Yukishiro, yani Buz Kralı'nın oğlu!

Stadyum alkışlarla çalkalandı.

— Ve onun rakibi… Yine 12'li Konsey'den Ateş Ejderhası'nın oğlu! Bu düello arenayı altüst edecek!

Kitle çığlık atarken bariyer ustalarının parlayan elleri arenayı kuşatıyor, enerji sızıntılarını engellemek için mavi kalkanlar oluşturuyordu.

Akira heyecanla parmağını işaret etti:

— Bakın! Konsey geldi!

Daichi heyecandan titredi:

— İnanamıyorum… Onları canlı görüyorum!

Stadyum bir kez daha uğultuyla doldu. Anonsçunun sesi gürledi:

— Sayın seyirciler! İşte beklediğiniz an geldi! Sarayın en güçlü özel askerlerinin varisleri… Buz Kralı'nın oğlu ve Ateş Ejderhası'nın oğlu karşı karşıya gelecek!

Kalabalık çılgına dönmüştü.

— Bariyerciler, işinize odaklanın! Enerji sızarsa kötü şeyler olur!

Arena kapıları ağır ağır açıldı. İki genç savaşçı karşı karşıya geldi. Biri buz gibi soğuk bakışlarla yürürken adımlarının ardından buz parçaları bırakıyordu. Diğeri alev gibi saçlarıyla, her nefes alışında sıcak dalgaları yayıyordu.

Kapılar kapandığında bütün stadyum sessizleşti. İki rakip göz göze geldi.

Anonsçunun sesi titredi.

— Hazırsanız… başlayın!!

Bir anda arenada büyük bir sessizlik çöktü. Seyirciler nefeslerini tutmuştu. İki rakip ağır adımlarla birbirlerine yaklaşırken gerginlik neredeyse elle tutulacak kadar yoğundu.

Ateş Ejderhası'nın oğlu gözlerini rakibine dikti:

— Adını öğrenebilir miyim?

Buz Kralı'nın oğlu dimdik durdu:

— Rui Yukishiro. Buz Kralı Noa'nın oğluyum.

Ren dudaklarında kibirli bir gülümsemeyle karşılık verdi:

— Memnun oldum. Ben de Ren Homura. Ateş Ejderhası Daigo'nun oğluyum. Ateş, buzu daima yakar, biliyorsun değil mi?

Rui alaycı bir kahkaha attı:

— Daha savaş başlamadan rakibini küçümsemek… Büyük bir aptalsın.

Ren'in gözleri parladı:

— Şu ana kadar yaptığım hiçbir savaşı kaybetmedim. Senin gibi konsey üyesi çocuklarını defalarca yendim. Ben senden daha deneyimliyim.

Rui başını salladı:

— Demek seninle iyi geçinemeyeceğiz. O hâlde arenadaki seyircileri daha fazla bekletmeyelim.

Seyirciler coşkuyla bağırmaya başladı:

— Hadi, başlayın! Savaş başlasın!

Ren kollarını açtı:

— Sen bilirsin. Ateşimin gücünü göreceğin için kendinle gurur duymalısın.

İkisinden de enerji dalgaları yayılmaya başladı. Arenada aniden şiddetli bir esinti oluştu.

Akira hayretle fısıldadı:

— Vay be… Bu nasıl bir enerji böyle?

Daichi elleri titreyerek konuştu:

— Gerçekten… Onlar bambaşka bir seviyede.

Kaito gözlerini kısmıştı:

— Ve daha savaş bile başlamadı…

Ren'in vücudundan yükselen ateş, Rui'nin buzlarıyla çarpıştı. İkisi aynı anda ileri atıldı ve yakın dövüş başladı. Ren yumruklarından ateş püskürtüyor, Rui ise buzlarla o saldırıları engelliyordu.

Rui içinden söylendi:

— Ateşi… buzumu kısa sürede eritiyor. Savunma yaparsam çok enerji kaybederim. Harekete geçmem gerek…

Ren, buzların zayıfladığını fark etti:

— Hah! Şimdiden yoruldun. Ben daha başlamadım bile!

Rui gülümsedi:

— Yorulmak mı? Rüya görüyor olmalısın.

Ren, yumruğunda yoğun ateş topladı ve Rui'nin buz kalkanına indirdiği darbeyle onu parçaladı. Bariyercilerin kolları titremeye başladı. Arenada fırtına gibi bir rüzgâr esti. Seyirciler heyecanla çığlık atıyordu.

Rui darbeden buzlarıyla sıyrılmıştı, fakat içinden fısıldadı:

— Kahretsin… Bu güç… nasıl bu kadar güçlü olabilir?

Ren ileri atıldı:

— Beklediğimden güçlüsün. Artık vakit kaybetmeyelim!

Bir anda durdu, gözlerini kapattı. Rui, bir şeyler hazırladığını sezdi ama savunma pozisyonunu bozmadı. Dakikalar geçti. Beşinci dakikada Ren gözlerini açtı. Seyirciler hayrete düştü: Kahverengi gözleri kıpkırmızıya dönmüştü.

Bariyerciler zorlanıyordu.

Rui hemen geri çekilip ellerini birleştirdi.

Ren'in arkasında ateşlerden bir ejderha şekillenmeye başladı. Rui'nin arkasında ise buzdan devasa bir saray yükseldi.

Sonraki an ikisi de kayboldu. Arenada yalnızca ateş ejderhası ve buz sarayı kalmıştı. Ejderha çığlık atarak saraya saldırdı. Çarpışma anında gökyüzünü kaplayan bir enerji ve ışık patlaması meydana geldi. Bariyerler kırıldı. Seyircilerin çığlıkları yankılandı.

Konsey üyeleri birer birer arenaya girdi.

Ateş Ejderhası Daigo kollarını kavuşturmuştu.

— Gerçekten iyi bir savaş. Sonuçta o benim oğlum.

Buz Kralı Noa gülümseyerek karşılık verdi.

— Kesinlikle. Tıpkı bizim zamanımızdaki gibi. Hatırlıyor musun? Her zaman ben kazanırdım.

Daigo öfkeyle döndü.

— Ne? Aptal! Yaptığımız 30 maçın 16'sını ben kazandım. Bu beni önde yapıyor!

Noa kahkaha attı.

— Sallıyorsun! Benim kayıtlarıma göre 30 maçın 20'sini ben kazandım!

Arka tarafta kısa mavi saçlı bir konsey üyesi esnerken konuştu.

— Off… Kavga etmeyi bırakın da, bariyeri biri yenilesin artık.

Daigo tersledi.

— Sen yapsana! Uyumaktan başka bir şey yapmıyorsun zaten. Eski kral senin gibi birini nasıl konsey üyesi yaptı, hâlâ aklım almıyor.

Bu sırada siyah saçlı genç bir kadın öne çıktı, sesi hafif mutsuzdu.

— Tamam… Ben yaparım.

Noa kaşlarını çattı.

— Emin misin? Senin gücünden şüpheliyim. Seni daha önce hiç savaşırken görmedim.

Kadın omuz silkti.

— Çünkü savaşmak bana göre değil.

Daigo homurdandı.

— İşte bir fiyasko daha. Eski kralın aklı neredeymiş acaba?

Kadın soğukça baktı.

— Bilmiyorum. İstersen gidip sorabilirsin.

Bir anda havalandı. Arenanın üstüne ulaştığında ellerini kaldırdı.

— Duvar!

Enerjiden dev bir şeffaf bariyer yeniden kuruldu. Seyirciler coşkuyla bağırdı:

— Konsey bizi kurtardı!!

Akira hayranlıkla fısıldadı:

— Bunu gerçekten… o kız mı yaptı?

Kaito başını salladı.

— Oldukça güçlü görünüyor.

O sırada arenaya inen Buz Kralı ve Ateş Ejderhası çocuklarını kendi elleriyle sahadan çıkardı.

Ren hırsla bağırdı:

— Baba! Daha bitirmemiştim. Onu yenecektim!

Daigo sakin bir sesle cevapladı:

— Hayır. Bu maç berabere bitti. Siz de kabul ediyorsunuz değil mi?

Rui öfkeyle haykırmak üzereydi.

— Onu yenebilirdim! Tabii ki kabul etmiy—

Ama Noa oğlunun ağzını kapattı.

— Kabul ediyoruz. Bu maç berabere bitti.

İki baba da çocuklarını alıp arenadan uzaklaştı.

Akira gözlerini yumdu.

— Konsey üyeleri… başka bir seviye. Ama bir gün ben de onlar gibi olacağım. Hayır… onlardan da güçlü olacağım! Bir gün kral ben olacağım!

Daichi kaşlarını kaldırdı.

— Bu maçtan sonra hâlâ bunu diyebiliyorsunuz…

Kaito yumruğunu sıktı.

— Tabii ki! Bir gün biz bu arenayı fethedeceğiz!

Stadyumdan çıkan kalabalığın uğultusu yavaş yavaş dağılırken, iki asker kapının önünde bekliyordu.

Akira hemen onların yanına gitti.

— Merhaba!

Askerlerden kahverengi saçlı olan erkek Akira'ya döndü.

— Merhaba.

Yanındaki koyu kahverengi saçlı, kısa boylu kız ise umursamaz bir tavırla bakışlarını kaçırdı.

Akira, askerin üzerindeki armaya hevesli gözlerle bakıyordu.

— Ben Akira! Bir gün sizin gibi bir asker olacağım!

Adam biraz şaşırmıştı.

— Ben de Sato. Asker olmak için yetenekli olman gerekir.

Akira'nın yüzü düştü.

— Aslında… benim hiç yeteneğim yok. Hatta şu an enerji bile kullanamıyorum.

Sato şaşkınlıkla ona baktı, arkasındaki kız ise kahkaha atmaya başladı.

O sırada Kaito ve Daichi, nefes nefese koşarak Akira'nın yanına geldiler.

— Akira, niye koşuyorsun?

— Askerlere ne sormak istedin ki?

Akira onlara dönüp gülümsedi.

— Dört ay sonra olacak sınavı nasıl kolayca geçip asker olabileceğimi soracaktım.

Sato'nun yanındaki kız, küçümseyici bakışlarla Akira'ya döndü.

— Enerji bile kullanamıyorsun… Asla asker olamazsın.

Sato hemen kızdı.

— Reina! Böyle şeyler söylememelisin!

Akira'nın morali bozuldu, yumruklarını sıktı.

— O haklı… Bu kadar güçsüzken asla asker olamam.

Daichi ve Kaito, ona moral vermeye çalışırken Reina gizemli bir ses tonuyla konuştu:

— Bir dedikodu duydum… Enerjiyi yapay yollarla güçlendirmekle ilgili.

Sato, Reina'ya şaşkınlıkla baktı. Akira'nın gözleri büyüdü.

— Ne?! Bu gerçekten mümkün mü?

Reina, korkutucu bir sesle devam etti:

— Laboratuvarda insan deneyleri yapıldığını ve bu deneylerin amacının da tam olarak bu olduğunu söylüyorlar.

Sato, Akira ve arkadaşları irkildi.

— İnsan deneyleri mi?!

— Bu korkunç!

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından Reina, Sato'ya döndü.

— Dönme vaktimiz geldi.

Sato, Akira'ya el salladı.

— Görüşürüz, Akira.

Sonra çıkışa doğru yöneldiler.

Akira ve arkadaşları da stadyumdan ayrıldı, fakat Akira sessizdi. Düşüncelere dalmıştı: Laboratuvar gerçekten ona güç verebilir miydi?

Bir süre sessizlik sürdü. Ardından Daichi konuştu:

— Saat geç oldu, ben artık eve dönüyorum.

Kaito da ekledi:

— Aynen, ben de artık dönmeliyim.

Akira başını salladı.

— Görüşürüz.

Ardından evden uzaklaşarak yalnız kalabileceği bir yere gitti. Karanlığın ortasında bir banka oturdu ve boynundaki kolyeyi çıkardı. Arka kapağını açtı. İçinde

"3,5,2" ve "Ares'in Laneti" yazıyordu.

Akira düşünmeye başladı:

— Ablam da laboratuvarda çalışıyordu… Belki de onun ölümü intihar ya da bir kaza değildi. Eğer gerçekten insanlar üzerinde deney yapıyorlarsa, bu kesinlikle ablamın ölümüyle bağlantılıdır. Bunu bulmam lazım.

Kolyeyi yeniden boynuna taktı ve yumruklarını sıktı.

— Gerçeği öğreneceğim.

Akira'nın gözleri kararlılıkla parlıyordu.

More Chapters